Seçimler AKP/RTE üstünlüğüyle sonuçlandı.
Seçimlerin hemen ertesinde ülke ve siyaset gerçeğinde liberal hayallerin ve sahiplerinin iflasından başka değişen bir şey yok!
Ülke, yoğun bir iktisadi bunalım içinde. Toplum, siyaseten eşit şekilde uçlaşmış bir kutuplaşmayı yaşıyor. Bölge, üçüncü savaş konjonktürünün bütün gerilimlerini Balkanlar’da, Kafkaslar’da ve Kürdistan’da hızla yeniden kusmaya başladı. Uluslararası emperyalizm TC’den beklediği taleplerini bugüne kadar sürdürdüğü karşıt tutum içinde hızla yeniliyor. İktidar bu dengeler içinde kendi varlığını korumaya çalışıyor. Bütün bunlar, seçim öncesinde AKP/RTE’nin öne çıkardığı “beka” sorununun hala geçerli olduğunu ortaya koyuyor.
AKP/RTE’nin seçimde sağladığı üstünlük siyasal sürecin kendisi itibariyle bir kazanım olarak ortaya çıkamadı. Seçimler AKP/RTE’nin şimdilik kaybetmediğini, ancak kendisini siyasal olarak tehdit eden bütün ülke, bölge ve küresel dinamiklerin hala geçerli olduğu bir süreçte yokuş yukarı çıkmak zorunda olduğunu gösteriyor.
Bu sürecin kaybedeni bütün siyasal renkleriyle Kürt ve Türk liberal burjuvazisi ve onların arkasına sıralanan sol yapılar oldu. Şimdi bu kaybın siyasal sonuçlarını çözümlemek ve önümüzdeki siyasal süreçte yeniden nasıl mevzileneceklerini belirlemekle meşguller.
Bir bütün olarak devrimci sosyalizm ise bu momentin kazananı değilse de kaybedeni kesinlikle olmadı.
AKP/RTE’nin seçimi alması, artık yönetemezlik durumuna düşmüş egemen burjuvazinin restorasyonlar yoluyla ülkede suni dengeyi yeniden tahkim etmesinin önüne geçti. Reformcu ve liberal hayallerin çöküşü artık yığınların yüksek değişim talebinin üzerine sömürgeci ve yağmacı bir tekelci burjuva restorasyonu yeniden inşa etmeyi geçersiz kılmıştır.
Seçimler sonrasında Türkiye halklarının devrime açık değişim talebinin gücü ve zenginliği ve egemen burjuvazinin bir yönetemezlik krizini ifade eden suni denge zafiyeti bütünüyle kendini koruyor.
Bunlar, politik karşılıkları itibariyle;
- Birinci olarak, devrimci sosyalizmin iradi olarak üzerine yaslanacağı devrim nesnelliğinin bütün zenginliğiyle kendini dayattığını,
- İkinci olarak ise, liberal ve reformist hayallerle birlikte, burjuva ve küçük burjuva solunun halk sınıflarının değişim taleplerine öncülük iddialarının da çöküşü sonrasında devrimci sosyalizm için verili nesnelliği devrim öznelliğine taşıma imkanlarının önünün açıldığını bize göstermektedir.
Devrimci sosyalizm, sürecin bu yönde gidiş karakterini doğru bir şekilde öngördüğü için burjuva ve küçük burjuva solunun siyasal değersizleşmesinden kendisini uzak tutabilmiştir.
Şimdi, diğerleri kendi çöküşlerinin enkazı altında kıvranırken devrimci sosyalizm ya da bunun örgütsel ve politik temsili olarak birleşik devrim mevcut siyasal düzeyi bir kazanım olarak tasarruf etme hakkını da elde etmiş durumdadır.
Liberal hayallerin iflası
Devrimci komünistlerin doğru politik taktikleri, seçim ve ona bağlı süreci doğru çözümlemelerinin bir sonucudur.
Emperyalizm 50 yıllık neoliberal sürecin tıkandığını ve bunu post neoliberal bir sisteme taşıma mecburiyetini uzun zamandır hissediyordu. Emperyalist üçüncü bunalım döneminin evrensel bir savaş konjonktürüne dönüşmesi neoliberal birikim modelinin tıkanmasının bir sonucudur.
