Çeviriler

Göçmen Soykırımı: Avrupa sınıf mücadelesine Üçüncü Dünya perspektifinden bir bakış – Iker Suarez (Umut Çeviri Kolektifi)

Sadece 2024’te İspanya’ya geçişte 10.000’den fazla kişi öldü. 1 Haziran 2022’de, Fas’taki iki İspanyol yerleşiminden biri olan Melilla’nın sınır çiti, yüzlerce Afrikalı göçmenin öldürüldüğü veya kaybolduğu bir katliama tanık oldu. 2 Yakın zamanda yapılan bir BBC araştırması, Yunan sınır muhafızlarının Yunan topraklarında bulunan göçmenleri sistematik olarak geri göndererek onları denize geri attığını ortaya koydu. Bu arada, Frontex (Avrupa’nın ICE’si) en büyük bütçeye sahip AB ajansı haline geldi ve kendi gemileri, uçakları, insansız hava araçları ve silahlarıyla göçle mücadele etmek için hızla 10.000 kişilik bir ordu kuruyor. Daimî Kolordu olarak adlandırılan bu kuvvet, ilk ve tek pan-Avrupa silahlı kuvvetidir.

Katliam raporları Avrupa sınırlarının kısa tarihini noktalıyor. Ölüm, öfke ve unutuşun tekrarlayan medya döngüsü artık alışılmış bir durum. Katliamların birikimi siyasi güçler veya daha geniş halk arasında neredeyse hiç kayda geçmiyor. Avrupa’nın “sol”u, hem ılımlı hem de “radikal”, hükümetteki kendi pozisyonlarına bağlı olarak göçmen ölümlerini dönüşümlü olarak kınıyor veya küçümsüyor.

Ancak daha fazla medyatikleşen katliamlar arasında, kesintisiz bir ölüm akışı kuraldır. Çoğunlukla bildirilmeyen, sayılması bile zor. Savunucular, 1993’ten bu yana Avrupa sınırlarında en az 60.000 kişinin öldürüldüğünü hesaplıyor; diğerleri ise sadece 2014’ten bu yana 30.000’den fazla kişinin öldüğünü veya kaybolduğunu hesaplıyor (2024’teki 10.000 kişi hariç). 3 Bunlar asgari tahminlerdir. Gerçek kasvetlidir- ahlaki ağıtları aşmanın ve bu durumu yapısal olarak anlamanın zamanı geldi.

Avrupa’daki kritik toplumsal güçler buna “insan hakları krizi” adını verdi. Kâr amacı gütmeyen kuruluşlar “Avrupa değerleri” ile bu devam eden “skandal” arasındaki çelişkileri vurguluyor. Peki bu bir kriz mi? Avrupa’nın güney sınırlarındaki kitlesel katliam şüphesiz bir krizdir—ama liberal-ilerici Avrupa sivil toplumlarının resmettiği şekilde değil. Göçmen soykırımı bir kriz değildir çünkü Kuzey halklarının bilincini veya öz algısını sarsmaktadır. Aksine, aynı anda hem geç emperyalist düzenlemenin yapısal bir zorunluluğu hem de küresel sermayenin daha geniş krizinin en korkunç ifadelerinden biridir. Bu yazı bunun tam olarak nasıl olduğunu açıklamaya çalışmaktadır.

Kapitalizmin dünya-tarihsel gelişimi, Kuzey’de “çözülse” de Güney’de çözülemez görünen bir tarım sorunu yaratır. Üçüncü Dünya yazarlarının uzun zamandır savunduğu gibi, sermayenin güney tarım sorununa tek çözümü bir tür kitlesel ölümdür. Avrupa kıyılarındaki göçmen soykırımı, esas olarak Avrupa kamuoyunun gözünden uzakta, çevrelerde ortaya çıkan bu genel eğilimin bir ifadesidir. Bu makale, Üçüncü Dünya’nın toplumsal oluşumlarını merkeze alarak Avrupa’daki göç ve sınıf mücadelesinin Avrupa merkezci analizlerinden uzaklaşır. Bu ışık altında, merkeze göç, sermayenin birincil çelişkisinin- çekirdek ve çevre arasındaki çelişkinin – yuvaya dönüşü olarak görünür . O zaman, yeniden canlanan faşizm ile özgürleştirici alternatifler arasındaki uçurumları tanımlamanın yanı sıra sosyal demokrasinin devam eden iflasını ortaya koyarak, Kuzey siyasetlerinin merkezi sorunu haline gelmesi şaşırtıcı değildir. Buna karşılık, Avrupa’daki soykırımı deniz merkezli olarak ele almak, tarihsel yenilgimizin temeli olan Kuzey şovenizminin analitik karmaşasını savuşturan ve çevresel ulusal kurtuluşu ön plana çıkaran sağlam bir anti-emperyalist pozisyonun temelini oluşturur.

Trump ve göç konusunda çok fazla mürekkep harcanmış olsa da bu soykırım hakkında neredeyse hiçbir haber yok. Avrupa sosyal oluşumunun temel bir bileşeni olan göçmenlerin sürekli katledilmesi konusunda medya büyük ölçüde sessiz. Bu, Avrupa’nın düzenli işleyişinin bir parçası olarak etkili bir şekilde normalleştirilmiş hem sol hem de sağ güçler tarafından gömülmüş ve unutulması umuluyor. Ama unutmayacağız.

Avrupa’nın Denizdeki Soykırımı

Brice sudan yeni çıkmıştı ki sol gözünün altında güçlü bir ağrı hissetti. 4 Kör ve dengesiz bir halde, su üstünde kalmaya ve kıyıya doğru ilerlemeye çalışırken nefes almak için çırpınıyordu. O ve bir grup göçmen karaya çok yakındı, sadece birkaç metre ötede. Bazıları yıllarını Kuzeye doğru yolculuk ederek geçirmişti. Şimdi arkalarından bir polis motoru onları çevreliyordu, önlerinde ise silahlı muhafızlar Kuzey Afrika’daki Ceuta’nın İspanyol yerleşimindeki bir plaj olan Tarajal’ın kumlarından ateş açıyordu.

On dakikalık “duruşma” sona erdiğinde, cesetler kıyıya çıkarıldı. Bir kurtulan, “Her yerde cesetler vardı,” diye hatırlıyor. Gelenlerin birçoğu, Avrupa’da artık yasa dışı ama yaygın bir uygulama olan, hızla Fas’a geri gönderildi. Brice geldiğinde etrafına baktı ve üç yakın arkadaşının cansız bedenlerini tanıdı. Kendisi de kanıyordu. O zamanlar tıbbi yardım almadı. Birkaç gün sonra, yüzündeki plastik merminin etkisinin bir gözüne mal olduğunu öğrendi. Yıllar sonra, sonuçlarından veya sınır dışı edilmekten korktuğu için ortaya çıkmayı uzun süre bekledikten sonra, Brice deneyimini BM İşkenceye Karşı Komitesi’ne bildirecekti.

