Cenk Ağcabay, Gündem, Umut Yazıları

İran’a karşı Şam ve Beyrut ekseninde yeni “Savunma Kalkanı” – Cenk Ağcabay

Trump’ın yeni başkanlık dönemine başlamasına günler kala, Ortadoğu’dan Ukrayna’ya savaş bölgelerinde yoğun bir hareketlilik söz konusu. Gazze’de ateşkese yaklaşıldığına yönelik açıklamalar art arda geliyor. Hamas sözcüsü dün yaptığı açıklamada, “Ateşkes ve esir takası anlaşması son aşamalarına ulaştı” ifadesini kullandı. İsrail’in faşist Ulusal Güvenlik Bakanı Itamer Ben-Gvir sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, İsrail hükümetinin anlaşmayı kabul etmesi durumunda istifa edeceğini duyurdu. Faşist Maliye Bakanı Bezalel Smotrich’e de çağrıda bulunan Ben-Gvir, onun da aynı tutumu almasını istedi. Amerikan basınına düşen haberlere göre, anlaşmanın birkaç gün içinde açıklanması muhtemel. Haaretz gazetesi bir özel haberinde, geçtiğimiz hafta bölgeye giden Trump’ın Özel Ortadoğu temsilcisi Steve Witkoff, Cumartesi günü Netanyahu ile yaptığı görüşmede, Trump’ın anlaşmanın hızla sağlanmasını istediğini Netanyahu’ya bildirdi. Haaretz gazetesi haberinde, Netanyahu’nun yardımcılarından aldığı bilgileri aktarıyor ve Netanyahu’nun yardımcılarına göre, “Oyunun kurallarında bir değişiklik var.” Biden yönetimi “alışılmışın dışında” bir tarzda, “ABD’nin üstleneceği her türlü yükümlülüğün Biden’adeğil Trump’a ait olacağı gerekçesiyle Witkoff’un bu süreci yönetmesine izin verdi.” Anlaşma açıklanırsa, bu anlaşma Trump yönetiminin henüz iktidarı almadan icraatlarına başladığının önemli bir göstergesi olacak. 

Steve Witkoff Yahudi bir emlak yatırımcısı. Trump’ayakınlığıyla tanınıyor. Daha önce bu tarz herhangi bir görevde bulunmamış. Haaretz’e konuşan bir İsrailli yetkili Witkoffiçin, “Witkoff bir diplomat değil. Bir diplomat gibi konuşmuyor, diplomatik tavırlara ve diplomatik protokollere ilgi duymuyor. Hızlı bir şekilde anlaşmaya varmak isteyen ve alışılmadık derecede agresif tarzda ilerleyen bir işadamı.” diyor. Trump geçen hafta yaptığı bir açıklamada, kendisi göreve başlayana kadar Hamas’ın elinde bulunan rehineler serbest bırakılmazsa, bölgeyi cehenneme çevireceğini söylemişti. İsrail’in Kanal 14 televizyonunda anlaşmayla ilgili bir programda konuşan Netanyahu sözcüsü gazetecilerarasında yaşanan bir tartışmada konuşan gazetecilerden birianlaşmaya karşıydı ve anlaşma için neden Trump’ın göreve başlamasının beklenmediğini sorguluyordu. Gazeteci, Trump’ın “cehenneme çevirme” açıklamasına atıf yapıyordu. Ona göre, beklenseydi, Hamas “cehennemin ne olduğunu anlayacaktı.” Onun itirazlarına yanıt bir başka Netanyahusözcüsü gazeteciden geldi: “Çünkü Trump bunun için baskı yapıyor! İşte olan bu. Cehennemden bahsediyor ve bu arada elçisini bir anlaşma imzalaması için gönderiyor. Etkisi çok zor olacak bir anlaşma. Gerçek bu.” Netanyahu sözcüsü gazeteciler programda, Trump’ın bu tutumundan duyduklarıhayal kırıklığını ifade ediyordu. İsrail basınının manşetleri, Netanyahu’nun defalarca reddettiği anlaşmaya Trump’ıntemsilcisinin baskısıyla boyun eğdiğinde ortaklaşmıştı. 

