İran’ dönük İsrail saldırısı ile Ortadoğu’da gelişen savaş dinamikleri yeniden hareket ivmesi
kazandı. ABD’nin desteğini alan İsrail İran’a diz çöktürmek için kapsamlı bir hava saldırısıyla İran
Devrim Muhafızları’nın üst düzey yöneticilerini öldürdü.
Ardından İran füze saldırılarıyla karşılık verdi. Gelişmelere bakıldığında saldıran taraf İsrail
karşısında kendisini savunan İran. Bütün gelişmeler düşünüldüğünde İran’ın yaşayacağı bir yenilgi
ve teslimiyet durumu bölge hakları açısından, anti emperyalist ve anti siyonist mücadele açısından
büyük bir gerileme yaratacaktır.
7 Ekim El Aksa Tufanı sonrasında gelişen savaş, esasen İsrail ve batı cephesinin zaferiyle
sonuçlanması Ortadoğu’da Büyük Ortadoğu Projesi’nin inşasıyla sonuçlanacaktır. Bu gelişme
bölgesel anlamıyla işçi sınıfı hareketi ve ezilen ulus hareketlerinin gelişim dinamiklerini
zayıflatacaktır.
Dünya planında olduğu gibi bölgesel planda oluşan çok kutupluluk ve egemen güçlerinin bölgesel
anlamda zayıflığı işçi sınıfı ve ezilenlerin mücadelesi için devrimci olanaklar yaratmıştır. Bu
yönüyle Batı bloğunun zafer kazanması ve askeri olarak hakimiyetini güçlendirmesi bölgesel
anlamda devrimci güçlerinin zayıflamasıyla sonuçlanacak gelişmeler yaratacaktır.
Rojava Devrimi böylesi bir çelişki durumundan yararlanarak gelişmiş ve güçlenmiştir. Rojava
Devrimi ortaya çıktığı günden itibaren Esad rejimi ile ciddi bir çatışmaya girmemiş, esasen
yoğunluğunu IŞİD ve türevlerine karşı mücadele etmeye vermiştir.
Bu mücadele süreci Türkiye iktidarının saldırılarıyla zaman zaman kesintiye uğramıştır. Kürt
sorunun gelişimi ve Kürt örgütlenmesinin gelişim düzeyi, Türkiye egemen sınıflarının yürüttüğü her
siyasi hamleyi Kürtlere karşı yapmaya teşvik etmektedir.
Bugün İran emperyalizmin ve Siyonizm’in saldırısı altındadır. İran’da var olan Molla rejimi, Şii
İslami bir rejimdir. Bu rejim devrimcilere, sosyalistlere ve Kürtlere dönük olarak yıllardır baskılar
uygulamaktadır.
Bugün mevcut İran yönetiminin eskisi gibi devam etmesi çok zor görünmektedir. İran yönetimi
Beşar Esad’ın yaptığı hatalara düşerse sonu Esad’dan farklı olmayacaktır. Esad, Arap milliyetçiliği
üzerine kurulmuş seküler ve sol söyleme sahip bir rejimdi.
Özellikle Sovyetler yıkıldıktan sonra yeni oluşan Ortadoğu ve dünya dengelerini anlama
konusunda Esad rejimi geride kaldı. Neo-liberal dünya düzenine entegrasyon konusunda çok istekli
davrandı. Özellikle Kürtleri rejime içerip demokratik bir Suriye yönetimi kurabilseydi. Ahmet Şara
gibi bir IŞİD artığı tarafından iktidarı al aşağı edilmezdi.
Bugün Molla rejimi de demokratikleşme ve halkların özgürlük mücadelesinin gelişim
dinamiklerini görüp ona göre kendini gözden geçirirse doğru adımlar atabilir.
İran her hangi bir devlet değil yıllara dayanan bir devlet geleneğine sahip aynı zamanda güçlü bir
anti emperyalist ve anti siyonist söyleme sahiptir. Ancak Molla rejiminin en büyük zayıflığı onun
kapitalist sömürü düzeniyle uzlaşma içerisinde olan politikalarıdır.
İsrail’e karşı dillendirilen düşmanlık 7 Ekim sonrası gelişen süreçte Batı ile bir denge kurma
arayışına yöneldi. Bu yönüyle verilen tavizler İran’ın emperyalist siyonist ittifak tarafından hedef
alınmasını engellemedi.
Türkiye devrimci hareketinin genelinde anti emperyalist ve anti siyonist bir bilinç bulunmaktadır.
Dolaysıyla solu bu yönlü bir tartışma zemininde sıkıştırmak mantıklı değildir. Doğru olan İran
halkıyla dayanışma içerisinde olmak ve aynı zamanda Türkiye devletinin emperyalist-siyonist Batı
bloğuyla olan ilişkisini teşhir etmektir.
Elbette emperyalist güçlerinin saldırıları ve dünya planında kapitalizm içerisindeki hegemonya
savaşları devrimci güçlere bunları değerlendirme olanakları da sunacaktır. Ekim devrimi de böylesi
bir konjonktürde ortaya çıkmıştır. Burada devrimci güçlerinin örgütlülük ve mücadele dinamiklerini
güçlü kılmasının ayrı bir önemi vardır.