O cinayet günü, 6 Şubat 2014, sadece Brice’ın hafızasında değil, aynı zamanda İspanyol ırkçılık karşıtı hareketin tamamında da yer edecekti. Her yıl, ülke çapında anma mitingleri düzenleniyor. Ancak halkın kederi pek bir şey başaramadı. On bir yıl sonra ve sayısız adalet girişiminden sonra, dava yargı makamları tarafından üç ayrı kez arşivlendi. Her türlü usul bahanesi kullanıldı. Mahkemeler kurtulanları getirmeyi veya onların ifadelerini dinlemeyi reddetti. Olaya karışan on altı polis memuru tamamen cezasız bir şekilde serbest dolaşıyor. 5

Mesaj açıktır ve bu davanın çok ötesine yankılanır. Tarajal katliamı, Avrupa’nın güney sınırlarının paradigmasıdır: sadece hareket etmeye çalışan insanlara ateşlenen kurşunlar. Tarajal paradigması şu şekilde özetlenebilir: Güney’in emekçi halklarının hareketsizliğinin kasıtlı, hesaplı ve katilce uygulanması, Kuzey güçlerinin genel dokunulmazlığıyla birleşince, hepsi liberal yasallık kisvesi altında.

2014’te sosyal demokratlar, İspanya’daki o zamanki muhafazakâr yönetimi, oldukça belirsiz de olsa, kınama fırsatını yakaladılar. Sekiz yıl sonra, 2022 Melilla katliamı sırasında iktidara geldiklerinde, tavırlarını değiştirdiler: her şey “iyi çözülmüştü”, sınır geçişi İspanya’nın toprak bütünlüğüne “şiddetli bir saldırı”ydı ve “kaçakçılar” suçluydu. Devlet güçlerini açıkça destekleyerek, bir kongre soruşturma komitesinin kurulmasını reddettiler ve yönetimlerinin sınır politikasını defalarca savundular. 6 Avrupa’daki tek “sol” hükümetlerden biri olarak, İspanya örneği, aşırı sağdan “radikal” sola kadar Avrupa’nın seçim yelpazesinin sınır katliamı konusunda nasıl aynı fikirde olduğunu gösteriyor.

Tarajal paradigması Avrupa kıyılarının çok ötesinde yankılanıyor. Medya spot ışıklarının çok dışında olsa da Akdeniz ve Atlantik rotalarının tamamında, her batık gemide ve terk edilmiş salda ve Avrupa’ya giden kara rotalarında geçerlidir. 7 Kurşunlar ateşlenmeyebilir, ancak Engels’in meşhur ifadesiyle:

Bir birey bir başkasına ölümle sonuçlanacak şekilde bedensel bir zarar verdiğinde, buna adam öldürme deriz; saldırgan yaralanmanın ölümcül olacağını önceden bildiğinde, eylemine cinayet deriz. Fakat toplum yüzlerce proleteri kaçınılmaz olarak çok erken ve doğal olmayan bir ölümle karşılaşacakları bir konuma koyduğunda, bu kılıç veya kurşunla ölüm kadar şiddetle ölümdür; binlercesini yaşamın gerekliliklerinden mahrum bıraktığında, onları yaşayamayacakları koşullara soktuğunda – onları, yasanın güçlü koluyla, kaçınılmaz sonuç olan ölüm gelene kadar bu koşullarda kalmaya zorladığında – bu binlerce kurbanın yok olacağını bilir ve yine de bu koşulların kalmasına izin verirse, eylemi tek bir bireyin eylemi kadar kesinlikle cinayettir; kılık değiştirmiş, kötü niyetli cinayet, kimsenin kendisini savunamayacağı, gerçekte olduğu gibi görünmeyen cinayet, çünkü hiç kimse katili görmüyor, çünkü kurbanın ölümü doğal görünüyor, çünkü suç işlemekten çok ihmalden kaynaklanıyor. Ama cinayet olarak kalıyor. 8

Her seferinde bir gemi geri itildiğinde veya kurtarma ajansları işlerini yapmaktan alıkonulduğunda, Tarajal tekrarlanır. Bir kez daha, bu ölümlerin çoğu bildirilmez, fark edilmez ve “demokrasi” ve “uluslararası hukuk “un sözde meşale taşıyıcıları tarafından yas tutulmaz – Gazze her yerde.

2023’te Yunan Sahil Güvenliği, yardım almadan bıraktıkları bir gemi enkazında altı yüzden fazla kişinin boğulmasına izin verdi. Gelen göçmenlerin sistematik olarak geri itilmesine, güvertede tüfeklerle, caydırmak için salların etrafına ateş açılmasına dair kanıtlar bol miktarda. “Dönerseniz, sizi öldüreceğiz.” 9

Son zamanlarda, daha önce kaydedilen her şeyin ötesine geçen raporlar ortaya çıktı. Yunan ajansı ayrıca can yelekleri olmadan, bazen elleri bağlı olarak geceleri insanları suya attı. Göçmenleri delinmiş, hızla sönen veya motorsuz sallarla denize geri attı; veya gemileri kurtarmaya geldikten sonra onları sallarla geri itti. “Hemen batmaya başladık, bunu gördüler… Hepimizin çığlık attığını duydular ve yine de bizi terk ettiler.” Belki de en anlamlı olanı, ajansın gayri resmi olarak şapkalı-maskeli adamları -Avrupa’nın Klan üyeleri diyebiliriz- göçmenleri “avlamak” ve geri göndermek için adalara plakasız minibüslerle konuşlanmışlardı. 10 Tüm hesaplara göre polis memurları veya en azından polise yakın olan bu şapkalı-maskeli güçler, devlet ve yarı devlet yaptırımı arasındaki ayrımı bulanıklaştırıyor; bu, tarihi beyaz üstünlüğünün ortak bir özelliğidir. Siyah Marksistlerin uzun zamandır kabul ettiği gibi, renk çizgisi “soykırım terörüyle sürdürülüyor.” 11

Tüm katliamları anlatmak imkânsızdır, ancak bu genel dinamik olmaya devam etmektedir. Devlet kurumlarının denizde bazı göçmenleri kurtarması bu kritik sonucu değiştirmez; yalnızca Avrupa’nın meşruiyeti için politikanın tamamen savunulamaz olduğunun işaretini verir ve ikincisine makul bir inkâr olanağı sağlar. Avrupa’nın güney denizlerindeki konuşlanmasının doğası budur: ölüm cezasıyla hareketi kısıtlamak. Küresel Güney’deki insanlara karşı yıllardır süren bitmek bilmeyen şiddette, bu cinayetlerin kesintisiz, endüstriyel ölçekteki doğası kamusal söylemin yüzeyini bile çizmiyor.

Çoğu akademik ve kâr amacı gütmeyen konuşma “nekropolitika” gibi kavramlara odaklanırken, sahadaki savunucular buna “göçmen soykırımı” demeye başladılar. 12 Daha erişilemez teorik kavramların aksine, terim Avrupa liberal demokrasilerinin sistematik, devam eden ve katliamcı politikalarını ve denizin militarize edilmiş kapatılmasından kaynaklanan amansız ölüm oranlarını endeksliyor. Liberal ve yasal çevrelerde, “soykırımı” diğer toplu ölüm örneklerinden ayırmaya yarayan şey genellikle “niyet”tir. Peki dalgalarda terk edilmiş kişi için açık niyetin önemi nedir? Engels’i takip etmek gerekirse, vurulmakla denizde terk edilmek arasındaki fark önemsizdir. Denizde kolektif, sistematik bir temelde işlenen toplumsal cinayet, soykırıma eşdeğerdir. On yıllardır cinayeti seçmeye devam eden politika yeterli kanıt değil midir?