Itamer Ben-Gvir tartışmalar devam ederken konuyla ilgili bir video mesaj yayınladı. Mesajında, “Geçtiğimiz yıl siyasi gücümüz sayesinde bu anlaşmanın gerçekleşmesini engellemeyi başardık, ancak o zamandan bu yana anlaşmayı destekleyen başka partiler de hükümete katıldı ve artık belirleyici faktör biz değiliz.” ifadelerini kullandı. Bu ifadeler İsrail’de muhalefetin hükümete yönelik sert eleştiriler yapmasına neden oldu çünkü İsrail hükümeti uzun zamandır anlaşmanın yapılamamasının temel nedeninin Hamas’ıntutumu olduğunu söylüyordu. Ben-Gvir mesajında, bu anlaşmanın, “İsrail’in Hamas’a teslimiyeti” anlamına geldiğini, “İsrail’in savaş kazanımlarını sildiğini” iddia etti. Ben-Gvir’in video mesajı hakkında konuşan muhalefet lideri Yair Lapid, “Herkes bana, ‘bu olamaz, şok edici, bunu nasıl söyleyebilir’ dedi. Ben-Gvir gözünü kırpmadan doğrudan kameraya konuştu. Korkunç gerçeği söyledi.” dedi. Trump’ınanlaşma için bastırması ve Netanyahu’nun bu baskı altında tutumunu değiştirme yönelimi göstermesi İsrail hükümetinin geleceğini tehlikeye soktu. Faşist bakanların istifa tehdidi, İsrail hükümetinin düşme tehlikesini doğurdu. Son birkaç gün içinde yaşanan bu gelişmeler, esas olarak, ABD emperyalizminin Gazze soykırımının birinci dereceden sorumlusu olduğunu apaçık gözler önüne serdi. Bir yıldan beri, güya ABD’nin tüm isteğine ve baskılarına rağmen girilemeyen yola, henüz koltuğa oturmamış Trump’ın“işadamı temsilcisinin agresif ilerlemesi” nedeniyle girilmiş olması, soykırımın gerçek sorumlusunun kimliğine işaret etmiyor mu? Netanyahu ve sözcülerinin Trump’ın bu yaklaşımı nedeniyle yaşadıkları hayal kırıklığı ne tür sonuçlar yaratır görülecek. Trump pazartesi günü yaptığı bir konuşmada, “Anlaşmanın çok yakın” olduğunu ve “hafta sonuna kadar duyulacağını” söyledi. 

Gazze’de soykırımın gerçek sorumlularından söz ederken Avrupa Birliği liderlerine işaret etmemek büyük eksiklik olacaktır. Almanya Başbakanı Olaf Scholz anlaşmayla ilgili bir açıklama yaptı. Açıklamasında, “Terör örgütü Hamas ile yapılacak bir anlaşmanın İsrail için ne kadar acı verici olduğunu anlıyoruz.” diyen Scholz, rehinelerin hayatınıkurtarmayı şu an öncelikli olarak düşünmek gerektiğini ifade etti. Soykırımın sorumlularından Scholz için Gazze’de sadece dün gece katledilen 23 çocuk ve sivilin hiç bir önemi yok, o İsrail’in katliamcı liderleriyle birlikte ulaşılacak anlaşmanın “ne kadar acı verici” olacağıyla ilgili. Aynı acıyı Scholz’daderinden hissediyor. Scholz’un rehinelerin hayatının değerini 15 ay sonra fark etmiş olması da, onun soykırım sorumluluğunun bir başka göstergesidir. Gazze soykırımındaki emperyalist sorumluluğun altı kalınca çizilmelidir çünkü bölgede yaşanan askeri ve politik gelişmelerde özellikle ezilen ve sömürülen halk sınıflarının ideolojik manipülasyonu ve bu manipülasyonun sonuçları önem taşımaktadır. Times Of Israelgazetesine konuşan İsrailli bir yetkili, Trump’ın bölge temsilcisinin Biden yönetiminin bir yılda yapamadığını bir toplantıda yaptığını söylüyor. Meselenin odaklanılması gereken noktası tam olarak burasıdır; Biden yönetiminin yapamadığı değil yapmadığı ve dahası soykırımın gerçekleşmesi için gerekli tüm silah ve malzemeyi sağladığı vurgulanmalıdır. 7 Ekim eylemini sadece Siyonist sömürgeciliğe yönelik değil bölgedeki emperyalist egemenliğin merkez üssüne yönelik bir eylem olarak ele almak ve soykırım girişiminin temel nedeninin emperyalist egemenliğin aşınan temellerini yeniden daha güçlü tesis etmek olduğunun altını çizmek önem taşıyor. Emperyalizmin Gazze’de taş üstünde taş bırakmama kararlılığının başat nedeni, bölgedeki direnme iradesinin tasfiyesi yönelişiydi. Siyonist katiller, 1948’den beri bölgede yüklenmiş oldukları rolü bu noktada bir kez daha oynadı. Dünyanın devrimci-demokratik güçleri gerçeklerin yerine geçirilmeye çalışılan yanılsamalar hakkında açık ve net bir tutum almalıdır. ABD Dışişleri Bakanı Blinken geçtiğimiz akşam Amerika’nın önemli emperyalist düşünce kuruluşlarından Atlantik Konseyi’nde Ortadoğu’da gelişmeler, gündemdeki Gazze anlaşması ve Ortadoğu’nun geleceği üzerine konuşuyordu. Blinken’ı protesto eden dinleyicilerinden biri, Blinken için “Kanlı Blinken Soykırım Bakanı” sloganını atarken, bir başka dinleyici “Blinken Savaş Suçlusu” pankartı açtı. Blinken’ıprotesto eden dinleyiciler, “Suçsuz çocukların kanı elinizde. Sizi asla affetmeyeceğiz. Sizi yargılayacağız.” sloganları atarken salondan çıkarıldı. Amerika’da gerçekleşen bu eylem, devrimci-demokratik güçlerin doğru sloganlarla, doğru hedefler gösterme pratiğinin başarılı bir örneği olarak değer kazandı. 