Özelleştirme ve kuralsızlaştırma gibi araçlarla ülke üretici güçlerinin talana açılması emekçi sınıfların sisteme ve devlete karşı yabancılaşmasını geliştirdi. Uluslararası burjuvazi yığınlardaki bu devrimci birikimi sol ve sağ popülizmlerle aşmaya yöneldi. Yığınlardaki yabancılaşmanın giderilmesi onların eskisi gibi yönetilmelerini mümkün kılacaktı. Finans kapitalin gelişkin olduğu kimi emperyalist merkezlerde faşistleşme süreci derinleşirken yeni sömürge ülkelerde sol popülizm yığınların değişim taleplerine daha yakın geldi. Ancak kimi iktidar denemelerinde görüldü ki sadece siyasal makyajlara yönelip yığınların değişim taleplerini karşılamaktan uzak duran burjuva restorasyonculuk yığınlar tarafından hızla reddediliyordu. Bir dönem parlayan Syriza ve Podemos’un günümüzde hala süren gerilemeleri, yakın tarihlerde Şili ve Brezilya’daki ters tepkiler neoliberalizmden post neoliberalizme geçişte emekçi yığınların değişim talebindeki ısrarını gösterdi. Marx’ın dediği gibi, devrimci proletaryanın tarihsel öncülüğünü yapmadığı koşullarda, toplumlar değişimi kendi tarihlerinin içinde, geleneksel siyasal düzlemlerde arıyorlardı.
Neoliberalizmin karşısına onun temel araçlarını; bankaları, tekelleri, dış borçları, NATO’yu, savaşı, faşist devleti reddeden iktisadi, siyasal ve toplumsal değişim politikalarıyla çıkmak gerekliydi. Bu, uluslararası ve yerel finans kapitalizmi yani uluslararası emperyalizmi ve ülke oligarşisini karşıya almak demekti. Devrim demekti. Hiçbir reformist ve restorasyoncu burjuva ve küçük burjuva solu bu yönelimi gösteremezdi. Gösteremedi.
Keza, devrimin de bir alternatif olarak kendini gösteremediği koşullarda sonuç geleneksel oldu: Türkiye siyasal alanı Kemalist tekelci burjuvazi ve taşra/kasaba kapitalizmi arasında kutuplaştı.
Devrimci komünistler bu gidişin parçası olmayı reddederek proletarya ve ezilen halklar için kendi gelecek projelerini, devrim ve sosyalizm iddialarını verili politik sonuçlar itibariyle yenilediler.
Okuyoruz; liberal ve modernist burjuvazinin seçimlerdeki kaybı üzerine burjuva ve küçük burjuva solundan her gün bir değerlendirme okuyoruz. Bu değerlendirmelerin hepsi bize, sistemdeki çelişkileri ve çözümdeki tıkanmaların üst üste bindiği karanlık bir kadraj görüntüsü vermekten öteye gidemiyor, hiçbiri fotoğrafın çözüm odağında netleşemiyor. Resmedilen değerlendirmelerin odağı tümüyle flu kalıyor; üzerine “amin” demekten başka bir şey eklenemeyecek niyet ve dileklerden oluşan çaresizlik edebiyatı sunuluyor, çünkü halk yığınlarının odaktaki değişim talebine cevap olabilmek ancak proleter devrimle mümkünken ve ülkede yalnızca birleşik devrim güçleri bütün eksik ve zaaflarına karşın bütünüyle o odağa yerleşik kalmayı kararlı ve ısrarlı tutumlarıyla sürdürdükleri için liberal burjuva ve küçük burjuva solları, devrimi ve bu devrimin devrimcilerini görmezden gelmeyi ve onları görünmez kılmayı kendi sınıfsal çıkarlarına daha uygun buluyorlar.
Bilin ki, ortaya çırılçıplak serilen siyasal gerçeklere rağmen kim ki süreç değerlendirmesini ve toplumsal ilerlemeye dair çözümlemesini birleşik devrimi anmadan ve onun zaferinin mutlaklığına bağlamadan yürütüyorsa proletarya ve ezilen halkların değil, bir çerçevede burjuvazinin adına çözüm arayışındadır.