Güney’in Tarım (Kırsal) Sorunu

Prabhat Patnaik, “metropol kapitalizminin ‘kapıdaki mülteciler’ sorununa bir cevabı yok” dediğinde, tamamen haksız değil; aslında, sermayenin aklı başında bir cevabı yok. 13 Ancak Samir Amin’in 2003’te işaret ettiği şeyi gözden kaçırıyor: kapitalizmin Güney’deki tarım (kırsal) sorununa gerçekten sahip olduğu tek çözüm, Kuzey’e göçü besleyen devasa işgücü rezervlerinin temeli olan bir tür soykırımdır. 14

Marx’ı izleyen Amin, Avrupa’da tarımda kapitalist ilişkilere tarihi geçişin köylülerin topraklarından kitlesel olarak kovulmalarına, geçim araçlarından yabancılaşmalarına ve ücretli emek rejimlerine dahil olmalarına yol açtığını belirtir. Kovulan köylü kitlesi, ortaya çıkan endüstriyel üretimin saflarını doldurdu ve emek talebini karşıladı. Daha sonra, klasik Marksistler, kapitalizm genişledikçe bu ilişkinin kaçınılmaz olarak tüm dünya sistemine yayılacağını savundu. “Kautsky, modern Avrupa kapitalist modelinin kapsamını genelleştirdi ve köylülüğün kapitalist genişlemenin kendisi nedeniyle yok olmaya mahkûm olduğu sonucuna vardı. Başka bir deyişle, kapitalizm ‘tarım (kır) sorununu çözebilecekti.'” 15

Ancak bir asırdan fazla bir süre sonra kırsal nüfus Üçüncü Dünya’nın büyük bir bölümünü oluşturmaya devam ediyor ve köylü üretimi çoğu çevresel toplumsal oluşumun temel bir bileşeni. Ayrıca, kentsel ve endüstriyel üretim kitleleri istihdama dahil etmekte büyük ölçüde başarısız olduğunu kanıtladı ve gecekonduların ve gayrı resmi işgücünün üstel büyümesini teşvik etti. 16 Bunu ne açıklıyor? Amin iki neden veriyor. Birincisi, “Avrupa modeli… emek yoğun endüstriyel teknolojilerle gelişti”, “modern endüstrileşme ise ilgili kırsal nüfusun ancak küçük bir azınlığını absorbe edebiliyor çünkü 19. yüzyılın endüstrileriyle karşılaştırıldığında artık teknolojik ilerlemeyi entegre ediyor- verimliliğinin koşulu- bu da istihdam ettiği emeği ekonomik hale getiriyor.” 17

İkinci neden, klasik Marksizmin Kuzey tarım (kır) sorununun “çözümünün” o zaman bile yalnızca kısmi olduğunu düşünmemesidir: endüstri, yeni proleterleşmiş kitlelerin tümünü hiç emmedi. Yükselen Avrupa fazlalık nüfus sorunu, yalnızca gönüllü veya zorunlu “Amerika’ya göçün büyük emniyet valfi” ile çözüldü. Yerli halkların yaşamlarına ve üretim araçlarına el konulması, Avrupa’nın “tehlikeli sınıflarına” yer açmaya hizmet etti. 18

Ancak çağdaş Üçüncü Dünya’da bu koşulların hiçbiri geçerli değildir. Çevresel çelişkileri hafifletecek kesinlikle “beş veya altı Amerika” yoktur. 19 Ve Amin’in belirttiğine göre, mucizevi büyüme oranları bile bu fazla nüfusları ememez. Kısacası, kapitalizmin dünya-tarihsel gelişimi ve çekirdeğin tarım (kır) sorununun “çözümü”, “çevrelerde ancak insanlığın yarısının soykırımıyla çözebileceği devasa bir tarım (kır) sorunu ” yaratmıştır. 20

Patnaik’e geri dönersek, Avrupa’nın “kapıdaki mülteciler” sorununa bir çözümü olmadığı anlamına gelmez. Aksine, çözümü kitlesel ölümdür. Göçmenlerin denizde endüstriyel olarak öldürülmesi çözümdür. Göçmen soykırımı, Amin’in basiretli gözleminin daha somut bir ifadesidir. Sınırlarının ötesinde, göçmen soykırımı daha genel bir küresel olguyu, küresel sermayenin daha derin bir rahatsızlığını ifade eder: Güney’in çözülemeyen tarım (kır) sorunu, “fazla” halklarının sorunu- hem şehirde hem de kırsalda yarı proletaryası. 21 Amin’in dediği gibi, bu bunak sistemin dünya halklarının çoğunluğu için- ve giderek geri kalanımız için – gerçekten sahip olduğu tek çözümü ifade eder. Avrupa’nın güney denizleri bu anlamda küresel bir eğilimin paradigması niteliğindedir.

Göçmen soykırımı, o halde, kapitalizmin Güney’in tarım (kır) sorununa yönelik devam eden çözümünün ayrılmaz bir parçasıdır. Sam Moyo, Paris Yeros ve Praveen Jha’nın ifade ettiği gibi, “sistemik çelişkiler [bir kez daha] soykırım boyutlarına ulaşıyor.” 22 Bu anlamda, yapısal bir eğilimdir; Avrupa’nın güney deniz tiyatrosunu aşan bir eğilimdir.

Zira bu soykırım çözümü Güney’de uzun zamandır devam eden bir çözümdür ve en çok da -deniz göçmeni katliamından daha da normalleştirilmiş olmasına rağmen- Güneylilerin yaşamlarının kitlesel olarak kısalmasında ve tarihsel olarak mümkün oranlara (yani Kuzey’deki yaşam beklentilerine) kıyasla erken ölümlerin genelleşmesinde görünür durumdadır. Bu, Amin’in Monthly Review’daki öngörülü analizinden kısa bir süre sonra 2005’te Sam Moyo ve Paris Yeros’un “sistemik soykırım” olarak adlandırdığı şeydir. 23 Amin’in analizini bir adım öteye taşıyarak güneydeki tarım sorununun tek çözümünün yaklaşan bir soykırım olmadığını; aksine çözümün zaten yaşamların toplu olarak kısa kesilmesiyle yapısal olarak etkilendiğini savundular. Bunu 2012’de Jha ile birlikte David Harvey’in emperyalizmin “daha dostça” teorisini eleştiren bir yazıda dile getirdiler:

Gerçekten var olan kapitalizmin organik olarak ilkel birikime bağlı olduğu ve bunun yapılandırılmış bir merkez-çevre ilişkisinden oluştuğu, en azından anne ve bebek ölümleri, yetersiz beslenme, okuma yazma bilmeme ve yaşam beklentisi gibi korkunç ulusal istatistiklerde ifade edilmektedir; bu da başlı başına bir sistemsel soykırım biçimidir. 24

