Cenk Ağcabay, Slider, Umut Yazıları, YAZARLAR

Askeri keynesçilik ve Avrupa – Cenk Ağcabay

Brüksel’den trenle ayrılırken göreceğiniz ilk binalardan birisi Audi’nin Belçika’daki en büyük üretim tesisiymiş. Tesis Avrupa’daki kriz nedeniyle bu yılın başında kapanmış. Oxford Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi dersleri veren Anton Jager New York Times gazetesinde yayınlanan yazısında, “Son aylarda Audi fabrikasının hikayesi Avrupa’nın hikayesi haline geldi.” diyor. Audi tesisi sadece kriz nedeniyle kapandığı için Avrupa hikayesi haline gelmiyor, dahası var…

Belçika Savunma Bakanı Theo Francken ve diğer kabine üyeleri Audi tesisinin “askeri yenilenmenin bir parçası olarak silah üretim tesisine dönüştürülmesini” istiyormuş. Audi tesisinin hikayesini Avrupa hikayesi haline getiren işte bu istek. Yeni Avrupa’nın sembolü silah üreticisine dönüştürülen sanayi tesisleridir. Anton Jager Avrupa’da hükümetlerin bir tür askeri Keynesçilik uygulayarak ekonomik krizi yumuşatma eğiliminde olduğunu belirtiyor.

Hükümetlerin ekonomik büyümeyi askeri harcamaları arttırarak sağlama tercihi Askeri Keynesçilik olarak ifade ediliyor. Belçika kabinesi, kapanan Audi fabrikası silah üreticisine dönüştürüldüğünde 3000 yeni istihdam yaratılacağını savunuyor. Bu dönüşümün gerçekleşmesinin bir önkoşulu var, Belçika Savunma Bakanı, bütçe açıklarını kapatmak ve savunma harcamalarını arttırmak için sosyal harcamaların kısıtlanması gerektiğini belirtiyor. Bakan, “Sosyal güvenlik çok şişman. Bir miktar kesinti insanlık dışı değildir.” diyor. Yani eğitim, sağlık, emeklilerden çalınacak paraların silah üreticilerine aktarılmasında insanlık dışı bir şey yok. Silah, bomba, füze hep insanlık için…

Anton Jager Askeri Keynesçiliğin ilk olarak 1930’larda Nazi iktidarında Almanya’da uygulandığını, daha sonra 1940’larda Amerikalılar tarafından küreselleştirildiğini belirtiyor. Askeri Keynesçilik Nazi iktidarına ciddi bir ekonomik temel sağlamış, 1929 büyük bunalımından 1939’a gelindiğinde ekonomik çıktıda yüzde otuzluk bir artış sağlanmıştı. İşsizlik ciddi ölçüde düşmüş, işsiz sayısı altı milyondan yetmiş bine inmişti. Askeri Keynesçilik Almanya’da büyük bunalıma verilmiş bir yanıttı ve fakat sonuçları iyi biliniyor. Dünyayı kana ve ateşe boğan büyük savaş.

Yeni Alman Şansölyesi Merz göreve başlamasından sonra ilk yaptığı konuşmada, Alman Silahlı Kuvvetlerinin “Avrupa’nın en güçlü konvansiyonel ordusu haline gelmesi için ihtiyaç duyulan tüm mali kaynakları sağlamanın” gündemlerinin öncelikli başlığı olduğunu ifade etti. Yakınlarda Deutsche Bank Research tarafından yayınlanan bir raporda, küçülen otomotiv sanayisine ait tesislerin savunma sanayisine devrinin hızlandırılmasının önemine dikkat çekilmekteydi. Avrupa dediğimizde Almanya’ya bakmak esastır. Alman militarizminin yükselişi yeni Avrupa’yı kavramanın anahtarını sunmaktadır.

Financial Times gazetesindeki köşesinde, “Rus tehdidi” nedeniyle Avrupa’da militarist yükselişin zorunluluğunu savunan Janen Ganesh ABD örneğine başvurmuştu. ABD’de silah sanayi tesislerine ve ordu üslerine ev sahipliği yapan Kansas ve Kentucky gibi eyaletlerde mesleki eğitim ve üniversite diploması sayılarının diğer eyaletlerden çok daha iyi durumda olduğu bilgisini veren Ganesh, bu eyaletlerdeki işveren oranının bazı eyaletlerden iki kat daha fazla olduğunu söylüyordu. Ganesh Amerika’da olduğu gibi, Avrupa’da da silahlanmanın sermayeye önemli kazanımlar getireceğini belirterek silahlanmadan korkulmaması gerektiğini vurguluyordu.

Otomobiller bir yerden başka bir yere ulaşmak için kullanılır, silahlar da öldürmek için. Askeri Keynesçilik markası altında parlatılmaya çalışılan öldürme araçları üretiminin ekonominin temeline yerleştirilmesidir ve Avrupa bu nehirde yüzmeye başlamıştır. Hiç unutulmaması gereken nokta, Avrupa silah sanayinin ölçeğinin hedeflerle uyumsuzluğudur. Avrupa’nın militaristleşmesini doğru olarak “bir tür vurgun” biçiminde tanımlayan Anton Jager, ölçek farkı nedeniyle “vurgundan ilk yararlananlar Avrupalılar değil Amerikalılar olacak” diyor. Avrupa’nın emekçi halk sınıflarından yapılacak vurgun Amerikan silah tekellerinin kasalarına akacak. Avrupa’nın gençleri Amerikan emperyalizminin dünya hegemonyası hedefi için savaş arenasına çıkarılmaya çalışılacak.