Yanlış okuma; soldaki ideolojik kırılma
Deprem ve sonrası gelişmeler bile sürecin bu yönlü gidişi hakkında liberal ve reformist solda uyarıcı bir etki yaratmadı. Düzen siyasetinin merkezi bir parçası olma şehveti öylesine yükselmişti ki, doğal felaketlerin halkı mevcut otoritelere bağladığına dair sosyolojik esaslar düzen solu tarafından hiç ciddiye alınmadı. Emperyalizmin salgını icadı ve WEF’in bunu emperyalist hegemonyanın bir aracı olarak istihdam etmesi, 1755 Lizbon depremi ve siyasal sonuçları “düzen”bazları ilgilendirmiyordu. Ama bu arada bolca anket sürümü de vardı. Ocak 2023’e doğru birbirine iyice yaklaşan Cumhur ve Millet ittifakları değerleri Şubat’tan sonra Cumhur ittifakı lehine açılma gösteriyordu. (Bkz: Anketlerin anketi-Türkiye Raporu, turkiyeraporu.com)
Peki, bütün geçmiş ve güncel veriler bize sürecin yönünü bu şekilde gösteriyorken liberal ve reformist solun bunu görmezden gelmesi nasıl açıklanabilir?
Emperyalizmin ideolojik ve siyasal etki alanı altında olmalarıyla…
Cevap bu kadar basittir.
Küresel planda olduğu gibi Türkiye solu da, özellikle sovyetik çöküş sonrasında büyük bir ideolojik ve siyasal krize girmiş, kendi doğrularını ve doğrultusunu yitirmiş durumdadır. Devrimci komünistler emperyalist krizin dibe vurduğu 2000’lerin başından itibaren bu süreci kırma ve reformist yasalcı düzen solunun siyasal tasallutunu dağıtma çabasındadır. Komutan Yılmazkaya’nın inisiyatifi, Gezi Haziran’ı, Kobane Direnişi, Birleşik Devrim ve Birleşik Mücadele atakları hep bu çaba itibariyledir. Evet, seçimlerde görülmüştür ki bu çabada yeterince başarılı olunamamıştır ama açıktır ki bu seçimlerde doğruyu doğru yerinden kavrayıp sürükleme imkânına sahip olmak gene bu çabanın eseridir.
Düzen solu, düzenle didişmesini düzenin egemenlerinin söylem ve yol vermelerine tabi kıldığı için ne salgın sürecinde ne savaş sürecinde doğru tavır almış ve nihayetinde, tam da RTE’nin şikâyet ettiği gibi Batı basınının “gitti gidiyor” söylemine tümüyle kendini yatırmıştır. Oysa bütün dünyada artık açık bir şekilde görünen süreç emperyalist hegemonyanın dağılmakta oluşudur. Suudilerin Yuan’la petrol satışına yöneldiği bir coğrafyada siyasal süreçler artık hiç de emperyalizmin istediği gibi gitmeyebiliyor.
Düzen solu emperyalizmin kadiri mutlaklığına inandı; devrimci sosyalizmin referanslarını görmezden geldi ve çöktü.
Yeni oligarşik dengenin inşası
Ve dendi ki, seçimlerde adalet beklemeyelim; hilenin, yönlendirmenin yönünü doğru çözümlemeye çalışalım.
Konunun burası, seçim hilelerinde kendini ortaya vuran siyasal gelişmelerdir.
Kimi politik analiz merkezleri seçim kayıtlarında yüksek oranda oy kaydırmalarının yapıldığını açığa çıkardı. 2018 seçimlerinde de veri akışının uzun bir süre kesildiğini ve ardından “adam kazandı” mesajının verildiğini biliyoruz. Bu seçimlerde de aynı operasyonların yapıldığı kesin bir sonuçtur. Buna karşın hem 2018’de hem de bu seçimde bu tarz hilelerin üzerine sistem partileri tarafından yeteri şiddette gidilmedi. Bunun nedeni bu operasyonların arkasında, çoğunlukla “derin devlet” olarak tanımlanan ama cumhuriyet kapitalizminin kuruluşundan bu yana egemen sınıfların yanı sıra kendi kurucu varlığını daimi olarak sürdüren ve MGK gibi kurullarla kurallaştıran devlet sınıflarının, geleneksel “devlet aklı”nın varlığıdır. Burada üzerinde yoğunlaşılması gereken nokta seçim hilelerinin olup olmadığı değil, bu hilenin nasıl bir yönlendirme üzerine planlandığıdır.
