Cenk Ağcabay, Umut Yazıları

Çığlıkta ahenk aranmaz: Banliyö Gençliği İsyanda – Cenk Ağcabay

Fransa’da Cezayir ve Fas asıllı 17 yaşındaki Nahel M.’nin polis tarafından öldürülmesi yeni bir banliyö isyanını başlattı. Çatışmalar dört gündür devam ediyor. Düzenlenen protesto gösterilerinin ve devlet güçleriyle yaşanan çatışmaların boyutu Nahel’in katledilmesinin sadece bir fitili ateşlediğine ve birikmiş bir öfkeye işaret ediyor. Bu nedenle, meselenin tarihsel ve güncel boyutlarını birlikte ele almak verimli olacaktır.

Fransa’nın göçmenleri kimlerdir?

Üç gündür sokakları dolduran ve bitimsiz bir enerjiyle öfkelerini ortaya koyanların ağırlıklı kısmını Fransa’nın göçmenlerinin çocukları oluşturuyor. Onlar yaygın olarak “Banliyö gençliği” olarak adlandırılıyor. Banliyö gençliği ismini yaşam alanlarından alıyor. Bu nedenle banliyö sözcüğü üzerinde durmak yararlı olacaktır.

Banliyö sözcüğünün kökleri, 11. Yüzyılda yoksulların yaşadığı yer anlamına gelen bannileuga sözcüğüne uzanıyor. 1920 ve 1930’larda Fransa’ya çalışmak için gelen ilk kuşak İtalyan ve İspanyol işçilerin yaşadığı, şehrin merkezi dışındaki yeni yerleşim birimleri bu ismi almış. 1930’lardaki Halk Cephesi hükümeti ve sol güçler bu yerleşim birimlerinde güçlü bir taban bulmuş. Sonraki göç dalgalarında bu yerleşim birimleri yeni göçmenlerin yaşam alanına dönüşmüş. Yeni göç dalgalarında banliyölere yerleşenler ağırlıklı olarak Fransa’nın Afrika ve Asya’daki sömürgelerinden gelen göçmenlerden oluşuyor. Banliyöler uzun zamandır yoksulluk, suç, şiddet ve uyuşturucuyla birlikte anılıyor. Banliyö gençliği polis ve hapishaneyle erken tanışıyor. Bir araştırmaya göre, Fransa’da hapishanede bulunan toplam nüfusun % 70’ini banliyölerden Arap gençler oluşturuyor.

Banliyö sınıfsal içerikle yüklü bir sözcük. Orada yaşayanların ten rengi ve geldikleri yer zaman içinde değişse de ortak belirleyenleri var. En ağır ve zor işlerde en ucuza çalışmak zorunda olmak ve yoksulluk belirleyici özelliktir. Burada yaşayan İtalyan ve İspanyol işçiler de sonraki göç dalgalarında gelenler gibi sömürülüyordu, en ağır işlerde en ucuza çalıştırılıyordu. Banliyöler bu nedenle Fransa’daki sol hareketlerin güçlü taban bulduğu yerlerdi. Fransa’nın sömürgelerinden gelen göçmenlerin özgül farklılığı, sömürgeci hakimiyetin yarattığı ırkçılığa da maruz kalmalarıydı. Sömürgecilik döneminde yerleşen üstün ırklar-alt aşağı ırklar anlayışı metropollerde hakim ideolojinin önemli bileşenlerindendi. 

Banliyö hayatı aynı zamanda yalıtılmışlık anlamına geliyor. Banliyö yaşamı farklı bir düzlemde de olsa Yahudi gettolarının yalıtılmışlığına denk düşen bir yalıtılmışlık deneyimidir. Banliyö gençliği yaşadığı şehirlerin merkezlerinden yalıtılmıştır, bunun için yasal bir düzenleme gerekmiyor, neticede Fransız kanunlarında herkes sözde eşit. Kapitalist ilişkilerin temeline gömülmüş ekonomik ve sosyal dışlama mekanizmaları böyle bir yasaya gereksinim duymadan dışlamanın günlük olağan pratik olmasını sağlıyor. Paris’in müzelerinin, sanat merkezlerinin, ışıltılı restoran ve kafelerinin binlerce kilometre uzaktan gelen paralı turistlere açıkken, sadece onlarca kilometre uzakta yaşayan yoksul göçmenlere kapalı olması sözünü ettiğimiz dışlama mekanizmalarındandır. Buralarda daha ziyade temizlik işçisi, garson göçmenler görmek mümkündür.

