Suriye’de elde ettikleri mevziler özellikle yandaş sermaye grupları için yeni yatırım alanlarına dönüşecektir ve bu eşyanın tabiatı gereğidir ancak açıklanan asgari ücret rakamında açıkça görüldüğü gibi, ülkenin halk sınıfları için durum sürdürülebilir değildir.
2024 yılının son günleri, dünyanın belirsizlik ve tehlikelerle dolu yeni bir yıla doğru ilerlediğine işaret ediyor. 2024 yılının sonu, Suriye’nin emperyalizm tarafından kravatlandırılmış Cihatçılarının Ortadoğu’ya “umut” olarak pazarlanmasının sahneleriyle doluydu. Cihatçıların örgütsel yapılarının tasfiye edilip, bu grupların yeni Suriye ordusunun oluşturucu ögeleri olacağının açıklanması emperyalist merkezlerde heyecan ve sevinçle karşılandı. Bu tıpkı Cihatçı lider Colani’nin isim ve kıyafet değiştirmesinin yarattığı heyecan ve sevince benziyordu. Kuşku yok ki, bunun ne kadar uygulanabilir bir proje olduğu tartışmaya açık ancak kesin olan bir şey var ki, o da Ortadoğu’nun kalbinde devlet gücünü de arkasına alan Cihatçı bir ordunun kurulmakta olduğudur. Kurulacak ordunun temel hedefinin ne olduğunu bizzat Colani’nin ve yeni savunma bakanının açıklamalarından öğrenmek mümkün. Yapılan açıklamalarda, yeni Cihatçı iktidarın ve kurulacak ordusunun Suriye’de işgalci olan ABD, İsrail, Türkiye’yle hiçbir sorununun olmadığı, temel hedefin İran olduğu ifade ediliyor. Colani, “Endişe kaynağı İranlı milisler ve Hizbullah’tı ve tehlike geçti.” diyor. O bunları söylerken, İsrail Suriye hedeflerini vuruyor ve stratejik noktalarda işgalini adım adım ilerletiyordu. Ortadoğu 2025’e 2024’ün bu armağanlarıyla giriyor. Cihatçı iktidarın, Suriye’deki işgalini genişleten, Suriye’nin altyapısını ve askeri kapasitelerini yok eden Siyonist İsrail’e lafta dahi olsa söyleyecek hiçbir sözü yok. Efendilerini herhangi bir biçimde huzursuz etmemek en temel hassasiyetleri. Belli ki, Tayyip Erdoğan ve Türkiye’deki politik İslamcılardan bu konuda öğrenecekleri çok şey var. Suriye’de olan biteni bir bütünlük içinde kavramak istiyorsak, bunları Amerikan emperyalizmi ve Siyonist İsrail’in İran operasyonu için döşediği yolun taşları olarak konumlandırmak gerekiyor. Yeni Şam Valisi Mahir Merwan İsrail’in Suriye’de işgalini genişletmesi ve düzenlediği saldırılar için, “Biraz ilerlemiş, biraz da bombalamış olabilir ama İsrail’le bir sorunumuz yok ve onların güvenliğini tehdit edecek hiçbir şeye karışmak istemiyoruz. İsrail’le barış istiyoruz.” diyor.
Şam’da kurulan Cihatçı geçiş hükümetini haberleştiren Reuters Ajansı şu ifadeleri kullandı: “Geçen haftaya kadar Suriye’nin kuzeybatısının ücra bir köşesinde İslamcı bir yönetimi sürdüren bürokratlar toplu halde Şam’daki hükümet merkezine taşındı.” Reuters, İdlib’deki Cihatçı oluşuma işaret etmişti. İdlib’deki oluşum Şam’a taşındı, yani İdlib Suriye’ye genişlemiş oldu. İdlib’in Suriye’ye genişlemesinden en fazla memnun olanların ABD, İsrail ve Türkiye olmasının altı mutlaka çizilmelidir. Colani sadece kravat takmadı, ismini de değiştirdi ve yeni ismi Ahmet el-Şara hızla benimsendi. Uluslararası Kriz Grubu’ndan Dareen Khalifa New York Times’a yaptığı açıklamalarda, geçtiğimiz günlerde el-Şara ile görüştüğünü, Şara’nın bir birlik hükümeti ve tek ordu kurulmasında kararlı olduğu izlenimi edindiğini söyledi. Şara’nın “bir devrim liderinden çok bir devlet adamı gibi göründüğünü” belirten Khalifa, onun “İslamcı radikallerle geçmişteki bağlantılarına rağmen nispeten ılımlı siyasi pozisyonları benimsediğini” ifade etti. Eli kanlı bir Cihatçı Amerikan basınının sayfalarında dünyaya böyle satılıyor. Devrim ve özgürlük kavramları en fazla ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki vekalet savaşlarında kirletildi ve kirletilmeye devam ediyor. Colani Times Of London gazetesine verdiği söyleşide efendilerinin yüreğine su serpmeye devam etti. Colani, “Suriye’nin artık İsrail’e karşı saldırılarda bir fırlatma rampası olarak kullanılmayacağını” söyledi.
