Slider, Umut Keçer, Umut Yazıları

Küçük Fransa Büyük Türkiye – Umut Keçer

Türkiye siyasetinde uzun bir süredir “Batıya rağmen Batılaşma” genel bir politik hedef olmuştur. Bu hedef özellikle burjuva siyasetçiler tarafından zaman zaman farklı şekillerde dile getirilmiştir. AKP iktidarıyla birlikte bu durum daha güçlü bir şekilde propaganda malzemesi olarak kullanılmaya başlandı. Bizzat Erdoğan her ağzını açtığında “Ey Avrupa, Ey Amerika” diyerek aslında Türkiye’nin eski Türkiye olmadığını kendince dile getirdi.
Oysaki yapılanın bir politikacılık oyunu olmaktan öte bir anlamı yoktu. Emperyalizmle kurulan ilişkiler gereği Türkiye sermaye sınıfının izleyebileceği politikanın sınırları bizzat yine emperyalist kapitalist sistem tarafından belirlenmiştir.
Fransa emperyalist kapitalist blok içerisinde dünya planında güç olan bir ülkedir. Askeri ve ekonomik gücü Türkiye’nin imkanlarının çok üstündedir. Aynı zamanda belirli çelişkiler yaşasa da, ABD ile olan ilişkilerde Türkiye’nin ABD ile olan ilişkilerinden, çok daha köklü ve derindir.
AKP’nin Dış İlişkiler Bakanı Hakan Fidan, Rojava’ya dönük işgal saldırıları ve Suriye’nin genel durumuyla ilgili bir açıklama yaparken Fransa’dan küçük Avrupa ülkesi diye bahsetti.
Öncelikle AKP iktidarı, Suriye’de elde ettiği konjoktürel kazançtan ötürü başı dönmüş durumdadır. Kendisini, aynada aslan zanneden kedi misali kendisine yaşamda gerçekliği olmayan misyonlar biçmektedir.
Bir ülkenin büyüklüğünü ya da küçüklüğünü belirleyen şey, o ülke deki emekçi sınıfların yaşam düzeyi, aldıkları ücret ve o ülkenin mevcut sermaye birikimidir. Bu açılardan bir değerlendirme yaparsak Fransa mevcut AKP Türkiye’sinden fersah fersah büyük bir ülkedir.
Elbette Fransa bir emperyalist ülke olarak dünya kapitalizminin kanlı geçmişinin en karanlık izlerini taşıyan aktörlerden biridir. Bu konuda tarihi incelemek isteyenler Afrika ve Asya’da yaptığı sömürgeci katliamları yakından inceleyebilir.
Ancak meselenin esası Hakan Fidan’ın Suriye’de elde ettiği konjoktürel durumdan yola çıkarak kendini üstün görmesi ve Kürt halkı başta olmak üzere ezilenlere tehditler savurmasıdır.
Türkiye kapitalizmi büyük bir kriz içerisindedir. Emekçi sınıfların durumu her geçen gün daha da kötüleşmektedir. Bu koşullar altında hamaset üzerinden büyük ülke edebiyatı yapan iktidar sözcüleri esasen ülkenin içinde bulunduğu yoksulluk ve temel sorunları görünmez kılmak istemektedirler. Her geçen gün artan enflasyon hayatı daha da zorlaştırmakta asgari ücretle yaşamak her geçen gün daha da zorlu bir hali gelmektedir.
AKP-MHP son 10 yıllık dönemde Kürt sorununda çözümsüzlük ve savaş politikasında ısrar etti. Son dönemde Devlet Bahçeli’nin yaptığı açıklamayla iktidar cephesinden yeni bir söylem tarzı belirginlik kazanmaya başladı. “Terörü bitirmek için Öcalan’ı bile serbest bırakabiliriz” söylemlerinin arkasına gizlenen aslında AKP-MHP’nin Kürtlerle savaş politikasında başarısız olduğu gerçeğidir.
Dış politikada kendisini dev aynasında gören iktidar aynı zamanda iç politikada savaş dönemindekine benzer şekilde Dem partili belediyelere kayyum atama ve gözaltı operasyonlarına hız vermektedir.
Bütün bu tablo içerisinde, Ortadoğu’da istikrarın değil çatışmanın ön planda olacağı bir döneme girdiğimizi iyi kavramak gerekiyor. AKP-MHP iktidarı kendisine emperyalist kapitalist kampta daha etkin ve daha belirleyici olduğu bir görev talep etmektedir.
Bu görevi esasen Batı emperyalist bloğuyla uyumlu bir şekilde yerine getirmek istemektedir. Son olarak Suriye’de tezgahladıkları kumpaslara baktığımızda bundan en fazla zarar gören kesimlerin başında Filistin halkı gelmiştir. İsrail bu sürecin perde arkasında kazanan gücü olmuştur. Bu yönüyle AKP-MHP bloğunun asıl hedefi İran’ın karşısında pozisyon almak ve onun zayıflayan etki alanını devralma çabasıdır.
Bu politikalar temelinde dış politikada agresif bir dış politika iç politikada sorunlarını çözmüş bir iktidar vizyonu yaratma çabası içindedir. Kısa vadede kazanmış gibi görünen bu iktidar dış politikada kendi başına önemli sorunlar yaratmaktadır. Özellikle HTŞ gibi bir organizasyonun hamiliğine soyunması onu uluslararası alanda cihatçı selefi çetelerin destekçi olma imajını daha da perçinleyecektir.
İktidarın söyleminde Kürt soruna dair olarak da bir ön alma çabası içinde olduğu ve Kürtlerin bölgede elde edeceği daha büyük kazanımları engellemeye çalıştığını görmek gerekiyor.
Bütün bu gelişmelerin yanı sıra, Türkiye’de faşizmin baskıları artarak devam ediyor. Zindanlarda işkence yaygınlaşıyor, işçi sınıfı üzerinde sömürü ve baskı politikaları derinleşiyor, kadın düşmanı politikalar iktidar tarafından daha güçlü bir şekilde uygulanıyor.
Medya savunma alanlarında ve Rojava’da işgal politikaları derinleşerek, bizzat AKP-MHP iktidarı tarafından uygulanıyor.
Bütün bu gelişmelerle birlikte 2025 yılının çok hızlı başladığını görmek gerekiyor. Zindanlarda devrimci tutsaklar direniyor, işçi sınıfı sömürü politikalarına teslim olmuyor, kadınlar iktidara itaat etmiyor, Kürt halkı dağlarda , Tişrin’de, Karakozak’ta, Kobani’de direniyor, işgalcilere ve onların çetelerine boyun eğmiyor.
Tablo böyleyken önümüzdeki sürece direnen ve mücadele edenlerin yön vereceğini görmek gerekiyor. Faşist iktidar bütün hamaset söylemine rağmen göründüğü kadar güçlü değildir.
İşçilerin, ezilenlerin, Kürtlerin ve kadınların özgürlük mücadelesi faşizmin en önemli korkusu olmaya devam ediyor.
Faşist iktidarın Kürt sorunu başta olmak üzere birçok konuda attığı geri adımların esasen direnen güçlerin başarısı olarak görmek ve ezilenlerin direnişinin iktidarı bu seçeneğe zorladığını kavramak gerekiyor.
Şimdi mücadelemizi daha güçlü sahiplenme ve faşizme karşı devrimci mücadeleyi daha da yükseltme zamanıdır.

Paylaşın