1 Mayıs 2025’e kısa bir süre kaldı. Ülkemizde ve bölgemizde emperyalist kapitalist sistem kaos ve sömürü üretmeye devam ediyor. Dünya ekonomik sistemi içerisinde sömürü düzeninin çarkı her gün daha acımasız bir şekilde işlerken yaşam işçi, emekçi ve ezilenler için daha zor bir hale gelmektedir.
Kapitalist sömürü düzeninin acımasız çarkı Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri açısından daha da acımasız bir şekilde dönmektedir. AKP-MHP faşist iktidarının yandaşlarının bütün “büyük devlet” ve “güçlü ülke” demagojileri, mesele işçi sınıfı ve emekçilerin yaşam şartlarına geldiğinde iktidarın hayalleri emekçilerin yaşamının gerçeklerinin sert duvarlarına çarpmaktadır.
Yoksulluk içinde yaşayan işçi ve emekçiler için hayat her geçen gün daha da zor bir hal almaktadır. Hayat pahalılığı her gün artarken işçi ücretleri her ay katlanan enflasyonla daha işçinin cebine girmeden yok olmaktadır. Bütün bu hayat şartları içerisinde iktidarın her türlü baskına rağmen bir birinden bağımsız bir şekilde ortaya çıkan işçi direnişleri sömürü düzeninin karşısında direnişin ve öfkenin mayalandığının ispatıdır.
Türkiye egemen sınıfları ülke içerisinde işçi ve emekçilerin hayatını en acımasız şekilde sömürürken aynı zamanda örgütlenme ve gösteri haklarını da yasaklamaktadır. Geçtiğimiz 1 yıl içerisinde işçi sınıfının örgütlediği direnişlerin büyük kısmı sendikal örgütlenme hakları ve bunun beraber ücret artışı talepleri üzerinden gelişmektedir.
AKP-MHP iktidarı toplumsal hayata dönük olarak baskı ve sindirme politikaları yaygınlaştırmaktadır. 19 Mart tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yapılan gözaltı operasyonu ve sonrasında Ekrem İmamoğlu ve belediye çalışanlarının tutuklanması faşist iktidarın toplumu teslim alma politikalarında el yükselttiğinin ispatıdır.
Faşist iktidarın gözaltı ve tutuklama politikaları karşısında sokağa çıkan anti faşist halk hareketi toplumsal muhalefet açısından önemli bir enerji ve moral yaratmıştır. AKP-MHP faşist iktidarı ana muhalefet partisi CHP’yi hedef alan bir politikayla kendisine muhalif olan bütün kesimleri teslim almak istemektedir. Bu yönüyle faşist rejim yaklaşan 3. dünya savaşı konjonktüründe iç cepheyi tahkim etmektedir. Bu tahkimatın ana fikri ülke içerisinde toplumsal muhalefeti teslim almak ve ana muhalefet partisine uzanan bir yeni dizayn süreci işletmektir.
Daha önce HDP’li belediyelere dönük gerçekleşen kayyum ve gözaltı yöntemleri bu gün CHP’li belediyelere karşı da kullanılmaktadır. Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve tutuklanması süreci esasen onun olası Cumhurbaşkanlığı adaylığını engellemeye dönük önemli bir hamledir. İktidar cephesinde diploma iptali ve sonrasında yaşanan esasen 30 yıl evvel yaşanan bir süreçle ilgili suç uydurma siyaseti esasen devlete hakim olan faşizmin devletin bütün olanaklarını kullanarak iktidarda kalmak için her şeyi yapacağının pratikte itirafı olmuştur.
Erdoğan iktidarı asla normal yollarla bırakmayacağı kendisinin iktidarının devam etmesi için her şeyi yapabileceğinin yaşanan gelişmelerle adım adım doğrulanmaktadır. Bütün bu konjonktürde işçi sınıfı ve emekçilerin birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs aynı zamanda bütün toplumun ihtiyacı olan özgürlük ihtiyacı kendini en güçlü şekilde hissettirmektedir. AKP-MHP faşizmi ülkeyi adeta bir halklar hapishanesine çevirmiş bulunuyor. Gazetecilerden, öğrencilere, avukatlardan, siyasetçilere ve sendikacılara kadar uzanan geniş bir isim listesi faşist rejim tarafından hapishanelere gönderilmektedir. Zindanlara atılan bu kesimlerin ortak sorunu özgürlük yoksunluğudur. Faşizm insanları gözaltına almakta ve tutuklamakta bu şekilde onları korkutmaya ve sindirmeye çalışmaktadır.
Bu tablo 19 Mart sonrası oluşan eylemlerle önemli bir kırılma yaşamış bulunuyor. Son 10 yıldır faşist iktidarın baskılarıyla ve zulmüne maruz kalan işçi, gençlik ve kadınların öfkesi bu eylemlerle birlikte faşizmin korku duvarlarını yıkmış bulunmaktadır. İktidarın bütün yasaklama ve tehditlerine rağmen üniversiteliler, liseliler, köylüler ve işçiler sokaklarda özgürlük için meydanlara çıkmış bulunmaktadır.
Bu tablo içerisinde 1 Mayıs 2025’in tarihsel önemi daha da artmaktadır. İşçiler, gençler, Kürtler, kadınlar ve bütün ezilenler alanlarda faşist sömürü düzenine karşı özgürlük ve eşitlik taleplerini haykıracaklardır. İktidarın bütün baskılarına rağmen gelişecek halk muhalefeti önemli bir ivme yakalamış bulunmaktadır.
Devrimci siyaset açısından faşist iktidarın her türlü baskı ve yasaklarına rağmen 1 Mayıs alanlarında özgürlük ve sosyalizm bayrağını yükseltmek düşmanın her türlü baskısı karşısında mücadelede ısrar ettiğimizin kanıtıdır.
Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde Taksim Meydanı’nın büyük bir tarihsel önemi bulunmaktadır. Bu yönüyle 1 Mayıs günü Taksim Meydanı’nın işçi sınıfı, emekçiler ve ezilenler tarafından özgürleştirilmesi 1 Mayıs’ta 1 Mayıs alanında olmak açısından büyük bir öneme sahiptir. İşçi sınıfının örgütlerinin ve diğer devrimci güçlerin ortak bir mücadele anlayışıyla meydanları zapt etmesi faşizmin karşısında ortaya çıkan anti faşist halk muhalefetiyle buluşmak devrimci mücadelenin gelişmesi açısından önemli bir ivme yaratacaktır. Devrimci siyaset bu yönüyle işçi sınıfıyla buluşma ve kendi örgütsel varlığını geliştirme konusunda ortaya çıkan anti faşist mücadele dinamikleriyle buluşma konusunda ısrarcı olmalıdır.
Devrim ve sosyalizm taleplerinin daha geniş halk kesimleriyle buluşması faşist iktidarın karşısında oluşan anti faşist direniş dinamiklerinin daha da yaygınlaşması birleşik mücadeleyi daha da geliştirecek bir tarihsel momentum yaratacaktır. Mücadele içerisinde bu gün atılan küçük adımlar kısa sürede önemli sonuçlar üretebilecektir.
Faşizme karşı gelişen halk muhalefetiyle buluşmak ve onun direnişini daha ilerilere taşımak bizlerin tarihsel sorumluluktur. Tıpkı 2013 yılında Ulaş Bayraktaroğlu önderliğinde Gezi Barikatlarında yaptığımız gibi. Kitle ile birlikte ve onu bir adım önünde faşizme karşı direnişi büyütmeli ve özgürlük bayrağını yükseltmeliyiz.