Faşist hareket ve partilerin Avrupa’daki yükselişi militarizmin yükselişine eşlik ediyor. Burada tarihsel ve yapısal bir kalıbın vücut bulmasıyla karşı karşıyayız. Faşist hareket ve partiler bir kez daha ekonomik bunalımın derinleşmesi ve bunalımın yükünün sermaye tarafından emekçi halk sınıflarının sırtına yüklenmesiyle oluşan zeminden besleniyor. Faşist hareket ve partilerin demagojik söylemine verimli bir zemin oluşturan bu ortamı kavramaya olanak tanıyan bir dizi söyleşi yayınlandı. Almanya, Fransa, Avusturya ve Hollanda’da faşist hareket ve partileri destekleyenlerle yapılan söyleşiler, gelişen bu hareketlerin politik argümanlarının neden etkili olduğuna dair veriler sunuyor.

Söyleşilerde dile getirilen önemli unsurlardan birisi, yaşam standartlarında yıldan yılan yaşanan gerileme. Söyleşilere katılanların büyük çoğunluğu, hangi politik etiket altında yer alırsa alsın, ülkelerindeki hemen her iktidarın benzer uygulamalarla yaşam standartlarındaki gerilemeyi arttırdığını, bu nedenle farklı seslere ihtiyaç duyulduğunu belirtiyorlar. Faşist parti ve hareketleri ihtiyaç duydukları farklı ses olarak gördükleri için desteklediklerini ifade ediyorlar. Faşist söylem her zaman kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkilerine yönelttiği demagojik eleştirilerle emekçi halk sınıflarının hoşnutsuzluğunu sömürür, bunda yeni olan hiçbir şey yok ancak Avrupa’da yeni olan göçmen emekçilere yönelik olarak ifade edilen “kültürel farklılık” unsuru.

Sözü edilen “kültürel farklılık” unsuruna bakarken herhalde ilk dikkate alınması gereken, Sovyetler Birliği’nin çözülüşünün ardından Batılı merkezlerde yüksek sesle ifade edilmeye başlanan “Medeniyetler Çatışması” söylemidir. Batılı merkezlerde kesintisiz bir biçimde propaganda edilen “Medeniyetler Çatışması” esas olarak, sınıfsal ve sosyal çatışmaların yerini kültür ve medeniyet farklılıklarından doğan çatışmalara bıraktığı temeline dayanıyordu. “Medeniyetler Çatışması” tezini üreten Samuel Huntington’a göre, kültürün temeli dinde kökleniyordu. Batılı merkezlerde göçmen emekçilere yönelen “kültürel farklılık” unsuruna bu perspektiften bakmak verimlidir. Aynı patronlar tarafından sömürülen ve aynı devlet aygıtları tarafından baskı altında tutulan emekçiler kültürel aidiyetleri temelinde farklılaştırılıp karşı karşıya getiriliyor. Oysa sözü edilen Almanya, Fransa, Avusturya ve Hollanda’da en ağır işlerde en ucuza çalıştırılan göçmen emekçiler şeytanlaştırılarak sermayenin ağır sömürüsünün üzeri örtülüyor.

Oxfam International’ın araştırmasına göre, dünyanın en zengin yüzde biri 2015 yılından bu yana servetlerini reel olarak 33,9 trilyon dolardan fazla artırmıştır. Faşist hareket ve partiler bu gerçeği gizleyen demagojiler ürettikleri için var oluyorlar ve gelişiyorlar. Avrupa’da yaşam standartları, pastadan en küçük payı alan göçmen emekçiler nedeniyle değil piramidin en tepesindeki küçük azınlık nedeniyle sürekli düşüyor. Yerli ve göçmen emekçilerin patronlara karşı değil birbirlerine karşı konumlanmasını sağlayan bu ideolojik düzenek sömürünün arttırılmasında önemli bir işleve sahip.

Avrupa finans-kapitalinin savaş ve sömürüyü yoğunlaştırma yönelişi derin bunalıma karşı bir yanıttır. Askeri Keynesçilik türü tanımlar sadece gerçekliğin çarpıtılarak sunulmasını hedeflemektedir. Avrupa Finans-kapitali emekçi halk sınıflarını daha fazla köleleştirmek, militarizm ve savaş tercihlerine tabi kılmak için çeşitli araçları kullanmaktadır. Egemen sınıfın bu çok tehlikeli yönelişine karşı emekçi halk sınıfları Avrupa’da Emekçilerin Birliği ve Halkların Kardeşliği perspektifini temel alan bir yönelişe sahip olmak zorundadır. Emekçi halk sınıfları sadece kendilerini değil tüm Avrupa’yı sosyal kurtuluşa taşıma potansiyeline sahip tek toplumsal gruptur.

Emekçi halk sınıflarının Avrupa’da harekete geçmesi için öncü sosyalist örgütlerin teorik ve politik olarak sağlam temellere dayanan perspektifler geliştirmesi ve bunu pratikte işleyen bir tarzda hayata katması gerekiyor. Sınıf mücadelesinin keskinleşmesi ve daha da keskinleşecek olması, bu ihtiyacın yaşamsal bir önem kazanmasını beraberinde getiriyor. Avrupa’da sokaklar ısınırken devrimci sosyalistleri çağırıyor. Bu çağrıyı yanıt vermek vazgeçilmez bir görevdir. Bu göreve yanıt vermek için yakıcı ihtiyaç güç ve eylem birlikleridir. Bunun için harekete geçme vaktidir.

Paylaşın