Daha yakın zamanda, Ali Kadri, tekelci finans sermayesi için “atık birikiminin” merkeziliğini ortaya koymak için bu temel anlayışları temel aldı. “Boşa harcanan hayatlar” birikim sürecinin merkezi haline gelir ve bunun sonucunda “insanların ve çevreleyen doğanın yapısal bir soykırımı” meydana gelir. Diğer etkilerin yanı sıra, bunun “sermaye-nüfus çelişkisinin yükünü hafiflettiğini” ve “fazla emeği ve onun emek gücünü yedek kapasiteye göre azaltarak” ele aldığını savunuyor. 25

Güney’deki genel erken ölüm ve denizdeki göçmen katliamı, o zaman, aynı olgunun iki yüzüdür. Bir kriz varsa, bu Avrupa değerleri veya “insan hakları” krizi değildir. Daha ziyade küresel sermayenin krizidir. Deniz, bu çelişkilerin daha görünür bir biçimde ortaya çıktığı yerdir. Bu anlamda, Frontex ve Avrupa’nın Klan üyeleri, Avrupa’nın bu en temel “sorunun” Avrupa kıyılarına geri dönmesine karşı yapısal tepkisidir. Onlarda benzersiz bir şekilde vahşi bir şey yoktur; eylemleri genel eğilimle uyumludur. Değişen tek şey, soykırım baskısının Avrupa kamuoyunun gözünden uzakta yapısal olarak üretilmek yerine aktif olarak gerçekleştirilmesidir.

Bu, sorunun (Marksist veya başka türlü) Avrupamerkezci analizlerini sermayenin dünya-tarihsel gelişimi açısından yeniden çerçevelendiriyor. Basit bir Avrupa skandalından çok uzak olan bu, sermayenin dünyasının skandalıdır; esas olarak çevrelerde ortaya çıkan ancak çaresi olmayan bir şekilde Avrupa’yı rahatsız eden bir skandaldır. Bu ayrıca, özellikle çevresel toplumsal oluşumlarda ortaya çıktığı şekliyle emperyalizmin ince ve “bulanık bir anlayışına” sahip olan baskın eleştirel analizlere de karşı çıkar. 26 Daha sonra göreceğimiz gibi, bu “bulanıklık”, sosyal demokrasinin, sosyal şovenizmin ve nihai yenilginin ön odası olan kırılgan bir enternasyonalizmin zeminini hazırlar.

Samir Amin bu soruyu eşitsiz kalkınma analizinin merkezine yerleştirir. Güney için göç çıkışlarının bulunmaması—en acımasızca Avrupa’nın güney denizlerinde ifade edilmiştir—çekirdeğin kalkınma modelinin çevrelerde neden mümkün olmadığının ve neden “yakalama… bir yanılsama” olduğunun başlıca nedenlerinden biridir. 27 O halde göçmen soykırımı, bir bakıma Amin’in merkezi tezinin en trajik bir şekilde doğrulanmasıdır: dünya çapında değer yasası altında yakalamanın imkansızlığı ve bunun sonucunda ortaya çıkan bağlantı kesme zorunluluğu. Denizde ölüm, Güney’deki sistemik soykırım gibi, yakalamanın mümkün olmamasının kanlı bir ifadesidir, yakalamanın sermayenin gerçekliğinde karşılaştığı şeydir: olağanüstü israf.

Neo-sömürgeci Düzenin Çözülüşü

Bu bakış altında anlaşıldığında, çekirdeğe göç, emperyalizmin çelişkilerinin yuvaya dönmesinden başka bir şey değildir . Güney’deki çelişkiler orada sınırlanamayacak kadar büyük hale gelir ve kendilerini seküler dış göç eğilimleri ve sürekli “ayaklanma baskısı” olarak ifade ederler. Göç, bu anlamda, sermayenin “temel çelişkisinin” – tarihsel olarak çekirdeğe ve çevreye kaydırılmış olan emek ile sermaye arasındaki çelişkinin- çekirdeğe geri dönmesi ve temel gelişimsel ve toplumsal barış düzenlemelerini bozmasıdır. 28 Bu nedenle göçün çağdaş çekirdek toplumsal oluşumların en tanımlayıcı sorunu haline gelmesi şaşırtıcı değildir.

Kwame Nkrumah’ın neo-sömürgecilik tanımında sıklıkla unutulan şey, “sömürgecilik gibi neo-sömürgeciliğin de [çekirdek] ülkelerin toplumsal çatışmalarını ihraç etme girişimi ” olduğudur. Nkrumah’a göre bu, Kuzey sınıf karşıtlıklarını uzlaşmayla ortadan kaldıran ve “zengin ile fakir arasındaki çatışmayı ulusal sahneden uluslararası sahneye” aktaran Kuzey refah devletinin oluşumuyla sonuçlanır. 29 O halde neo-sömürgeci düzenleme, yalnızca Üçüncü Dünya’nın dolaylı kontrolüne değil, aynı zamanda esas olarak Kuzey refahında ifadesini bulan küresel işçi sınıfının beyaz kesiminin ihtiyatlı bir şekilde dahil edilmesine de dayanır.

Çağdaş göç, özünde, bu neo-sömürgeci düzenlemeyi temelden bozar: (1) sermayenin ihraç ettiği çelişkileri “yeniden ithal eder” ve (2) neo-sömürgeci uzlaşmanın temelini oluşturan küresel işçi sınıfının bölünmesini (bazıları işçi aristokrasisinde, bazıları çeşitli şekillerde aşırı sömürülen ve/veya israf edilen) riske atar.

Nkrumah, “her şeyden önce, ondan önceki sömürgecilik gibi, neo-sömürgeciliğin de özündeki toplumsal sorunlarla yüzleşmeyi ertelediğini ” belirtiyor. Göç, bu umut verici ertelemenin sonunu getiriyor. Öngörülü bir şekilde öngördüğü gibi, ihraç edilen ve ertelenen toplumsal sorunlar “dünya savaşı tehlikesi ortadan kaldırılmadan veya dünya yoksulluğu sorunu çözülmeden önce [Kuzey] tarafından karşılanmak zorunda kalacak.” Ve “kısa vadede [neokolonyalizm] gelişmiş güçlere hayranlık verici bir şekilde hizmet etmiş olsa da”, uzun vadede “sonuçlarının onlar için felaket olması muhtemeldir.” Bu, özellikle mevcut koşullarda geçerlidir, çünkü göçmen sorununun hemen ardından faşizmin kesin yükselişi, toplumsal barışı ve Avrupa toplumsal oluşumlarının temel uzlaşmalarını tehlikeye atma riski taşımaktadır.

O halde, çekirdekteki göç, birincil çelişkiyi yeniden ithal eden şey olarak, çağdaş zamanların tanımlayıcı sorunu haline gelir. Dolayısıyla Avrupa’daki faşizm yalnızca seküler birikim sorunları veya çekirdek içi eşitsizlikten kaynaklanmaz. En merkezi olarak, açıkça göç karşıtı ve yeniden dağıtımcı olmayan politikalarının gösterdiği gibi, çekirdeğin istikrarını sürdüren neo-sömürgeci düzenlemenin tehlikeli bir şekilde çözülmesinden kaynaklanır. Bu yüzden sosyal demokrasi, kötüleşen küresel krizler ortasında çekirdek içi yeniden dağıtıma odaklanmış olduğu için, mevcut an için tamamen uygunsuzdur. 30 Aynı zamanda faşizme sağlam bir yanıt sağlayamamasının nedeni de budur, çünkü tarihsel olarak yaptığı gibi, emperyalist soruyu bir kenara iter ve küçümser; bu sorun bugün Üçüncü Dünya göçü aracılığıyla Avrupa çekirdeğinde ifade edilmektedir. Faşizm doğrudan bu sorunla mücadele ederken, sosyal demokrasinin neredeyse hiç cevabı yoktur. Faşizm önerirken, sosyal demokrasi kaçamak cevaplar verir.