ABD’nin Türkiye ve Irak Büyükelçisi olarak görev yapan ve Trump’ın ilk başkanlık döneminde Ortadoğu meselelerinde sorumluluk alan James Jeffrey 2021 yılında PBS Frontline’ın yaptığı bir söyleşide Suriye ve Colani’nin lideri olduğu Hayat Tahrir Şam ile ilişkileri hakkında şunları dile getirmişti: “Suriye, büyüklüğü, stratejik konumu ve tarihi önemi göz önüne alındığında, bölgede Amerika tarafından yönetilen bir güvenlik sisteminin olup olamayacağının pivot noktasıdır.” Suriye’nin bölgesel güvenlik sisteminde “en stresli nokta” olduğunu ifade eden Jeffrey, Hayat Tahrir Şam ile nasıl ilişki kurduklarını anlatmıştı: “Mike Pompeo’nun HTŞ’ye yardım etmemize izin veren bir feragatname çıkarmasını sağladık. –Mike Pompeo dönemin ABD Dışişleri bakanıydı- HTŞ’ye mesajlar gönderdim. HTŞ’den gelen mesajlar şöyleydi: “Biz sizin dostunuz olmak istiyoruz. Biz terörist değiliz. Biz sadece Esad’la savaşıyoruz.” Jeffrey HTŞ’nin bu mesajlarını aktardıktan sonra şöyle devam ediyor: “HTŞ’nin dağılmaması bizim için önemliydi … politikamız … HTŞ’yi rahat bırakmaktı … Ve [HTŞ’yi] hiç hedef almamış olmamız, onlarla birlikte yaşamaları konusunda Türklere sesimizi hiç yükseltmemiş olmamız.” Jeffrey 2021’de terör örgütü listelerindeki HTŞ ile ilişkilerini bu açıklıkla ifade etmişti. HTŞ ile ilişkisi nedeniyle Türklere seslerini hiç yükseltmemişlerdi, herkesin oynayacağı rol belirlenmişti.
Amerika’nın önde gelen Uluslararası İlişkiler uzmanlarından Profesör John Mearsheimer, Suriye’de olan biteni değerlendirdiği son söyleşisinde, “İsrail’in buradaki amacı Suriye’yi temelden yıkmak. Bence Amerikalılar ve Türkler Suriye’nin yıkılmasında İsrail’den çok daha önemli bir rol oynadılar. Ülke harap olmuş durumda ve şu anda Şam’da kontrolü elinde bulunduran grupların ülkede düzeni yeniden tesis edebileceğini düşünen birini tanımıyorum… İsrail’in bakış açısına göre bu gayet iyi bir durum.” diyor.
Suriye’ye emperyalizm eliyle giydirilmeye çalışılan elbisenin ölçülerinin Suriye’nin gerçek ölçülerine uymadığının anlaşılması için çok zaman geçmesi gerekmedi. Suriye’nin Alevi ve gayri-müslim halklarının Cihatçı iktidardan duydukları huzursuzluk, halkların sokaklara çıkmasına yol açtı ve katiller kravatları kenara bırakıp saldırıya geçti. Alevi ve Hıristiyan halka yönelik Cihatçı saldırılar direnişle karşılandı. Bazı bölgelerde sokağa çıkma yasağı uygulanırken, Alevi ve gayri-müslim halkların yoğun olduğu bölgeler Cihatçı çeteler tarafından işgal edilmeye başladı. Alevi halkının alanları doldurmasına neden olan gelişme, Suriye Aleviliğinin önemli isimlerinden Ebu Abdullah el-Hüseyin el-Hasibi’nin, Halep Meyselun’da bulunan türbesine düzenlenen saldırı oldu. Türbede bulunan beş kişinin öldürüldüğünün ve türbeye zarar verildiğinin duyulması öfkeyi arttırdı. Alevi ve gayri-müslim halklar duydukları tedirginliğin boşa olmadığını yaşananlarla daha iyi gördü.
