AKP-MHP iktidarı ilk önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun üniversite diplomasını iptal etti. Sonrasında da aralarında Ekrem İmamoğlu’nun bulunduğu birçok belediye çalışanına operasyon düzenleyerek gözaltına aldı. Gerçekleşen bu gözaltı operasyonu ana muhalefet partisine dönük büyük bir tasfiye saldırısının habercisidir. AKP-MHP iktidarı adım adım bir tek parti yönetimine dönüşmektedir. Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali süreci esasen devletin kurumlarının nasıl AKP-MHP faşizminin hizmetinde olduğunu gözler önüne sermiştir. Bu operasyonla birlikte İstanbul şehrinde 4 günlük gösteri ve yürüyüş yasağı ilan edildi.
Şimdiden net bir değerlendirme yapmak çok zor ama belli ki Ekrem İmamoğlu büyük bir ihtimalle bu operasyon sonrasında tutuklanacaktır. Bu şekilde AKP-MHP iktidarı kendi iç cephe tahkimatını gerçekleştirme yönünde önemli bir adım atmış olacaktır.
Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimleri için karşısında en önemli rakiplerden biri olan Ekrem İmamoğlu’na dönük olarak gerçekleştirilen bu operasyon süreci Recep Tayyip Erdoğan’ın gelecek dönemde de iktidarda kalmak için her şeyi yapabileceğinin işaretini vermektedir.
Elbette ülkenin en büyük şehrinin belediye başkanına ve ana muhalefet partisine dönük gerçekleşen bu operasyon sadece Erdoğan iktidarının gelecek seçim tahkimatı olarak görülmemelidir.
Bölgede ve dünyada yaşanan gelişmeler düşünüldüğünde AKP-MHP iktidarının adım adım 3. Dünya Savaşı konjoktürüne dönük bir tahkimat yaptığını görmek gerekiyor. Bölge siyasetin ABD-İsrail merkezli olarak gelişecek yeni şekillenme sürecini faşist rejim kendisi için bir fırsat haline çevirmek istemektedir. Bu yönde özellikle Medya Savunma Alanları ve Rojava’ya dönük işgal saldırılarını daha da derinleştirecektir.
Beraberinde olası bir İran işgalinde, Rojava benzeri bir Kürt yapılanmasının ortaya çıkmaması için elini çabuk tutma çabası içerisindedir. Yaklaşan büyük savaş öncesinde faşizm kendi ülke içerisini dikensiz gül bahçesine çevirmek istemektedir.
DEM Partili belediyelere dönük yürütülen kayyum siyaseti belli ki ülkenin batısındaki CHPli belediyeleri de hedef almaya başlayacaktır. Ana muhalefet partisinin önümüzdeki seçimi bekleme hali bu yönüyle artık sürdürülmesi zor bir noktaya gelmiş bulunmaktadır.
Kürt Özgürlük Hareketi’ne dönük olarak gelişen süreç açısından da şunu söyleyebiliriz; İktidarın ana hedefi Kürt özgürlük mücadelesini tasfiye etmektedir. Yaşanan hiç bir gelişme bizlere ülkenin demokratikleşmesine dönük bir işaret vermemektedir.
Faşist iktidarın politikaları esasen daha da derinleşip toplum hayatının tamamını teslim almaya yönelmiş bulunmaktadır. Burada Kürtler, işçiler, kadınlar, gençler, LGBTİ’ler ve bütün ezilenler faşizmin hedefinde bulunmaktadır. Böylesi bir iktidarın genel bir demokratikleşme süreci yaşamadan ülkenin temel herhangi bir sorunu çözmekte başarılı olamayacağını görmek gerekiyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne dönük iktidarın operasyonu toplamında bir Bab-ı Ali baskınını andırmaktadır. İttihat ve Terakki, 1913 yılında Bab-ı Ali baskını yaparak iktidara tam hakim olmuştur. Sonrasında Enver, Talat ve Yakup Cemil öncülüğünde 1. Dünya Savaşı’na girilmiş ve imparatorluk darmadağın olmuştu.
Bugünde AKP-MHP iktidarı kendisini bir dev aynasında görmektedir. Ortadoğu’da oyun kurmakta; Ukrayna’ya asker göndermekte ve Avrupa Birliği’ne ayar vermektedir. Erdoğan ve şürekası kendilerini neo-osmanlı hayalleri içerisinde görmektedir. Bu hayallerin devamı olarak daha öncesinde Osmanlı sınırlarında olan Libya, Suriye, Kürdistan, Ermenistan, Azerbaycan, Kıbrıs, Somali ve Kosova’ya uzanan bir coğrafyada Batı emperyalizminin kendisine çizdiği sınırların daha ötesinde bir motivasyon ve misyonla arayış içine girmiş bulunuyor.
Bu sürecin sonucunda yaşanacak savaş konsepti Türkiye devleti için ciddi bir beka sorunu yaratacaktır. Erdoğan rejimi kendisini kaf dağının üstünde görürken ülkede yoksulluğun ve sömürü düzeninin bütün acımasızlığıyla devam ettiğini görmek gerekiyor.
İşçi ve emekçilerin yaşamında hoşnutsuzluk çok yoğun bir şekilde hissedilmektedir. Birbirinden bağımsız olarak gerçekleşen işçi direnişleri bu süreçte belirgin bir şekilde görünür olmaktadır. Faşist iktidarın bütün engellemelerine rağmen gerçekleşen grevler ve işçi örgütlenmelerinin toplumunun diğer mücadele dinamikleriyle buluşması faşist iktidarın en büyük korkusudur.
Faşist iktidarın saldırıları karşısında toplumsal direniş güçlerinin yan yana olmaması tek tek toplumsal muhalefetin cılızlaştırılıp tasfiye edilmesiyle sonuçlanacaktır.
CHP yönetiminin bu gün yaşadığı esasen daha önceden HDP’ye dönük faşist baskılar karşısında gösterdiği zayıf duruşun bir sonucudur. Kürt halkının belediyelerine el konulurken ve seçilmiş vekilleri tutuklanırken tavır almayan ana muhalefet şimdi kendisi için aynı süreci yaşamaktadır. CHP açısından AKP iktidarının saldırıları karşısında etkili bir tutum alırsa bu rejim krizini daha da derinleştirecektir. Ancak şimdiye kadar CHP’nin tavrı böylesi bütün kritik eşiklerde rejimin bekasını düşünerek hukukun üstünlüğü söylemiyle düzen içi muhalefet konumundan milim sapmamıştır.
AKP-MHP iktidarı bundan önceki bütün pratiklerinde ilk önce gözaltı, kayyum, tutuklama v.s. pratiklerini yapıp toplumsal muhalefetin tepkisine göre daha ileri gitmekte ya da geri adım atmaktadır.
Elbette olayların gelişim hızı değerlendirme yaparken zaman zaman acele açıklama yapmaya zorlayabilmektedir. Fakat bütün bu süreç boyunca en dikkat çekici gerçek Türkiye siyasi hayatının büyük bir kriz içerisinde olduğudur. Bu kriz, esasen ülke kapitalist sömürü düzeninin kendi içerisinde yaşadığı krizden kaynaklanmaktadır.
Faşist iktidar devlete hakim olmanın bütün olanaklarını kullanarak kendine muhalif olan kesimleri sindirme ve bastırma siyasetinin sonucu olarak toplumda büyük bir öfke birikmektedir. Devrimci siyaset bu öfkeyi örgütleme ve kitleleri faşizme karşı mücadeleye karşı sevk etme konusunda eline geçen bütün fırsatları en doğru şekilde değerlendirmelidir.