Bu, Avrupa genelindeki seçim eğilimlerinde ifadesini buluyor. 2010’ların ortalarındaki “sol” deneylerin vaadi artık tükendi ve aşırı sağ, partileri aracılığıyla olmasa da fikirlerini “ılımlılara” yayarak seçimsel ve kültürel üstünlüğe doğru istikrarlı bir şekilde ilerliyor. Avrupa halkları, sosyal demokrasinin gerçek bir çözüm sağlamadığını biliyor. Somut bir özgürleştirici seçenek sunulmadığı için bildikleri şeye geri dönüyorlar: neo-sömürgeci düzenlemeye -ırksal olarak korunan işçi aristokrasisine- ve onu koruyacaklarına veya geri getireceklerine yemin edenlere.

Neo-sömürgeci erteleme, o halde, açıkça sonuna gelmiş durumda. Göç, gözlerimizin önünde gördüğümüz gibi, neo-sömürgeciliğin kırılgan pazarlığının son darbesidir. Nkrumah’ın kehanetsel bir şekilde ifade ettiği gibi -ve yedi on yıllık neo-klasik kalkınma müjdesine aykırı olarak- neo-sömürgecilik “kalıcı bir dünya politikası olarak varlığını sürdüremez.” Etkinliği sona ermekte olan temelde zayıf bir düzenlemedir. Göçmen soykırımı, bu çöküşün en önde gelen ifadesidir. Faşizm ise geriye kalanı kurtarmak için umutsuz bir girişimdir.

Nkrumah’a sadık kalarak, neo-sömürgecilik, eserinin alt başlığında belirtildiği gibi, emperyalizmin son aşaması olabilir . Paris Yeros ve Luccas Gissoni yakın zamanda bunu vurguladılar: “tekelci kapitalizm, yüzyıllardır kapitalizmi sürdüren sömürge sistemi olmadan birikimin temel çelişkilerini çözemez.” Bu nedenle, özünde faşizm olan “uzun bir sistemsel çürüme aşamasına” giriyoruz; bunun birçok ifadesinden yalnızca biri bu. 31 Trump’ın ikinci dönemi ve 2024’te Avrupa genelinde aşırı sağın kesin yükselişi, bu istikrarlı bozulmanın sadece son bölümleridir. Geç neo-sömürgeci durumun özünde, Foster ve McChesney’nin iddia ettiği gibi, tekelci sermayenin “sonsuz bir krize” girmesi yatmaktadır. 32

Göçmen sorunu, savaş sonrası dönemde başa gelen ve Üçlü ‘nün kolektif emperyalizmde bir araya gelmesini sağlayan “merkez-çevre çelişkisinin olgunlaşmasının”, Avrupa çekirdeğinde geri döndürülemez biçimde içselleştirilip tanımlayıcı ayrışması haline geldikçe yeni seviyelere ulaştığını gösteriyor. 33 Tekelci sermayenin kendi çelişkilerinin ağırlığı -kökünde küresel tarım sorununun uzun süredir çözümsüz olması- neo-sömürgeci düzenlemeyi ciddi bir krize sokuyor.

Avrupa’nın dış politikasının giderek “göçü kaynağında sınırlamak” üzerine olmasının nedeni budur- başka bir deyişle, uzak diyarlardaki temel çelişkiyi sınırlamak, mümkün olduğunca “ihraç edilmiş” ve “ertelenmiş” kalmasını sağlamak. Akademik eleştirinin son odak noktası olan sınır dışsallaştırması- Güney hükümetlerine göç kontrolü için kitlesel fon transferi, Afrika genelinde Avrupa ajanlarının konuşlandırılması ve “kaynak ülkelerde” yerel polisin eğitilmesi – bu gerçeğin ifadesidir. Avrupa’nın konuşlandırılması, son tahlilde, bu çelişkilerin kendi çelişkileri olduğunun kanıtıdır. Ayrıca, liberal halkları için fazlasıyla görünür ve skandal olan ve Avrupa “yaşam biçiminin” gerçek altyapısını görünür kılarak kitlesel radikalleşme riski taşıyan denizdeki göçmen soykırımını önleme girişimidir.

Sonuç

Göçmen soykırımı, Avrupa siyasetini rahatsız eden hayalettir. Avrupa toplumlarının tanımlayıcı sorunu olan göçün ortaya çıktığı bastırılamaz bir arka plandır. Bu nedenle, analizimizin yanı sıra siyasi stratejimizin de temelini oluşturmalıdır.

Nkrumah’ın bize öğrettiği gibi, Avrupa’da yirminci yüzyılın ortalarına kadar açılan devrimci pencere bir uzlaşmayla çözüldü. Bu tarihi uzlaşma artık sona eriyor. Kuzeyli çoğunlukların benimsenmesi sadece laik düşüşte değil -ve bunu tersine çevirme girişimleri sahtekâr, etkisiz veya saldırı altında- aynı zamanda göç, bu benimsenmenin temelini tehdit ediyor ve kademeli olarak ortadan kaldırıyor: küresel işçi sınıfının kasıtlı olarak bölünmesi ve bir bölümünün diğerine karşı kışkırtılması.

Bu uzlaşmayı parçalamak ve devrimci bir yöne doğru ilerlemek çekirdekteki bizlere kalmış. Bunu yapmak için, göçü ırkçılığın indirgeyici çerçevesinin ötesinde “ayrımcılık” veya temelde “ahlaki” olarak anlamak hayati önem taşıyor. Bu çerçeve artık yalnızca çok kültürlü devlet söyleminin omurgası değil, aynı zamanda çekirdekteki göçmen sorununun küresel çekirdek-çevre sorununun bir alt kümesi olduğunu, sermayenin dünya-tarihsel gelişiminin birincil çelişkisi olduğunu göz ardı ediyor. Ulusal veya taşralı çerçeveleri aşmanın zamanı geldi. Analizimizin ve politikamızın geri döndürülemez bir şekilde enternasyonalist olmasının zamanı geldi.

