AKP-MHP iktidarının Ekrem İmamoğlu’nu ve diğer belediye çalışanlarını önce gözaltına alıp sonra tutuklaması, 19 Mart tarihinden başlayarak ciddi bir protesto eylemlerine dönüştü. Bütün bu eylem süreci bugüne kadar değişik formlarda devam etmektedir.
Öncelikle uzun bir aradan sonra böylesine yaygın ve sürekli protesto süreçlerinin yaşanması önemli bir gelişmedir. Türkiye işçi sınıfı ve ezilenlerin mücadelesi açısından yıllardır toplumsal muhalefetin içinde bulunduğu atalet durumunun değişeceğinin ilk işaret fişeği bu eylemlerle kendini göstermiştir.
İktidar yandaşı medya, bu eylemleri karalayan ve hedef gösteren söylemlere sahip olsa da halkın büyük kısmı tarafından gerçekleştirilen eylemlerin büyük bir toplumsal meşruiyete ulaştığını görmek gerekiyor.
İktidarın son 10 yıllık süreçte en büyük korkusu sokakta ona karşı etkili ve sürekli bir halk muhalefetinin oluşmasıydı. Bu yönüyle gerek AKP iktidarının sözcüleri, gerekse onun küçük ortağı MHP’nin sözcüleri hemen hemen her fırsatta oluşabilecek bir halk muhalefetine dönük tehdit söylemlerini dillendirdiler.
Burada, Gezi Direnişi hatırlatması yapan faşist iktidarın sözcüleri, özellikle bir sokak hareketinin her türlü zorla bastırılacağı tehdidini sürekli olarak dillendirdiler. Bu tehditler, yine iktidarın kendi çizdiği sınırların dışına çıkan bir muhalefetten ne kadar korktuğunu gözler önüne seriyor.
İktidarın bütün tehditlerine rağmen halk muhalefeti sokağa çıktı ve asla geri adım atmadı. Bu çok moral verici bir gelişmeydi. Sokaklarda direniş örgütlendi, iktidarın gözaltı ve tutuklama tehdidine rağmen sokaklar terkedilmedi.
Bütün bu tablo içerisinde, sürecin devamı olarak gelişen 2 Nisan boykotu önemli bir etki yarattı. İktidar medyasının yalanlamasına rağmen yapılan harcamalarda büyük bir düşüş yaşandı. AKP iktidarı kendisini para ve rant ilişkileri üzerine kurmuş bir iktidardır. Bu alana dönük yapılan boykot, AKP-MHP iktidarına akan muslukları keseceği için iktidar açısından büyük bir tehdit oluşturmuştur.
Sermaye çevreleri büyük bir tedirginlik yaşamıştır. Bu yönüyle görünürde Kemalist ve modernizm yanlısı görünen burjuva temsilcileri, boykot edilen iş yerleriyle dayanışma açıklamaları ve ziyaretlerinde bulunmuşlardır. Zira bir şekilde sermaye kesimlerine dönük boykot, genel olarak ülke içerisinde kapitalist üretim ilişkilerini tehdit etme potansiyeli taşımaktadır.
Özellikle iktidar ve onun temsil ettiği sermaye kesimleriyle kopma sürecine gidebilecek böylesi bir girişim sadece MUSİAD’ı değil aynı zamanda TUSİAD’ı da tedirgin edecektir. Bütün bu gelişmelerin ışığında yükselen bir halk hareketinin işaretlerinin kendisini gösterdiğini görmek gerekiyor. Bu hareket içerisinde genel olarak devrimci örgütlenmelerin özel olarak da devrimci siyasetin etkisi sınırlı bir pozisyondadır.
Ancak bu durum, geçici bir durumdur. CHP ve türevleri düzen partileri gelişen bu harekete önderlik edemezler. Hareketin mevzi kazandığı her yerde devrimciler bu harekete önderlik etmiştir. Barikatlar aşan kitleleri polis barikatlarına karşı seferber eden devrimci örgütlenmeler olmuştur. Düzen siyaseti kendi üzerine gelen iktidar baskısını zayıflatmak için sokağa çıktı. Ancak bu sokağa çıkış çağrısı özgürlük sandıkta değil sokakta sloganına dönüşerek geniş halk kitlelerinde önemli bir bilince dönüştü.
Sokak hareketinin gücü, devrimci eylemi, birçok açıdan geniş halk kitlelerinde önemli bir bilinç sıçraması yarattı. Devrimci hareketler üzerlerindeki baskıyı ve devlet terörüne rağmen bulundukları alanlarda sokaklara çıktılar, iktidarın faşist baskılarını protesto ettiler. Şimdi artık cin şişeden çıkmış oldu. Geniş halk kitlelerinde önemli bir devrimci enerji açığa çıktı.
19 Mart sürecinde başlayan eylemler aynı zamanda CHP açısından da bir dizi kazanım yarattı. Öncelikle Ekrem İmamoğlu tutuklansa da, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’ne kayyum atanmaması konusunda iktidarı en fazla sıkıştıran şey sokaklarda ortaya çıkan devrimci halk muhalefeti olmuştur. Bu muhalefet anti faşist bir muhalefettir. Birçok açıdan yan yana gelen güçlerin bileşeni ve muhtevası farklıdır. Ancak AKP iktidarını İstanbul Belediyesi’ne kayyum atamadan alıkoyan şey halkın sokaklarda gösterdiği demokratik anti faşist muhalefet olmuştur.
Aynı şekilde CHP’ye dönük kayyum planları yine iktidarın önemli bir hesaplarından biri olabilir. Yine sokağın devrimci eylemliliği iktidarı tedirgin etmiş ve geri adım attırmıştır. Yoksa AKP iktidarı açısından uluslararası konjonktür böylesi bir kayyum süreci yaratmaya en uygun süreçti.
Türkiye ve Kürdistan devriminin güçleri açısından gelişmeleri doğru okumak çok önemli bir yerde durmaktadır. Güçlü bir AKP-MHP iktidarı, Kürt sorunu dahil ülkenin bütün temel sorunlarını esasen egemen iktidarı tahkim edecek bir zeminde değerlendirecektir.
Ancak sokakta gelişen halk muhalefetiyle zayıflatılmış bir faşist rejim, hem Türkiye anti faşist muhalefetine hem de Kürdistan özgürlük hareketine karşı daha zayıf bir pozisyonda olacaktır. Uluslararası emperyalizm ve bölgesel dengeler açısından AKP iktidarının kendisine bir düzeyde yeni kredi alanları açtığını görmek gerekiyor.
ABD’nin Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanma sürecinde gösterdiği tavır bu yönde yeni bir durum olarak okunmalıdır. ABD emperyalizmin planlarıyla örtüşen bir AKP iktidarı Trump yönetimi tarafından makul görünmektedir. Avrupa Birliği’nde bağzı sembolik tavırlar alsa da etkili bir karşı tepki vermemiştir. Bütün bu gelişmeler faşist iktidarın emperyalizm ile uyumlu şekilde bölge planında bir takım maceralara atılma hevesi içerisinde olduğunu gösteriyor.
Demokrasi ve özgürlük mücadelesi, işçi sınıfı başta olmak üzere, ezilenlerin eyleminin sonucu olarak gelişebilir. Faşist iktidarı geriletecek olanda bu mücadelenin yarattığı meşruiyet alanı ve sokaklarda gelişen devrimci halk muhalefeti olacaktır.