Uluslararası emperyalizmin bu denli kutuplaşmış bir ülkeyi, evrensel bir savaş konjonktüründe yönlendirmesinin ortaya çıkardığı zorluk finans kapital + tefeci bezirgânlık + devlet sınıflarından oluşan klasik üçayaklı oligarşik blokta merkezîleştirici siyasal ağırlığın devlet sınıfları üzerinden çözümlendiğini bize göstermektedir. Uluslararası ve yerel finans kapitalin gereksindiği “milli mutabakat” yeni oligarşik blok dengesi üzerinden sağlanmaya çalışılacaktır.
Kapitalizmin doğulu ve geri düzeylerindeki devletleşme süreci ülkelerin devlet sınıflarına bu tür inisiyatif alanları bırakarak ilerlemektedir. Türkiye’nin kendini ikinci emperyalist savaştan uzak tutması devlet sınıflarının devleti koruma mantık ve politikalarının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Keza, Yeltsin sonrasında Rus devlet sınıflarının Putin temsiliyeti üzerinden öne çıkardığı inisiyatifin geldiği yer bellidir.
Devlet sınıfları, tıpkı 2018’deki gibi mevcut siyasal dengeyi koruyarak ama bu kez süreci kendi denetimine alacak bir inisiyatifi başlatmış görünmektedir. Uluslararası burjuvazinin ve AKP muhaliflerinin bile olumlu karşıladığı yeni hükümet bu müdahalenin somut dışa vurumudur.
RTE’nin buna uyumu ya da bir şekilde tasfiyesiyle, emperyalist batı ile ilişkileri yenilenecek bir AKP ve diğer taraftan merkez sağa doğru kaydırılmış bir CHP ile cumhuriyet kapitalizminin parlamenter ayağında klasik CHP+AP bloku yeniden kurulmuş olacaktır.
Böylece AKP/RTE iktidarının iş başına gelmesinden itibaren daha görünür olan üç renkli Türkiye haritasının gelişkin sahillerindeki modern ve modernist kesimleriyle iç Anadolu’nun kasaba ekonomileri ve toplumları “kerim devlet”in geleneksel ideolojik hâkimiyeti ve zorbalığı altında bir arada tutulabilecektir. Yukarıda geleneksel “devleti koruma ve kurtarma” felsefesi egemen kılınırken aşağıda parlamento, buna toplumsal siyasal meşruiyeti sağlayacaktır.
Emperyalist savaş konjonktürünün ve buna bağlı iç çelişkilerin yarattığı devrim ve karşı devrim ikliminde oligarşinin eskisi gibi yönetir olmak için derme çatma da olsa suni dengeyi başka türlü zorlama koşulu kalmamış görünmektedir.
Bu haliyle Kılıçdaroğlu’nun görev teslimindeki direnci, devlet içi farklılaşmaların bir yansıması ise bu da devrim açısından el verir bir koşul olarak değerlendirilebilir.
Seçim başarısızlığı ve Başur/KDP etkisiyle bu dengeye üçüncü renk olarak Kürt liberalleri de eklendiği takdirde BOP’un, AKP’yi iktidara getirirken hesapladığı ve devlet içi operasyonlarla yol verdiği haliyle ılımlı İslam+devletçi Kürt‘le geleneksel devletin yeniden yapılandırılması süreci yeni aşamada yeniden zorlanmış olacak ve emperyalizmin bölgesel mevzilenmesi için Türkiye’de oluşturmaya çalıştığı yeni oligarşik blokun kurulması anlamına gelecektir.
Seçim hilelerinin yönlendirdiği ufuk budur.
Burada bu seçimlerle de karşımıza çıkan üç renkli Türkiye haritasının, bundan yüz yol önce Şefik Hüsnü’nün kalemiyle TKP’nin strateji planına mesnet teşkil ettiği hatırlanmalıdır. Oligarşi yüzyıl boyunca ülkeyi başka bir yere taşıyamamıştır. Bu nedenle bu ülkede değişim beklentisi ve isteği taşıyan herkesin kendi enerjisini reformist ve düzenbaz solun patinajıyla tüketmeyi değil birleşik devrime katmayı hedeflemesi siyasal samimiyetinin ölçüsü olacaktır.