“Adaletsizliğe karşı direnişin uzun mirası” Filistin halkının kolektif bilincinin ayrılmaz bir parçasına dönüşmüştür, asla yıkılmayacaktır.
ABD Başkanı Trump’ın ülkesine resmi olarak davet ettiği ilk devlet yöneticisi İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu oldu. Batı basınında yer alan haberlerde, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin savaş suçları nedeniyle hakkında çıkardığı tutuklama kararına rağmen yapılan bu davete dikkat çekildi. Netanyahu resmi bir yazıyla 4 Şubat’ta ABD’de Trump’la buluşmak üzere davet edilmiş. Resmi davet metninde, “İkinci dönemimdeki ilk yabancı lider olarak sizi ağırlamaktan onur duyacağım” ifadesi bulunuyormuş. Geçtiğimiz hafta İsrail’e 2 tonluk bombaların gönderilmesi emrini veren Trump, yaptığı bir açıklamada, Gazze Şeridi’nin “temizlenebileceğini” ve Gazze halkının “Mısır ve Ürdün’e gönderilebileceğini” söylemişti. Dün bu konuda yeniden konuşan Trump, “Gazze’deki Filistinlilerin kargaşa, devrim ve şiddet olmadan yaşayabilecekleri bir bölgede yaşamalarını istediğini” tekrarladı.
Filistin halkının kendi topraklarından sürülmesi ve sürüldükleri toprakların Siyonist yerleşimcilere açılması hayli uzun geçmişe sahip bir uygulama. Filistin halkının direniş tarihi de aynı zamanda bu uygulamaya karşı direnişin tarihi olarak kabul edilebilir. İsrail’in Haaretz gazetesinin Ortadoğu editörü Zvi Bar’el Trump’ın bu konuşmalarını ele aldığı yeni yazısında, “Hamas’ın gözetiminde kuzeye doğru ilerleyen Gazzeliler” diyor, “Trump’ın enkazı ‘temizlemek’ ve yeniden inşaya başlamak için Gazze’yi boşaltma çağrısına bir cevap niteliğinde.” Bar’el Gazze halkının yıkıma uğramış topraklarına dönme kararlılığına işaret ederken, Trump’ın Filistinlilerin “sebat” kavramına yüklediği anlamı ve “enkaz ve molozlarla dolu olsa bile toprağa tutunma kararlılığını” göz ardı ettiğini vurguluyor. Uzun yıllardır bölgenin dikkatli bir takipçisi olan Bar’el’in bu tespitleri isabetli ve önem taşıyor. Enkaz altında 10 bin ölü beden bulunduğunun tahmin edildiği bilgisini paylaşan Bar’el, Gazze halkının yakınlarının enkaz altındaki bedenlerini bulup onları gömmek için çalıştığını söylüyor.
Gazze halkı tüm yoksunluklara rağmen topraklarına dönmekte kararlı çünkü yaşadığı deneyimler ona Siyonist yerleşimcilerin topraklarını ele geçirmek için beklediğini gösteriyor. Siyonist yerleşimciler “vaat edilmiş topraklar” için her daim teyakkuzda ve harekete geçmek için uygun koşulları bekliyor. Birleşmiş Milletler’in hazırladığı bir rapora göre, 1.8 milyon Gazzelinin evleri tahrip olmuş durumda yani evleri yok. İsrail’in Birleşmiş Milletler Yardım Kuruluşlarının faaliyetlerini engellemesi nedeniyle sağlıktan beslenmeye çok ciddi yoksunluklar var ancak tüm bunlara rağmen Gazze halkı topraklarında kalmaya kararlı. Kararlılar çünkü Trump’ın son açıklamalarının aslında Gazze’de soykırım saldırıları devam ederken İsrail yetkilileri tarafından da dile getirildiğini biliyorlar. 4 Aralık’ta yani Suriye hükümetinin düşmesinden dört gün önce, The Times Of Israel gazetesinde yayınlanan bir yazıda konu İsrail’in artan nüfusu nedeniyle duyduğu “Lebensraum”, yani “yaşam alanı” gereksinimiydi. “Lebensraum” faşist Nazi iktidarının ürettiği bir kavramdı. Bu kavram Nazi iktidarı tarafından faşist yayılmanın gerekçesi olarak sunulmuştu. İsrail basınıda İsrail’in artan nüfusu nedeniyle topraksal bir genişleme yaşaması gerektiğini vurguluyordu.
Geçtiğimiz eylül ayında İsrail’in Lübnan’a yönelik işgal saldırısı başlamadan kısa bir süre önce, İsrail’in Jerusalem Post gazetesi okuyucularına şu soruyu sormuştu: “Lübnan İsrail’in vaat edilmiş topraklarının bir parçası mı?” Gazete bu soruya yanıt vermek için Amerikalı bir Haham’a danışmış ve ondan aldığı bilgilerle, kutsal kitaptaki kimi bölümlerden aktarmalar yaparak, “Lübnan’ın İsrail sınırları içinde olduğunu ve Lübnan’ı fethetmenin bir yükümlülük” olduğunu dile getirmişti. Gazete yoğun tepkiler üzerine bu haberini çekmek zorunda kaldı ancak zihinlerde dolaşan düşünceleri kavramak açısından bu haber önemli bir işaretti. İsrail Başbakanı Netanyahu Suriye hükümetinin düşmesi ve İsrail ordusunun Suriye’deki işgalini genişletmesinin ardından yaptığı bir açıklamada, “Bölgede Sykes-Picot anlaşmasından bu yana, yüz yıldır yaşanmayan bir şey oldu. Tektonik bir değişim oldu, bir deprem oldu.” diyerek zihninde dönüp duranlara dair işaretler verdi.