İngiltere’de yayınlanan önemli bilim dergilerinden Lancet’inGazze soykırımı hakkında yaptığı bir çalışma geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Çalışmanın bulgularına göre, Gazze’de verilen resmi ölüm sayısı gerçek ölüm sayısından yüzde kırk bir daha az. Araştırmaya göre, Gazze’de öldürülenlerin yüzde 59’unu kadın, çocuk ve 65 yaş üstü insanlar oluşturuyor. Bu araştırmanın sonuçları, Gazze soykırımının esas olarak direnme kapasitesinin imhası amacıyla Gazze’deki Filistin halkına ödetebilecek bedellerin en ağırını ödetmek olduğunu açık olarak gözler önüne seriyor. Basına iki gün önce düşen haberlere göre, Suriye topraklarını işgale devam eden İsrail ordusu, başkent Şam’daki Mezze Askeri Havalimanı’na yaklaşık 20 kilometre mesafede yer alan Beddua bölgesine kadar ilerledi. İşgal edilen bölgelerdeki tarım arazileri tahrip ediliyor. İsrail’in Suriye’de gerçekleştirdiği bu işgal, onun sadece güvenlik bölgeleri oluşturmayı hedeflemediğini, geniş bir alanı insansızlaştırmayı hedeflediğine işaret ediyor. Suriye’de İsrail işgalciliğinin önü açık, Suriye’ye armağan edilen yeni Cihatçı iktidarın şefi her açıklamasında, İsrail’le problem yaşamak istemediklerini tekrarlıyor. Ülke topraklarının işgal edilmesi, stratejik askeri tesis ve varlıkların yok edilmesi politik ve ideolojik karakteri nedeniyle yeni iktidar için sorun değil. Yeni iktidarın temel hedefi, ideolojik ve politik karakterine uygun olarak ülkenin Alevi ve Hıristiyan halkları.