Göçmen soykırımı, Avrupa sosyal demokrasisinin karanlık yüzüdür ve bu, Kuzey Amerika’daki ilerici argümanlar için sıklıkla bir engel olarak kullanılır. Dahası, Avrupa sosyal demokrasisinin AB sınır politikasına ortak olması, yapısal olarak İkinci Enternasyonal’deki dünya halklarına ihanetine eşdeğerdir. Göçmen soykırımı konusundaki sağır edici sessizliği (ve zaman zaman seçici, işlevsel veya performatif öfkesi), sosyal emperyalizmin yeni ifadesidir: sömürgeci sorunun gömülmesi, “emperyalizmin yeni bir inkârı” ve küresel sınıf hiyerarşisindeki belirli bir konumla tutarlı bir ideoloji. 34

Üçüncü Dünya Marksistlerinin sık sık vurguladığı gibi, Güney’in ulusal kurtuluşuyla dayanışmanın tarihi terk edilmesi, Kuzey sosyalist stratejisinin ölüm çanı olmuştur. Marx bunu, İrlanda sorunu konusundaki İngiliz işçi sınıfı ve şovenizmleriyle ilgili olarak zaten belirtmişti; bunu onların davasının önündeki en büyük engel olarak görüyordu. George Jackson da “beyaz ırkçılığı” hakkında aynı şeyi söylemişti. 35 Amin, sosyal demokrasinin burjuvazilerine olan sadakatinin “ancak ‘ödüllendirilmediğini’, çünkü yirminci yüzyılın ilk mücadele dalgasının çöküşünden hemen sonraki gün, tekelci kapitalizmin onların ittifakını sarstığını” belirtiyor. 36 Çevre ülkelerin kazanımlarını geri aldıktan ve Sovyetler Birliği’nin kesin çöküşünden sonra, artık sosyal demokrat desteğe ihtiyaç duymayan sermaye, içeride saldırıya geçti. Bugün, Avrupa refahının kalıntıları bu tarihi hatanın en önemli kanıtıdır.

Bu nedenle şovenizme, sosyal demokrasiye ve yenilgiye geri dönüşü önleyen sağlam bir anti-emperyalist pozisyon geliştirmek hayati önem taşımaktadır. Bugün bu, merkez-çevre çelişkisinin Avrupa toplumsal oluşumlarına içselleştirilmesinin geri döndürülemez gerçeğiyle, göçmen sorunuyla ve en kaba soykırımcı yüzüyle yüzleşmeyi gerektirir.

Buna cevabımız ancak pratik yoluyla gelebilir. Hiçbir teorik sonuç bunu önceden tahmin edemez ve bunu yalnızca gerçek dünya söyleyebilir. Ancak, geçici olarak, analizden iki temel talep ortaya çıkıyor. Birincisi, sarsılmaz muhalefet ve göçmen soykırımının sonu. Göçmen sorununun temel arka planı olarak, göçmenin ırksallaştırılmış alt sınıf olarak sahne arkası disiplin mekanizması olarak ve birikim sürecinin giderek merkezi bir bileşeni olarak (Kadri’ye göre), bu bir kenara atılamaz. Buna yalnızca ahlaki olarak değil, analitik olarak da karşı çıkmak zorunludur: Avrupa sınıf mücadelesi denizin dibinde başlar. 37

İkincisi ve en bariz olanı, halihazırda Avrupa’da bulunan göçmenler için eşit haklar, Kuzey’e yapılan tüm göçün temelini oluşturan ucuz işgücü sistemine meydan okumak. 38 Sonuç olarak, bu ikisini temelde aynı talebin parçası olarak görmeliyiz: karada eşit hakların reddedilmesi, denizde yaşam hakkının reddedilmesinin bir uzantısıdır; kendisi de Güney’de üretilen erken ölümün bir uzantısıdır.

Birincisi, Avrupa’nın ırkçılık karşıtı hareketinin sloganıdır: Sınır veya devlet tarafından katledilenleri unutmuyoruz. İkincisi, Avrupa’nın göçmen halklarının organik talebidir: Acil düzenleme ve sistemsel ırkçılığa son. Her ikisi de ahlaki ve pragmatik içeriklerinin ötesinde, ırksal cinayet ve hiyerarşiye karşı basit bir muhalefetin ötesinde ve temel statü ve yasal ihtiyaçlara yanıt vermenin ötesinde anlaşılmalıdır. Taleplerimiz ancak çağdaş emperyalist düzenlemeyle daha geniş bir uluslararası yüzleşmenin parçası olarak anlaşılırsa, taşralılığımızı yenerek ve “sömürge dünyasının geri kalanına” katılarak başarılı olabilir. 39

Emperyalizm bizi öldürüyor, en azından denizde. Mücadelemiz “bu ivmeyi durdurmalı ve onu altüst etmeli.” 40 Tarajal’da İspanyol polisi tarafından yüzünden vurulan kardeş Brice’ın dediği gibi: Avrupa’nın vahşetini durdurmalıyız.