Siyonist ve emperyalistlerin zihinlerinde dönüp dolaşanlara dair işaretler nedeniyle Filistin halkı topraklarını terk etmemekte kararlı. Haaretz gazetesi yazarı Amos Harel bu nedenle yazısına, “Kuzey Gazze’ye dönen kitlelerin görüntüleri Netanyahu’nun ‘Tam Zafer’ yanılsamasını yıkıyor.” başlığını attı. Harel’de Gazze halkının kararlılığına gönderme yapmıştı. Gazze halkının topraklarını terk etmeme kararlılığının uzun bir tarihi var ve bunun başlangıç noktasının 1930’lar olduğunu biliyoruz. 1930’larda henüz İsrail devleti ortada yokken, Siyonist hareketin liderlerinden David Ben-Gurion Filistinli Arapları başka Arap ülkelerine “transfer etme” ve onların topraklarını yeni Siyonist yerleşimlere açma planları yapıyordu. Filistin Arap halkının temsilcileriyle yaptığı bir görüşmede bu düşüncesini ifade etmiş, Filistinlilerin başka Arap ülkelerine transferine maddi ve pratik yardımlar sunabileceklerini söylemişti. Bu görüşmede Filistin halkının temsilcilerinden sert karşılıklar aldı ancak o dönem Filistin’i işgal altında tutan İngiliz yöneticilerle birlikte yeni “transfer” planları yapmaktan geri durmadı.
David Ben-Gurion 1948’de planlarının bir kısmını hayata geçirme olanağını buldu. 1948’de Nakba ile Filistin topraklarına el koydu ve bu toprakları Siyonist yerleşimlere açtı. İsrail daha sonra, 1967 ve 1973 savaşlarıyla topraksal genişleme noktasında yeni kazanımlar elde etti. 1930’larda İngiliz emperyalizminin bürokratlarının Siyonist liderlerle yaptıkları planlar şimdilerde ABD emperyalizminin şefi Trump ve Siyonist liderler arasında yenileniyor. Gazze halkını topraklarından sürme ve topraklarına el koyma planları her zaman olduğu gibi, “enkaz ortasında değil daha iyi bir yaşam” gibi klişe söylemlerle satılmaya çalışılıyor. Trump Mısır ve Ürdün liderlerini iyi tanıdığını ve onların bu planı kabul edeceklerini söyledi. Her iki ülkenin politik liderlerinin süzme ABD emperyalizmi uşakları olduğundan kimsenin kuşkusu yok. Her iki ülkenin politik liderlerinin bölgede Siyonistlere ne denli kıymetli hizmetler sundukları da gayet iyi biliniyor ancak Gazze halkını topraklarından sürme planına en başta bu ülke halkları şiddetle karşı çıkacaktır. Böylesi bir Siyonist planda aktif görev alma, bu ülke halklarıyla yönetimlerini keskin bir biçimde karşı karşıya getirecektir. Böyle olduğunu bildikleri için, Mısır ve Ürdün yönetimleri yaptıkları açıklamalarla “transfer”i doğru bulmadıklarını bildirdi. Bu açıklamaları esas olarak kendi halklarından duydukları korkunun ürünüydü.
Trump’ın Gazze halkını Mısır ve Ürdün’e “transfer” düşüncesi İsrail’in faşist Maliye Bakanı Bezalel Smotrich tarafından övgüyle karşılandı. Smotrich, “Yeni ve iyi bir hayata başlamak için başka yerler bulmalarına yardımcı olma fikri harika bir fikir.” dedi. Görüldüğü gibi, Gazze halkının iyi bir hayat sürmesini engellemek için her şeyi yaptıktan, üzerine tonlarca bomba yağdırdıktan sonra bunları söylemek ancak Siyonist liderlere özgü bir ayrıcalık olarak kabul edilmelidir. Trump ABD hükümetinin dış ekonomik yardımlarını 3 aylığına durdurma kararını birkaç gün önce açıkladı. Trump kararını açıklarken, İsrail ve Mısır’ın bu karardan muaf tutulduğu bilgisini paylaştı. İsrail’in bu karardan muaf tutulması şaşırtıcı değildi ancak Mısır’a da bu ayrıcalığın tanınması akıllara “transfer” düşüncesini getirdi. Bu kararın Mısır yönetimini “transfer” planına ikna etmek için bir kaldıraç olarak kullanılması muhtemel. Amerikan basını “transfer” planının geniş ölçüde tartışılmaya başlaması nedeniyle Gazze halkıyla görüşmeler yaptı ve Gazze halkının plan hakkındaki düşüncelerine yer verdi. Gazzeliler “transfer” planı hakkında net konuşuyor: “15 ay boyunca her taraftan saldırıya uğradık, aç bırakıldık ve aşağılandık, öldürülme, ölüm ve yıkım yaşadık ama gitmedik. Asla gitmeyeceğiz. Topraklarımızı İsrail’e vermeyeceğiz.”
“Transfer” planını ele alan Filistinli yazar Ramzy Baroud, “Dar bir toprak parçasına sıkıştırılmış, izole edilmiş, yoksul bir halkın birkaç nükleer bombaya eşdeğer bir ateş gücüne dayanmasının sırrını” yazısında ortaya koymaya çalışıyor. Baroud’un doğru saptadığı gibi, bunun kaynağı “adaletsizliğe karşı direnişin uzun mirası”dır ve bu miras “yıllar boyunca Gazze’deki Filistinli nüfusun kolektif zihniyetini şekillendirmiştir.” Bir imha savaşı yaşamış olan Gazze’deki Filistin halkı halen topraklarındadır ve burada kalmaya devam edecektir. “Adaletsizliğe karşı direnişin uzun mirası” Filistin halkının kolektif bilincinin ayrılmaz bir parçasına dönüşmüştür, asla yıkılmayacaktır.