Suriye’deki yeni Cihatçı iktidarın şefinin Ankara tarafından kravatlandırılması ve emperyalizm tarafından hızlı kabulü Suriye’de oluşturulmaya çalışılan İran karşıtı cepheyle bağlantılı. Geçtiğimiz hafta Roma’da ve Riyad’da düzenlenen uluslararası toplantılarda ortaya çıkan vurgular bu temel yönelişin daha görünür hale gelmesini sağladı. İsrail’in Haaretz gazetesinin deneyimli ve kulağı delik Ortadoğu editörü Zvi Bar’el’e göre bu toplantılarda ortaya çıkan tablo, “Suriye’de oluşacak İran’a karşı savunma eksenini” belirginleştirdi. Bar’el’in esas olarak üzerinde durduğu konu, bu eksenin güçlenmesinin İsrail ABD ilişkilerine nasıl bir etki yapacağıydı. Bar’el’e göre, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan “Suriye’deki yeni rejimin ebeleri” ve yeni rejimigüçlendirmek için gösterdikleri “yoğun faaliyet”, Trump’a“sessiz bir Ortadoğu sunmalarına” yardımcı olabilir. Bu ülkelerin Suriye’nin enerji ihtiyacını karşılamak için başlattıkları çeşitli faaliyetleri örnekleyen Bar’el, Katar’ın 1 milyon 200 bin devlet memurunun maaşlarının ödenmesini üstlenmesinin yeni rejimin stabilizasyonu açısından taşıdığı öneme dikkat çekiyor. Katar’ın yeni inşaat projelerinin finansmanında da önemli bir oyuncu olacağını vurgulayan Bar’el, Suudi Arabistan’ın da elini cebine atacağını vurguluyor. Suriye’nin ekonomik kaynaklarının sınırlılıklarına dikkat çeken Bar’el’e göre, Suriye esas olarak “İran’ın etkisinden korkan ve Trump yönetimiyle ilişkileri için güçlü bir temel oluşturmak isteyen ülkeler için hala bölgesel stratejik bir fırsat sunuyor.” Bar’el’in bu tespiti isabetli ve Suriye’ye emperyalizm tarafından yüklenecek yeni role ilişkin önemli açıklıklar sunuyor. Suriye Ortadoğu’nun kalbinde İran karşıtı cephenin bir üssü olarak konumlandırılmaya çalışılıyor ve çalışılacak. Suudi Arabistan’ın Lübnan’da da elini cebine atacağını söyleyen Bar’el, “Şam ve Beyrut’un İran’a karşı bölgesel bir savunma kalkanı” olarak konumlandırılması için Lübnan’da Fransa ve ABD’nin de ellerini ceplerine atmaları gerektiğini belirtiyor. Türkiye’nin ABD’yle olan ilişkilerini ve Ortadoğu’daki konumunu güçlendirmesindeki en önemli faktörün, Suriye’yi ABD’ye “İran’a kapalı bir alan olarak pazarlama” konusundaki başarısı olacağını belirten Bar’el, benzer bir biçimde, Suudi veliaht prensinin ABD’yle yeni ve daha güçlü ilişkilerinin yolunun Şam ve Beyrut ekseninin finansmanına sunacağı katkılardan geçeceğini yazıyor. 

Şam ve Beyrut’un “İran’a karşı bölgesel bir savunma kalkanı” olarak şekillendirilmesi hedefini paylaşan ve bu sürece katkı yapmak isteyenlerin “yoğun faaliyetleri” esas olarak emperyalist efendileriyle uyumlanma ve bu uyumun yaratacağı olanaklardan yararlanmayı amaçlıyor. Suriye’nin bölgedeki jeo-stratejik konumunu merkeze alan bu yaklaşımdan yararlanmak isteyen Türkiye ve İsrail Suriye’deki işgallerini elverdiğince genişletmeye çalışıyor. Türkiye egemenleri bölgesel yeniden şekilleniş sürecinde etkinliklerini arttırabilmek için, bu projeyle daha uyumlu bir konuma yerleşmek zorunda. Doğan olanaklardan yararlanarak Rojava’ya saldırılarını büyütmeye çalışan Türkiye egemenlerinin, İsrail’in Suriye’deki işgalini genişletmesi karşısındaki sessizliği stratejik yönelişlerinin ortaklığının önemli bir işaretidir. Suriye geçici hükümeti adı altında pazarlanan Cihatçı çetenin Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı ve İstihbarat şefinin bugün Beştepe’de kabulü, Rojava’yayönelik yeni saldırı planlamalarının varlığının bir göstergesidir. Rojava halkının yeni koşullarda politik statü kazanmasını engellemeyi Suriye politikasının merkezi unsurlarından biri haline getiren Türkiye devleti, bu hedef doğrultusunda saldırılarını genişletmek için hazırlıklar yapıyor. “İran’a karşı bölgesel bir savunma kalkanı” olarak Şam ve Beyrut ekseninin temel yönelişi, bölgedeki direnme kapasitesinin imhasıdır. Bu hedef doğrultusunda hızlı ve yoğunlaşmış bir faaliyet başlamıştır. Bölgenin direniş dinamikleriyse yeni koşullarda, yeni biçimler alarak Şam’dan Beyrut’a, Sana’dan Bağdat’a, Rojava’ya dek direnmeye devam edecektir.    

Paylaşın