AKP-MHP faşizmi, Kuzey Doğu Suriye topraklarında sivil halka dönük katliam gerçekleştiriyor. Özellikle emperyalist güçlerin bu duruma karşı gösterdiği sessizlik faşist iktidara desteklerinin ispatıdır.
Suriye Esad rejimi yıkıldıktan sonra, Türkiye devleti bütün dış politikasını esasen Kürtlerin, Suriye’nin yeniden yapılanmasında bir pozisyon almamaları üzerine kurdu. Suriye Milli ordusunu, Kuzey Doğu Suriye topraklarına dönük işgal saldırısına yönlendiren Türkiye devletidir.
SMO (Suriye Milli Ordusu), Türkiye devletinin örgütlediği, içerisinde MİT’in hakim olduğu, IŞİD artıklarından kurulmuş bir örgütlenmedir. Bu örgütlenmenin tek amacı Kürt halkının bölgede elde ettiği kazanımların tasfiye edilmesidir.
Sonuç olarak bu işgalci çeteler Türkiye devletinden elde ettikleri destekle Tişrin ve Karakozak hattına saldırı başlattılar. 40 güne yakın bir süredir süren direnişte yüzlerce çete QSD savaşçılarınca etkisiz hale getirildi. Türk devletine ait SİHA ve savaş uçakları Tişrin, Sirin ve Karakozak hattını aralıksız vuruyor. Bu koşullar altında direnişin devam etmesi ve çetelerin diğer bölgelerde elde ettiği gibi kolay bir zafer kazanmaması Türkiye devletinin planlarını alt üst etmiştir.
Faşizmin planı, Esad’ın gidişiyle ortaya çıkan kaostan yararlanarak Kürt halkının kazanımlarını tasfiye etmek ve özerk yönetimi yıkmaktı. Faşist Erdoğan rejiminin planları Tişrin Barajı’nın duvarlarına çarpmış durumdadır. Burada Faşist rejimin ve onun desteklediği SMO’nun başarısız olması Ortadoğu haklarının geleceği açısından önemli bir gelişme olacaktır.
Faşist iktidar, uluslararası hukuku da hiçe sayarak Tişrin Barajı’ndaki direnişe destek veren sivil halkın konvoylarını savaş uçakları ve SİHA’larla bombalamıştır. Bu durum önemli bir savaş suçudur. Bu gelişme faşist iktidarın halka dönük katliam ve suç içleme konusunda ne kadar pervasızlaştığını gözler önüne seriyor.
Dünya’da bu tür katliamları yapan çok az devlet vardır. İsrail devletinin Gazze topraklarında Filistin halkına karşı gerçekleştirdiği katliamın benzerini Faşist iktidar on yıllardır Kürt halkına karşı gerçekleştirmektedir. Bu yönüyle, her ne kadar ilişkileri farklı gibi görünse de İsrail devleti ile Türk devletinin halklara dönük katliam politikaları benzer pratiğe sahiptir. İsrail’in Gazze’de yaptığı katliama tepki gösterenin kendi iktidarının Rojava’da gerçekleştirdiği sivil katliamlara sessiz kalması kabul edilemez.
Türkiye toplumu yaşanan bu gelişmeler konusunda çok sınırlı bilgiye sahiptir. İktidarın kapıkulu olmuş medya katledilen sivilleri “şu kadar terörist” katlettik şeklinde haber yapmaktadır. Türkiye işçileri ve emekçilerine Türk devletinin işlediği savaş suçları konusunda gerçekleri anlatmak önemli bir devrimci görevdir. Bu yönüyle sınırlı sayıda medya kuruluşu dışında AKP-MHP iktidarın yandaş medyası iktidarlarının işlediği savaş suçlarını halktan gizlemektedir.
Türkiye devleti tavuk hırsızı SMO çetelerini her yönden desteklerken kendi halkına yoksulluğu ve sefaleti layık görmektedir. Ülke dışarıda güçlü devlet imajıyla yayılmacı politikalar izleyen iktidar işçi ve emekçilere hayatı zindan etmektedir.
Kapitalist sömürü düzeninin çarkları acımasız bir şekilde işlemekte kirli savaş propagandasıyla emekçilerin bilinçleri bulanıklaştırılarak sömürü çarkı sorunsuz döndürülmeye çalışılmaktadır.
Türkiye halkının kendisi büyük bir ekonomik krizle karşı karşıya iken iktidarın propagandasının yaptığı şey güçlü devlet retoriğidir. Güçlü devlet olmak askeri açıdan sınırlarına hakim olmak ve aynı zamanda yeni topraklarda söz hakkı olmak olarak görülmektedir.
İşçiler ve emekçiler ağır yoksulluk koşullarında yaşamaktadır. Enflasyon oranlarıyla asgari ücrete yapılan sınırlı zamlar yok olmaktadır. Halk yaşaması için gerekli olan temel tüketim ürünlerine ulaşamamaktadır. Ancak iktidar bu gerçekler her gündeme geldiğinde Suriye’den Irak’a, Libya’dan Somali’ye güçlü bir devletiz edebiyatı yaparak halkın yükselen sesini kısmaya çalışmakta neo-osmanlı hayalleriyle halkı kandırmaya devam etmeye çalışmaktadır.
Ancak mızrak çuvala sığmıyor. Gerçekler her türlü silahtan güçlüdür. Faşist iktidar sahte “güçlü devlet” propagandası yoksul halkın karnını doyurmamaktadır. Her geçen gün artan hayat pahallığı, yükselen ev kiraları ve yaşanan işsizlik her gün halkın yüzüne çıplak bir gerçek olarak çarpmaya devam etmektedir.
Diğer taraftan AKP-MHP iktidarının yandaş sermaye kesimleri her geçen gün daha da fazla zenginleşmektedir. Lüks debdebeli hayatları, milyarlık sarayları, lüks arabaları ve ortalığa saçılan zenginlikleri emekçi halkın saflarında ki öfkeyi daha da artırmaktadır.
AKP-MHP iktidarının söylem düzeyinde çok güçlü olduğu ama gerçekte en zayıf olduğu bir döneme giriyoruz. İktidar kaybettiği belediyelere kayyum atayarak, muhalif gazetecileri tutuklayarak, cumhurbaşkanına hakaret diye bir suç uydurup bunun üzerinden insanları hapishanelere atarak durumu idare etmeye çalışmaktadır.
Devrimci siyasetin görevi bütün bu gerçekleri daha güçlü bir şekilde işçi sınıfı ve emekçilere anlatmak olmalıdır. Faşizmin bütün baskılarına rağmen ezilenlerin tarihsel haklılığına yaslanarak gerçekleri anlatarak faşizmin yaratmaya çalıştığı sanal iyimser havayı dağıtmalıyız.
Halkta biriken öfke ve var olan yoksulluk faşist iktidarın en büyük korkusudur.
Türkiye halkları bu gerçekleri görerek faşist iktidarın katliamlarına ve baskılarına ortak olmamalıdır. Gün bu temelde faşizme karşı örgütlenme ve ondan hesap sorma günüdür.