Suriye’de son yaşananların egemen Türk medyasındaki sunuluşuyla, emperyalist medyadaki sunuluşu arasındaki özdeşlik, Suriye operasyonunun gerçek ortaklarını görebilmek için zengin bir çerçeve sunuyor. Egemen Türk medyasına göre, yaşananlar esas olarak “Suriye’yi Aleviler üzerinden istikrarsızlaştırmak isteyen İran’ın bir kışkırtması” olarak ele alınmalıydı. Sahada yenilmiş olan İran, istikrarsızlaştırma operasyonlarıyla Suriye’yi karıştırmak istiyordu. Amerika’nın New York Times gazetesi yaşananları okurlarına şöyle aktardı: “Suriye’nin yeni hükümetine bağlı güvenlik güçleri Perşembe günü en az bir üst düzey yetkiliyi ve eski diktatörlüğe sadık askeri güçleri takip ederken, bazı bölgelerdeki huzursuzluğu bastırmaya ve ülkeyi istikrara kavuşturmaya çalışıyorlardı.” Yani ne Alevi halkının ne de Hıristiyan halkların mezhepçi Cihatçı iktidar nedeniyle yaşadıkları huzursuzluk vardı. “Eski askeri diktatörlüğe sadık askeri güçler” ve onlarla mücadele eden yeni Suriye hükümetine bağlı güvenlik güçleri vardı. Bazı bölgelerde huzursuzluk vardı ama ne bunların kaynağı ne de nedenleri üzerine herhangi bir açıklama…
New York Times olan biteni şöyle açıkladı: “Suriye’nin yeni liderlerinin, ülkede adalet ve hesap verebilirlik için koparılan yaygaranın ortasında Esad diktatörlüğünün üst düzey üyelerinin peşine düşme çabalarını hızlandırdıklarını gösterdi.”
İngiltere’nin Guardian gazetesi de yaşanan olaylarla ilgili haberini “Gözlemciler, Esad’ın eski kalesi Tartus’ta çıkan çatışmalarda güvenlik görevlileri ve üç silahlı kişinin öldüğünü söylüyor.” şeklinde vermişti. Başlık böyleydi ancak haberin içinde bir yerde, Reuters’e konuşan Şam’daki Alevi halkından Şeyh Ali Dareer’in şu sözleri yer alıyordu: “Dinsel kimlikleri nedeniyle insanların evleri tahrip edildi, insanlar dövüldü.” Dareer Alevi halkına yönelen saldırılardan söz ediyordu. Şam’da, Humus’ta, Tartus’ta Alevi ve gayri-müslim halklara yönelik saldırılar, “Esad diktatörlüğünün üst düzey üyeleri”ne yönelik operasyonlar şeklinde sunularak mezhepçi Cihatçı terör gizlenmeye çalışılıyor. “Eski rejimle hesaplaşma” sözü ülkenin Alevi ve gayri-müslim halklarına yönelik mezhepçi terörü meşrulaştırmanın şifresine dönüştürülmek isteniyor. Görüldüğü gibi, egemen Türk basını ve emperyalist medya bu şifreyi kullanarak Cihatçıları beyaza boyamaya çalışıyor.
Türk devletinin örgütlediği Cihatçı çetelerden oluşan Suriye Milli Ordusu Suriye Demokratik güçlerinin kontrolü altında bulunan bölgelere saldırılarını devam ettiriyor. Tüm bu yaşananlar, Suriye’de suların durulmasının değil daha da ısınmasının kuvvetle muhtemel olduğunu gösteriyor. Suriye halkının tarihsel ve toplumsal birikiminin ABD ve İsrail için Cihat’ı temel almış bu çetelerin iktidarının çerçevesine sığması mümkün değildir. Suriye halkları Cihatçı karanlığa karşı ayağa kalkacak, onları hak ettikleri yere gönderecektir. AKP-MHP faşist iktidarı Suriye “zaferini” ülkede politik konsolidasyonun aracına dönüştürmek için her şeyi yapıyor. Suriye’de elde ettikleri mevziler özellikle yandaş sermaye grupları için yeni yatırım alanlarına dönüşecektir ve bu eşyanın tabiatı gereğidir ancak açıklanan asgari ücret rakamında açıkça görüldüğü gibi, ülkenin halk sınıfları için durum sürdürülebilir değildir. Dış “zaferler”in sermaye için yeni yatırım alanları, halk sınıfları için yeni yoksulluk kaynakları olduğu giderek daha fazla görünür hale gelecek, sınıf mücadelesi keskinleşecektir.
Bir egemen sınıf partisi olarak CHP’nin lideri Özgür Özel’in vakit geçirmeden sermayeyi Suriye’de fabrika kurmaya çağırması, söz konusu “dış zafer”, soygun ve talan olduğunda AKP-MHP’den hiç geri kalmayacaklarının güvencesini vermeye dairdir. Kuşku yok ki açılan yeni yatırım alanlarının cazibesi CHP yandaşı patronları da etkisi altına almıştır ancak AKP-MHP bloku onlara kolayca bir şeyler koklatmayacaktır.