Sarı Yelekliler’den, birkaç ay önce Emeklilik Reformu Yasasına karşı gelişen büyük eylemlerden sonra Banliyöler ayakta. Fransa Avrupa’da radikal kitle hareketlerinin bir kez daha öncülüğünü yapıyor. Hiç kuşkusuz bunda Fransa’da sınıf mücadelelerinin özgül tarihinin önemli bir katkısı var. 1848 Ayaklanmasında Fransa proletaryası Paris’i bir barikat kente dönüştürdüğünde, manzarayı acı içinde izleyen Fransa’nın “demokrasi” ikonu politikacı ve düşünürü Alexis De Tocqueville, “Bunca zenginliğe sahip bu büyük kentin, hiçbir şeye sahip olmayanların eline geçtiğini görmek şaşılası ve dayanılmaz bir şey.” demişti temsilcisi olduğu sınıfın bakış açısıyla. Ülkeyi kafa ve kol emekleriyle her gün yeniden yaratan ancak “hiçbir şeye sahip olmayanlar”ın bir kez daha ayağa kalkması Fransa egemenlerini bir kez daha acıya ve öfkeye boğuyor.

Fransa devrimler ülkesidir ve fakat aynı zamanda Nazi işbirlikçisi “saf” Fransızlar ve işgalci Nazilere karşı savaşan göçmenlerin de ülkesidir. Sarı Yeleklilerin gözlerini çıkaran, kafasını kıran Fransız hükümeti geçtiğimiz günlerde, 2. Emperyalist paylaşım savaşı yıllarında anti-faşist direnişin öncüsü Mişak Manuşyan’ın ve eşinin naaşlarını Paris Pantheon’daki anıt mezara defnedilmesi kararını aldı. Burjuva ikiyüzlülüğünün çarpıcı örneklerinden biri olarak tarihe geçecek bu karar, Macron’un kitlelere sevimli görünme gereksiniminin bir ürünüydü. Yüzüne takmaya çalıştığı maskeyi Banliyö gençliği çekti ve aldı. Manuşyan hakkında vereceğimiz bazı bilgiler ikiyüzlülüğün boyutlarını gözler önüne serecektir.

Milyonlarca Ermeni gibi Misak Manuşyan için de kader anı İttihatçı çetenin katliam kararını almasıyla başladı. Milyonlarca Ermeni İttihatçı katiller tarafından ölüm yoluna sürüldü. 1906’da Adıyaman Besni’de doğan Misak, katliamda ağabeyi Garabet dışında tüm ailesini yitirdi. Bölgede ailenin dostu olan bir Kürt aile sağ kalan kardeşlere sahip çıktı ve onları korudu. Kardeşler savaştan sonra ailelerini kaybeden diğer çocuklarla birlikte Suriye’deki bir yetimhaneye yerleştirildi. Misak 1925 yılında Fransa’ya göç etti. Önce Marsilya ardından Paris’te yaşamaya başladı. Misak bir yandan bir otomobil fabrikasında işçilik yapıyor, diğer yandan Ermeni kültürünün geliştirilmesi için edebiyat dergisine şiirler yazıyordu. Misak Fransız Komünist Partisi’yle ilişkilerini geliştirdi, 1934 yılında örgütlü bir komünist militan olarak partide yerini aldı. Misak 2. Emperyalist Paylaşım savaşı başladığında komünist parti içinde faaliyetlerini sürdürüyordu. Nazi ordusunun Paris’i işgali bir dönüm noktası oldu. Komünist parti işgale karşı silahlı direniş başlatma kararı aldı.

Misak komünist parti üyesi çeşitli uluslardan göçmen işçileri kapsayan silahlı direniş örgütünün önderleri arasında yerini aldı. Faşist işgalcilere karşı geliştirilen çeşitli sabotaj ve suikast eylemlerini planladı ve yönetti. Arka arkaya düzenlenen yüzden fazla eylem Fransa’da anti-faşist direnişin yükselişine önemli bir katkı sundu. İşgalciler eylemleri gerçekleştiren grubun militanlarını yakalamak için yoğun faaliyet içine girdi. Misak eylemleri gerçekleştiren diğer göçmen işçilerle birlikte yakalandı.

İşgalci faşistler 21 Şubat 1944 tarihinde Misak’ı yoldaşlarıyla birlikte kurşuna dizdi. Bu katliam faşistler tarafından duvarlara asılan “Kızıl Afiş” isimli afişle Fransa halkına duyuruldu. “Kızıl Afiş” özellikle militanların ulusal kimliklerine vurgu yapıyor ve onları Fransız olmadığına işaret ediyordu. Faşistler bu katliamla Fransa halkının yüreğine korku salmak ve gelişen anti-faşist direniş eğilimini bastırmak istemişti. Hedeflerine ulaşamadılar. Misak ve birlikte katledilen 22 yoldaşı anti-faşist direnişin sembolüne dönüştü. Kendisi de anti-faşist direniş safında yer alan komünist şair Louis Aragon “Kızıl Afiş” şiiriyle Misak ve yoldaşlarını ölümsüzleştirdi. Misak Adıyaman’dan Paris’e uzanan Enternayonalizm bayrağıydı.