Notlar

  1. Bu kurbanların büyük çoğunluğu, dünyanın en tehlikeli rotalarından biri olan ve son yıllarda yeniden açılan Kanarya Adaları’na giden Atlantik rotasında kaydedildi. Bkz. Hannah Cross, “Batı Afrika’dan Avrupa’ya Atlantik Rotasının Dönüşü: Emperyalizm ve Bölgesel (De-)Entegrasyon.” Monthly Review  76, no. 1 (Mayıs 2024). Kesin veriler için bkz. “Yaşam Hakkının İzlenmesi 2024” Ca-Minado Fronteras, Aralık 2024, https://caminandofronteras.org/wp-content/uploads/2024/12/DALV2024_EN-WEB.pdf ↩︎
  2. Bu trajedi, olayların tarihine atıfta bulunularak genel olarak “24J katliamı” olarak anılır. “Nador-Melilla Sınır Tuzağı. 24 Haziran 2022’deki ırkçı katliama karşı bir karşı soruşturma”, Sınır Adli Tıbbı, Irídia-İnsan Haklarını Savunma Merkezi ve AMDH-Fas İnsan Hakları Derneği, Haziran 2024, https://www.borderforensics.org/investigations/nadormelilla/ ↩︎
  3. “Açık Mektup: Frontex’in 20. yıldönümü aynı zamanda son yıldönümü olmalı,” Abolish Frontex, Ekim 2024,  https://abolishfrontex.org/blog/2024/10/23/open-letter-frontexs-20th-anniversary-should-also-be-its-last/ . “Akdeniz’de Kayıt Altına Alınan Kayıp Göçmenler,” Kayıp Göçmenler Projesi, son değişiklik Şubat 2025, https://missingmigrants.iom.int/region/mediterranean ↩︎
  4. Aşağıdaki anlatım, 2014 yılında İspanya kıyılarında meydana gelen gerçek olayların yeniden yapılandırılmasıdır. Hayatta kalanların çeşitli ifadelerine dayanmaktadır. Bkz. “Un superviviente de El Tarajal denuncia a España ante el Comité contra la Tortura de la ONU,” Youtube La Marea, Şubat 2025, https://youtu.be/b6enrak1NeI ve “TRAJEDIA DEL TARAJAL | “Nunca olvidaré que esa noche me morí,” Youtube El País, Şubat 2019, https://youtu.be/bW7gXfaG0Z8 . ↩︎
  5. “Caso Tarajal: 14 muertes y 11 años de impunidad,” Comisión Española de Ayuda al Refugiado, Şubat 2025, https://www.cear.es/noticias/caso-tarajal/ , “Brice O. V Spain. El Tarajal In Front Of The Un Commitee Against Torture. Vaka Özeti”, Avrupa Anayasal ve İnsan Hakları Merkezi, Iridia, Şubat 2025, https://www.ecchr.eu/fileadmin/Tarajal_Case_summary_Brice_O._February_2025.pdf ↩︎
  6. Yönetim, merkez sol PSOE, “radikal” sol (Podemos ve bitişik oluşumlar dahil) ve diğer bölgesel grupları içeren bir koalisyondan oluşuyor. Podemos’un PSOE’nin katliamla ilgili kongre soruşturmalarını engellememesi çağrısında bulunmasına rağmen, bunun ötesinde pek bir şey yapmadıklarını belirtmekte fayda var. Bkz. “Cuando Sánchez no lo veía tan ‘bien resuelto’ con Rajoy: ‘No menciona la muerte de 15 seres humanos’,” El Confidencial, Haziran 2022, https://www.elconfidencial.com/espana/2022-06-27/sanchez-tarajal-rajoy-muertos-frontera-marruecos_3450644/ , “Masacre en Melilla: la peligrosa decisión de Socialistas y Populares,” El Pais, Kasım 2022, https://elpais.com/planeta-futuro/3500-millones/2022-11-26/masacre-en-melilla-la-peligrosa-decision-de-socialistas-y-populares.html ↩︎
  7. Bu makale boyunca, “denizde soykırım”a yapılan atıf, kara yollarındaki sınır kaynaklı ölümleri hariç tutmak olarak anlaşılmamalıdır. Bunlar göçmen soykırımının ayrılmaz bir parçasıdır. Kuzey sınır politikasının Mağrip’teki etkisinin kapsamlı ve güncel bir analizi için Corinna Mullin’in mükemmel “Mağrip’te Sınır Emperyalizmi. Şiddet, Sömürü, Birikim ve Direniş” adlı Transnational Institute, Ocak 2025, https://www.tni.org/en/publication/border-imperialism-in-the-maghreb ‘e bakın . ↩︎
  8. Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu , 1845. https://www.marxists.org/archive/marx/works/1845/condition-working-class/ch07.htm . Vurgu eklenmiştir. ↩︎
  9. Kurtulanların çektiği videolar bu etkileşimlerden bazılarını yakalıyor. Bkz. “AB ülkeleri sığınmacıları denizde ‘geri itiyor’”, BBC, Temmuz 2021, https://www.bbc.com/news/av/world-europe-57809909 . ↩︎
  10. “Yunan sahil güvenliği göçmenleri denize atarak ölümlerine yol açtı, tanıklar söylüyor,” BBC, Haziran 2024, https://www.bbc.com/news/av/world-europe-57809909 ↩︎
  11. Charisse Burden-Stelly, “Modern ABD Irksal Kapitalizmi. Bazı Teorik Görüşler,” Monthly Review  72, no. 3 (Temmuz-Ağustos 2020). ↩︎
  12. Youssef M. Ouled, @ymouled. https://x.com/ymouled/status/1669249928307064832 . Buna “soykırım” adını verme hamlesi, radikal Siyah aktivistler tarafından ABD hükümetinin yüzyıllardır devam eden Siyahlara karşı şiddeti hakkında BM’ye yazılan tarihi 1951 Soykırımı Suçluyoruz dilekçesini yansıtıyor. Siyah Marksistler William ve Louise Thompson Patterson tarafından öncülük edilen analizi, benzer şekilde burjuva soykırım tanımını sorguluyor ve kategorinin ABD’deki Siyah insanlar için geçerliliğini öne sürüyor. Bkz. Burden-Stelly, “Modern US Racial Capitalism.” Soykırım dili, 1960’larda ve 70’lerde çoğu tutuklu Siyah Marksist tarafından da benimsenmişti. Bkz. Orisanmi Burton, Mızrağın Ucu: Siyah Radikalizm, Hapishane Baskısı ve Uzun Attika İsyanı (Berkeley: University of California Press, 2023). ↩︎
  13. Prabhat Patnaik, “Sermayeye Karşı Bir İsyan Olarak Göç”, MR Online, Ekim 2016, https://mronline.org/2016/10/16/patnaik161016-html. ↩︎
  14. Samir Amin, “Dünya Yoksulluğu, Fakirleşme ve Sermaye Birikimi”, Monthly Review 55, no. 5 (Ekim 2003). John Bellamy Foster ve Robert W. McChesney, Sonsuz Kriz: Tekelci Finans Sermayesi ABD’den Çin’e Nasıl Durgunluk ve Çalkantı Üretiyor (New York: Monthly Review Press, 2011), 147’de alıntılanmıştır . ↩︎
  15. Samir Amin, Kapitalizmin Krizini Sonlandırmak mı, Yoksa Kapitalizmi Sonlandırmak mı? (Dakar: Pambazuka, 2011), 119. Ayrıca bkz. s. 106, 124. ↩︎
  16. Paris Yeros, “Afrika’da Genelleştirilmiş Yarı-Proleterleşme”,  Indian Economic Journal  71, no. 1 (2023): 162–86. Ayrıca bkz. Mike Davis, Gecekondular Gezegeni (New York: Verso, 2017). ↩︎
  17. Amin, “Dünya Yoksulluğu”; Amin, Krizin Sonlandırılması, 56. ↩︎
  18. Amin, Krizin Sonlandırılması, 56. ↩︎
  19. Samir Amin, Çağdaş Kapitalizmin İç Patlaması (New York: Monthly Review Press, 2013), 122. ↩︎
  20. Amin, “Dünya Yoksulluğu.” Vurgu bana ait. ↩︎
  21. Paris Yeros, “Afrika’da genelleştirilmiş yarı proleterleşme.” ↩︎
  22. Sam Moyo, Paris Yeros ve Praveen Jha, “Emperyalizm ve İlkel Birikim: Afrika İçin Yeni Kapışma Üzerine Notlar.” Agrarian South: Journal of Political Economy 1, no. 2 (2012): 182. ↩︎