Biz devrimciler açısından bölgesel ve dünya planında önemli gelişmelerin yaşandığı bir döneme
giriyoruz. İran rejiminin yenilgisi ve sonrasında Batı yanlısı bir yönetimin kurulması Batı bloğunu
Ortadoğu’da büyük bir avantaj sağlayacaktır.
Aynı zamanda Filistin davasının sahiplenilmesi ve gelişimi açısından da daha karanlık bir dönem
yaratacaktır. Gazze, Lübnan, Yemen, Suriye, Irak ve şimdi İran hattında devam eden savaş esasen
Batı emperyalizminin soğuk savaş döneminden kalan anti-emperyalist söylemin hakim olduğu
ulusal hareketleri ve milliyetçi rejimleri tasfiye etme hamlesidir.
İran bu süreçte en zorlu ve direngen güç olarak en sona bırakılmış durumdadır. İran devleti
içerisinde halen Batı ile bir zeminde uzlaşma sağlanabileceğini düşünen ciddi bir klik
bulunmaktadır. Bu klik esasen nükleer anlaşma v.s. Süreçleri yürüterek İran’ı yeniden Batı’nın
hakim olduğu dünya ekonomik sistemi kısmına entegre etme çabası içerisindedir.
İran’ın bütün bu açmazlarına rağmen İsrail’e karşı koyması ve İsrail şehirlerini füzelerle vurması
İsrail’in son iki yılda Filistin halkına dönük gerçekleştirdiği zalimlikler düşünüldüğünde dünya ve
bölge ezilen halkları açısından büyük bir sempati yaratmıştır.
Bölgesel anlamda yaşanan gelişmeler İran’da devlet otoritesinin ortadan kalması ve sonrasında
Suriye’de 2012 sonrası yaşanan süreçlere benzer gelişmeler yaşanması ihtimali taşımaktadır. Bu
yönüyle İran Molla rejiminin zayıflaması yada yıkılması sonrası bölgede devrimci halk
yönetimlerinin ortaya çıkması önemli bir gelişme seçeneği olacaktır.
Türkiye devrimci hareketinin görevi ise esasen kendi egemen sınıfıyla hesaplaşmak ve onun iki
yüzlü anti Siyonizm maskesini indirmek olacaktır. İsrail devletiyle askeri ve ekonomik işbirlikleri
devam ederken aynı zamanda İran’da ortaya çıkacak bir otorite boşluğundan yararlanma konusunda
Türkiye sermaye sınıfı ellerini ovuşturmaktadır.
Türkiye iktidarı bu savaşta doğrudan İsrail-ABD ittifakından yana bir politika izlemektedir ve
böyle bir politika yürütecektir. Batı bloğunun kazandığı askeri ve ekonomik mevzilerden
yararlanma konusunda Türkiye egemen sınıfları çok istekli ve ısrarcıdır. Esad rejiminin yıkılması sonrası Suriye, Kaddafi sonrası Libya ve bugün Molla rejimi sonrası İran içinde benzer arayışlar Türkiye sermaye sınıfının genel yaklaşımıdır. İran yönetiminin geleceğini belirleyecek olan bölgesel düzeyde göstereceği direniş ve kendisini yeni koşullara uygun bir pozisyona taşıyıp taşıyamaması olacaktır.
Özetle bu süreçte en önemli beklentimiz işçi sınıfı ve ezilen halkların mücadelesinin lehine olan
sonuç olacaktır. Buda Ortadoğu halklarının kendi geleceklerini emperyalist Siyonist blok dışında
özgürce karar vermesinden geçmektedir. Aynı zamanda emperyalist Siyonist ittifak ve onun karşısın
Molla rejiminin koşulsuz destekçisi olmadan kendi devrimci seçeneğini yaratmaya yönelmelidir.
Rojava için bu seçenek hayat buldu, Rojhilat içinde hayat bulabilir, aynı şekilde gelecekte Türkiye
içinde benzer bir seçenek ortaya çıkabilecektir
Bütün bu gelişmeler örgütlü ve güçlü bir devrimci hareketin gerekliliğinin altını çizerken aynı
zamanda bu hareketi var edebilmek için olanaklarımızı seferber etme konusunda güncel devrimci
görevlerin yakıcılığının altını bir kez daha çizmemizi zorunlu kılmaktadır
Bu yönüyle temel motivasyonumuzu emperyalizmin, siyonizmin ve kaptalist sömürü düzenin
geriletilmesinden almamız gerekiyor. Türkiye egemen sınıflarına dönük mücadele deki devrimci
görevlerimizi bir gün olsun unutmadan hareket etmek zorundayız.
Esas görevimiz kendi egemen sınıflarımızı zayıflatmak ve onların sömürü düzenini yıkmak
olmalıdır. Bu temelde emperyalizm ve Siyonizm’le tarihsel ittifak içerisinde olan AKP-MHP
iktidarının “mazlumların yanında olma maskesini” devrimci propaganda ve halka gerçekleri
anlatarak düşürmeliyiz.