Misak’ın yoldaşları İspanyol, Fransız, Romen, İtalyan, Macar, Polonyalı göçmen emekçilerdi ve onlar Faşist işgalciye karşı silah kuşanan enternasyonalist komünistlerdi. Faşist işgalcilerle beraber onların peşine düşense, Nazi işbirlikçisi Fransız polisiydi. Fransa’nın ulusal kahramanlarından Fransız General Petain Nazi işgalcilerin güdümünde işbirlikçi bir hükümet kurmuş ve işgalcilerle uyumlu bir tarzda çalışırken; çeşitli uluslardan enternasyonalist komünistler Fransa halkının işgalden kurtuluşunun bayrağını dalgalandırmıştı.

Tarihler 17 Ekim 1961’i gösteriyordu. Fransız sömürgeci ordusunun Cezayir’de yükselen anti-sömürgeci savaşa karşı yükselttiği şiddet o günlerde doruk noktasına ulaşmış ancak direniş daha geniş kitleleri içine çekerek büyümüştü. Fransa’daki göçmen emekçiler Cezayir’de yaşanan katliamlara karşı seslerini yükseltiyordu. Fransız devletinin yanıtı göçmen emekçilere sokağa çıkmayı yasaklamak oldu. 17 Ekim günü yasağa rağmen sokağa çıkan Cezayirlerden yaklaşık dört yüzü Paris’te gün ortasında kurşunlandı ve Sen Nehrine atıldı. Saldırı emrini veren Paris Polis Müdürü Maurice Papon’du. Papon Nazi işbirlikçilerindendi. Papon ve hiçbir yetkili bu katliam nedeniyle soruşturmaya dahi uğramadı. Fransız demokrasisi ve hukuk devleti sadece egemenler içindi.

Dün gece yaşanan çatışmalar sırasında bazı kentlerde Fransız faşistleri sokağa indi. Düzenin sağlanması, ‘pisliklerin temizlenmesi’ için devlet güçlerine yardım ettiklerini söylüyorlar. Zamanımızın Papon’ları işbaşında…

Geçtiğimiz yıl bir dizi emekli Fransız subayı ortak bir bildiri yayınlamış ve Fransa’da yaşanabilecek bir iç savaşa dikkat çekmişti. Göçmenlerin doğrudan hedef alındığı bildiri o dönem çok ses getirmedi. Birkaç ay önce Fransa’nın belirli kentlerinde, Fransız ordusunun düzenlediği “şehir savaşı” tatbikatıysa emeklilerin sözlerinin pratikte karşılık bulduğuna işaret ediyordu. Egemenlerin ezilen ve sömürülen kitleleri nasıl bir cehennemde boğduklarını çok iyi bildikleri ve sınıf hakimiyetlerini sürdürmek için devlet denen kılıçlarını sürekli biledikleri iyi bilinir.

Macron hükümeti Fransız egemenlerinin kesintisiz sürdürdükleri sınıf saldırısının koçbaşı oldu. Bu saldırılar, Fransa emekçilerinin direnişi büyütmesiyle karşılandı. Emeklilik Reformu Yasasına karşı sokakta militan direniş geliştiren emekçi bölüklerinin, sokakları dolduran Banliyo gençliğiyle yan yana gelmesi ve ortak bir direniş cephesi örmesi Macron hükümetinin sonunu getirecek ve Fransa’daki politik krizi yeni bir noktaya taşıyacaktır.

Kimileri Banliyö gençliğinin öfkesinin haklı nedenlere dayandığını ancak gelişen eylemlerin bazılarında ipin ucunun kaçtığını ifade ediyor. İtidal çağrısı yapıyor. Gelişen eylemelerin kimilerinde yanlış hedeflere dönük bazı girişimler olduğu aşikar ve bu her büyük kitle hareketinde bulunan bir özelliktir, Bir edebiyatçının deyişiyle “Çığlıkta Ahenk Aranmaz”. Banliyö gençliğinin çığlığında da ahenk aramak beyhude bir çabadır. Ahengi sağlayacak olan farklı direniş odaklarının ortak cephede bir araya gelmeyi başarması ve ortak bir politik program ve ortak örgütlenme ağlarını üretmesidir.      

Paylaşın