  23. Sam Moyo ve Paris Yeros, “Neoliberalizm Altında Kırsal Hareketlerin Yeniden Canlanması.” Toprağı Geri Almak. Afrika, Asya ve Latin Amerika’da Kırsal Hareketlerin Yeniden Canlanması (Londra: Zed, 2005), 35. Amin, bu temel çalışmanın tanıtım yazısında meselenin özüne işaret etti: “emperyalizm, tarım sorununu çözmek ve büyüyen kırsal ve kentsel yerinden edilme sorununa yanıt vermek konusunda tamamen aciz görünüyor.” ↩︎
  24. Moyo, Yeros ve Jha. “Emperyalizm ve İlkel Birikim”, 187. Soldaki emperyalizm üzerine çağdaş düşüncenin eleştirisi için bkz. John Bellamy Foster, “Solda Emperyalizmin Yeni İnkarı”, Monthly Review  76, no. 6 (Kasım 2024). ↩︎
  25. Kadri’nin analizi son derece zengin ve bu formatta hakkını vermek imkansız; Avrupa göçmen sorununa ilişkin içgörülerini gelecek bir yazımda geliştireceğim. Şimdilik, güneylilerin yaşamlarının kitlesel olarak kısalmasını küresel ekolojik çöküşten ayrılamaz olarak gördüğünü belirtmekte fayda var: “Kapitalizm altında, insanlar ve doğa erken yok oluyor [.] Bu girdilerin her ikisi de aynı değer yasasının nesneleridir. Birinin tüketimini, diğerinin tüketimini durdurmadan durduramayız.” Dahası, Batı Marksizmlerinin aksine, Kadri “emperyalist soykırımı bir değer oluşturma süreci” olarak öne sürüyor. Bu, soykırım baskısının değer ilişkilerinin dışında veya hatta sadece ırksallaştırılmış sınıf disiplininin bir mekanizması olarak düşünülemeyeceği anlamına gelir. Aksine, birikim ve değer oluşumunun ayrılmaz bir parçasıdır -aslında ona göre dayanağıdır . Laik aşırı üretim koşulları ve yedek emek ordusunun amansız yükselişi altında -son 30 yıldır çevresel toplumsal oluşumların evriminde yadsınamaz- “başlıca sermaye-emek çelişkisi sermaye-nüfus çelişkisi olarak ortaya çıkar.” O zaman ortaya çıkan şey “yedek emek ordusunu israf etme endüstrisidir.” Göçmen soykırımı tam da buraya uygundur. Ali Kadri, The Accumulation of Waste. A Political Economy of Systemic Destruction (Londra: Brill, 2023), ix, 20, 41, 102–03, 11, 381. ↩︎
  26. Max Ajl, “Filistin ve Teorinin Amaçları”, Ortadoğu Eleştirisi 33, no. 4 (2024): 627. ↩︎
  27. Amin, İç Patlama , 122. ↩︎
  28. Paris Yeros, “Çok Merkezli Bir Dünya Yalnızca ‘Altıncı Büyük Güç’ün Müdahalesiyle Mümkün Olacak”, Agrarian South: Journal of Political Economy 13, no. 1 (2024): 15. Ayrıca bkz. Paris Yeros, “Yeni Bir Bandung’un Unsurları: Uluslararası bir dayanışma cephesine doğru.” Agrarian South Network Araştırma Bülteni 10 (2021): 29–40 . ↩︎
  29. Kwame Nkrumah, Neo-sömürgecilik: Emperyalizmin Son Aşaması (Panaf, 2009 [1965]). Tüm vurgular bana aittir. ↩︎
  30. Sosyal demokrasinin seçim alanında sistematik saldırıların hedefi olduğu doğru olsa da – AB’nin kriz sırasında Syriza’ya verdiği yanıttan, ABD’de Bernie Sanders’a ve İngiltere’de Jeremy Corbyn’e karşı koordinasyona, İspanya’da Podemos’a karşı hukuki mücadeleye, Fransa’da La France Insoumise’e karşı en son yumuşak darbeye kadar – seçim satın alımının uzun vadeli düşüşü bu hedeflemeyle tam olarak açıklanamaz. Seçim sonuçlarının ötesinde, sosyal demokrasinin krizle başa çıkamaması en çok İspanya örneğinde belirgindir; burada sosyal demokrasi – ılımlı ve “radikal” kanatlardan oluşan bir koalisyon aracılığıyla – yaklaşık yedi yıldır iktidardadır, sadece daha da kötüleşen yaşam maliyeti krizine gerçek bir çözüm sağlamamıştır ve toplumsal mücadeleciliğin ve faşist politikaların her ikisinin de arttığı, “radikal” seçim deneylerinin ise giderek önemsizleştiği bir döneme başkanlık etmektedir. ↩︎
  31. Onların ifade ettiği gibi, “genel dekolonizasyon, temelde, emperyalizmin kalıcı krizinin politik temelidir.” Ayrıca, geç neo-sömürgeciliğin yarattığı “muazzam büyüklükteki emek rezervleriyle” ilgili “tarihsel tuzağın” “sosyalist geçişin somut başlangıç ​​noktası” olduğunu belirtiyorlar. Güney’deki bağlantı kesme projelerinden bahsederken, biz de onların ipuçlarını izleyerek Avrupa durumunda göçmenlerin rolünü düşünebiliriz. Paris Yeros ve Lucca Gissoni, “Emperyalizm ve geç neo-sömürge durumu”, Agrarian South Network Araştırma Bülteni (Ocak-Nisan 2024): 9. ↩︎
  32. Foster ve McChesney, Sonsuz Kriz . ↩︎
  33. Tıpkı Üçlü’nün savaş sonrası dönemde askeri olarak bir araya gelmesi gibi, bugün de Avrupa güçleri sınır uygulamalarında bir araya geliyor. AB’ye katılım yalnızca AB göç politikasının onaylanmasını ve uygulanmasını gerektirmiyor, aynı zamanda sınır politikası giderek daha merkezi ve birleşik hale geliyor. Merkez-çevre çelişkisinin olgunlaşması, Frontex’in Avrupa kurumları arasında artan üstünlüğüyle de gösteriliyor, çünkü tüm ajansların en büyük bütçesini elde ediyor ve ilk pan-Avrupa militarize-zorlayıcı güç haline geliyor. Olgunlaşma kavramı Amin’in çeşitli çalışmalarından ve Moyo, Yeros ve Jha, “Emperyalizm ve İlkel Birikim”, 182’den alınmıştır. ↩︎
  34. Foster, “Emperyalizmin Yeni İnkarı.” ↩︎
  35. George Jackson, Gözümdeki Kan (New York: Random House, 1972), 111. ↩︎
  36. Amin, İç Patlama , 120. ↩︎
  37. “Yerli” veya beyaz işçi sınıfının bakış açısından, bir göçmen öldürüldüğünde (veya başka bir hak reddedildiğinde), tüm Avrupa’nın ücret tabanının düştüğünü anlamalıyız . Irksal hiyerarşi ve ırksallaştırılmış sınıf çıkarları arasındaki gerçek çatışma hafife alınmamalı olsa da, bu uyum hem gerçektir hem de mevcut görevimiz için zorunludur. Bunu Houria Bouteldja çok açık hale getiriyor. Çalışmalarındaki merkezi bir tema, “(uluslararası) proletarya arasındaki bölünmeyi onaylayan” “ahlaki ırkçılık karşıtlığının” eleştirisidir. Rednecks and Barbarians. Uniting the White and Racialized Working Class (Londra: Pluto Press 2023). Amin ayrıca, çekirdekteki azınlık anti-emperyalist muhalefete rağmen, “yine de kendi etraflarında etkili alternatif koalisyonlar kurmayı başaramadıklarını” ve muhalefetlerini etkisiz hale getirdiklerini belirtmiştir. Bu nedenle, uyumlar stratejik bir zorunluluktur. Amin, Implosion , 120. Ayrıca bkz. “Öz-eleştiri”, Prairie Fire (New York: Prairie Fire Dağıtım Komitesi, 1974), 10-11. ↩︎
  38. Hannah Cross, “Sınırlar ve şirketlerin arazi, kaynaklar ve emek üzerindeki hakimiyeti: Hannah Cross ile bir röportaj”, Afrika Politik Ekonomi Blogu İncelemesi, Mart 2021, https://roape.net/2021/03/04/borders-and-corporate-domination-over-land-resources-and-labour-an-interview-with-hannah-cross/ . ↩︎
  39. Jackson, Gözümdeki Kan , 3. ↩︎
  40. Kadri, Atıkların Birikimi , 12. ↩︎

*Bu yazı 27 Haziran 2025 tarihinde Umut Gazetesi Kolektifi tarafından çevrilmiştir.

Makalenin orijinali: https://mronline.org/2025/06/18/the-migrant-genocide-toward-a-third-world-analysis-of-european-class-struggle/

Paylaşın