9-16 Mayıs Ölümsüzler Haftası’nda bulunduğumuz bütün alanlarda ölümsüzlerimiz güçlü şekilde sahiplenildi. 10.yılına girecek olan hareketimizin kadroları için devrimci savaş alanlarından, ülke zindanlarına, işçi sınıfı saflarından, sokaklara , Avrupa’da ve yaşamın her alanında ölümsüz yoldaşlarımızın hatıralarına sahip çıkmak ve bu aziz hatıralara bağlı kalarak devrimci savaşı büyütmek esas olmalıdır.
Emperyalist kapitalist sistem her türlü değeri ve onurlu duruşu önemsizleştirip dünyayı değiştirme fikri ve eylemine dönük post-modern saldırılarını yaşamın her alanında hakim kılmaktadır. Bu yönüyle devrimci değerlere dönük saldırıları, özel olarak ölümsüzlerin mücadele mirasına ve devrimci duruşlarına dönük olarak derinleştirmek, dünya ve ülke planında kapitalist sömürü düzeninin özel bir savaş yöntemidir.
Bu koşullar içerisinde ölümsüzleri ve onların mücadele pratiklerini en güçlü bir şekilde sahiplenmek kritik bir öneme sahiptir. AKP-MHP faşizmi devrimci değerlerden ve onun güçlü bir şekilde sahiplenilmesinden her zaman korkmuş ve rahatsız olmuştur.
Kapitalist sömürü düzeninin dünya planında büyük bir kriz yaşadığı dönem içerisindeyiz. Türkiye kapitalist sistemi de aynı şekilde çelişkilerin çok yoğun yaşandığı bir tarihsel dönem içerisinden geçiyor.
Yaşanan son iki seçim düşünüldüğünde bile yaşanan ekonomik ve siyasi krizin Türkiye siyasal hayatının büyük kırılmalara vesile olacağını görmek gerekiyor. Böylesi bir süreçte hiçbir dönemde olmadığımız kadar örgüte ve örgütlü mücadeleye ihtiyacımız var. Unutmayalım, örgüt ve örgütlülük olmadan sınıf mücadelesinin çelişkileri kendi başına devrimci sonuçlar doğurmayacaktır.
Türkiye devrimci hareketi açısından uzun süredir var olan atalet ve zayıflama hali değişik şekillerde nesnelliğin yarattığı olanakları yeterince değerlendirememe şeklinde kendisini ifade etti.
AKP-MHP faşizmi özellikle 24 Temmuz 2015 tarihinde, Medya Savunma Alanları’na dönük yürüttüğü saldırılarla birlikte yeni bir süreç başlatmıştı. Faşizm, işçi sınıfı ve ezilenlere dönük saldırıların dozunu her geçen gün artırırken ülkeyi adeta bir halklar hapishanesine çevirdi.
2015 yılından itibaren, Kürdistan’da yürütülen sömürgeci savaşın şiddeti artarken aynı zamanda Türkiye cephesinde de dikensiz gül bahçesi yaratma yönünde çabalar yoğunlaştı. Faşist iktidar ezilenlere dönük topyekün bir saldırı konsepti uygularken aynı zamanda devrimci siyaseti de özel olarak hedef aldı. Zira Türkiye devrimci hareketinin büyük kısmı sağa çekip, faşist saldırılar karşısında bir şekilde geri çekilme eğilimi içerisinde olurken, devrimci siyaset “Kasım Atılımı” ve sonrasında gelişen partileşme iradesiyle mücadelenin ivmesini daha da arttırdı. Bu yönüyle solun büyük kısmı sağa çekerken devrimci siyaset daha devrimci bir hatta girdi.
Böylesi bir yönelim beraberinde özellikle düşman saldırılarının artması ve içeride faşizmin yarattığı etkiden kaynaklı geri çekilme eğilimlerini yoğunlaştırdı. Bu yönüyle devrimci siyaset içerisinde moral bozukluğu ve karamsarlığı örgütleyip tasfiyeci ve bozguncu eğilimler de zaman zaman boy gösterdi.
Ancak devrimci siyaset girdiği bu yolda başı dik bir şekilde yürümesini bildi. Onu yoldan saptırmaya dönük her türlü küçük burjuva ve oportünist eğilimin beyhude çabası başarısız oldu. İçinde bulunduğumuz anda, ölümsüzler ve ölümsüzlerimizin canları pahasına devrimci siyasetin ideallerini büyütmesi, bizler açısından başımız dik olarak yürüdüğümüz devrim yolumuzun en önemli moral gücü ve motivasyon kaynağıdır.
Elbette burada önderimiz, komutan ve öğretmenimiz Ulaş Bayraktaroğlu’nun belirleyici rolüne vurgu yapmak kritik bir öneme sahip olacaktır. Ulaş Bayraktaroğlu “Kasım Atılımı” ve sonrasında gelişen devrimci savaş pratiği içerisinde 2014 yılından bugüne uzanan mücadelemizin yol haritasını çizen rehberimizdir. O, 9 Mayıs 2017 tarihinde fiziksel olarak aramızdan ayrılmış olabilir ama bugün mücadelemizin her anında, onun aziz hatırası bizlere yol göstermeye devam etmektedir.
Faşizmin her türlü saldırısı ve düşmanın karşı-devrimci ideolojik saldırıları bizleri asla yolumuzdan döndüremez. Komünar kadronun devrimcilik anlayışı hayatın bir döneminde ilgilenilen amatör bir uğraş değil, tüm yaşamın uğruna feda edildiği devrimci bir davanın insanı olma anlayışıdır. Bayraktaroğlu’nun tarifiyle “zafer gücü kadrosu” tam olarak böyle şekillenir. Bu davanın ve ideallerin ciddiyetinin ölçüsü, ölümsüzlerimizin devrimci savaş pratiğidir. Onlar bizim mücadelemizi en doğru anlamış ve pratikleştirmiş örnek aldığımız devrimcilerdir.
Faşist iktidarın yaratmaya çalıştığı korku atmosferi içerisinde buna teslim olmayan ve asla faşizme boyun eğmeyen dava insanlarına karşı düşmanın bütün fiziksel ve ideolojik saldırılarının tek amacı devrimci siyaseti manevi olarak çökertmek ve zayıflatmaktır.
Bizlere düşen görev düşmanın bütün bu saldırıları karşısında parti örgütlülüğünü daha da güçlendirmek ve devrimci görevleri daha ciddi ele almaktır.
Ölümsüzlerin mücadelesini kendimize örnek aldıkça ve onların mücadelesine layık olmak için çabaladıkça faşizm karşısında başımız daha dik olacaktır.
Yaşanan son saldırılar düşünüldüğünde bile faşizmin devrimci halk hareketlerinden, ayaklanma fikrinden ne kadar çekindiğini ve her fırsatta onların yürütücüleriyle hesaplaştığını daha iyi görebiliriz. Gezi davası böyle olmuş, verilen “cezalar” esasen bir daha böylesi bir hareketin oluşmaması ve ayaklanma cüretinden kaçınılması içindi. Dün de aynı şekilde Kobani davasında verilen “cezalar” bir daha Kürt halkı serhildanlara kalkmasın diyedir.
Bu ciddiyetle meseleyi ele aldığımız zaman, bugün faşist Erdoğan tarafından dillendirilen yumuşama siyasetinin aynı zamanda ana muhalefet partisi CHP tarafından da yürütülmesi alelade bir söylem değildir. Burada ortaya çıkan uzlaşının Kürt halkı ve Türkiye işçi sınıfının kan ve gözyaşı üzerine kurulduğunu iyi anlamak gerekiyor. Bu temelde önümüzdeki dönem de sistem için iktidar ve muhalefet birbirleriyle uzlaşı ararken devrimci halk hareketlerine dönük saldırılar daha da artacaktır.
Tarihsel sorumluluğumuz; ölümsüzlerin çizdiği güzergahtan sapmadan yürümeyi ve devrimici siyasetin örgütlenmesini güçlendirmeyi zorunlu kılıyor. Gün başımız dik, kararlı bir şekilde ölümsüzlerin ideallerine sonsuz bağlılıkla devrim ve sosyalizm idealleri için vargücümüzle savaşma günüdür.
Gün komünar devrimciliğin idealleri temelinde yaşamı daha güçlü örgütleme ve devrimciliğin bayrağını yükseltme günüdür.