Dünya ve bölge planında yaşanan gelişmeler düşünüldüğünde bir hayli yoğun bir gündemin biriktiğini göre biliyoruz. Son olarak yaptığımız değerlendirmeyi mayıs ayı başında yapmıştık. O gündem bu güne gelişmeler işçi sınıfı ve ezilenlerin mücadelesi açısından yoğun bir iki ay olarak yaşandı.
ABD emperyalizmi ve onun ittifak gücü olan Batı emperyalist bloğu Trump’ın ABD seçimlerini kazanması sonrası yaşadığı iç krizi bir düzeyde çözmüş bulunmaktadır. Bu çözüm esasen Trump iktidarının NATO’ya dönük olarak yaptığı müdahalelerle yeni bir konsepti hakim kılmasıyla gerçekleşmiştir. Son NATO toplantısında üye ülkelerin hepsinin belirli bir zaman aralığında GSMH’nin % 5 ‘ini askeri harcamalar için kullanmaları kararı çıkmıştır. Bu karar açık bir şekilde ön günlerinde olduğumuz dünya savaşı hazırlığıdır. Zira böylesi bir bütçe muazzam bir askeri harcama anlamına gelmektedir. Böylesi bir harca ancak bu büyük çapta gerçekleşecek bir dünya savaşı hazırlığı olarak değerlendirilebilir.
Trump bu süreçte özellikle NATO üyesi ülkelerin askeri harcama bütçesini ayarlarken aynı zamanda ABD silah tekelleri açısından büyük bir talep yaratmış oldu. Zira NATO’nun ana silah tedarikçisi hali hazırda ABD’li silah şirketleridir. Trump iktidarının bu politikalarından fazlasıyla memnun durumdadır.
Trump ikinci dönem iktidarın bir önceki dönemde yaptığı hataları tekrarlamamakta ABD sermaye sınıfının talepleriyle tam uyum bir şekilde hareket etmektedir. Özellikle ABD silah tekellerinin taleplerini eksiksiz yerine getirerek onlarla uyum içerisinde hareket etmektedir. Son NATO toplantısı, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar ve diğer körfez ülkeleriyle yapılan anlaşmalar bu yönde anlaşmalardır.
Trump iktidarının önemli meselelerinden biri İran’a dönük yaptırımlar ve İran’ın nükleer kapasitesinin düşürülmesi oldu. İsrail’in İran’a dönük saldırısı tamda böylesi bir konjonktürde Trump iktidarından aldığı destekle gerçekleşti. İsrail ani bir saldırıyla İran Genel Kurmay Başkanı başta olmak üzere üst düzey askeri yönetimini hedef aldı. Aynı zamanda nükleer program çalışmalarını yürüten bilim insanları hedef alındı. İran ilk günkü saldırı şokunu atlattıktan sonra İsrail’e dönük olarak etkili karşılık verdi. İsrail’in kentleri ve askeri üstleri İran füzeleri tarafından hedef alındı.
ABD İsrail’in zor durumda kaldığı noktada savaşa dahil oldu ve İran nükleer tesislerini hedef aldı. İran bu saldırı karşısında misilleme olarak Katar’daki ABD üstünü ve Irak’taki ABD üstünü hedef aldı. Sonrasında bir ateşkes ilanı gerçekleşti. İran’da ve İsrail’de bir birinden ayrı şekilde zaferlerini ilan etti. ABD’de aynı şekilde kendi zaferini ilan etti.
Yaşanan 12 günlük savaş döneminde İsrail ve ABD ekseninin saldırgan taraf olduğunu net bir şekilde görmek gerekiyor. İsrail kolay bir zafer elde etmeye çalışmış ancak 12 günlük savaşta bu amacına ulaşamamıştır.
ABD diplomasi faaliyetleriyle İran rejimini oyalarken İran’a saldırı için İsrail’i destekleyip İran’a karşı havuç sopa siyaseti yürütmüştür. İran devlet yapısı içerisinde Batı ile uzlaşma eğilimi içinde olan kesimler bu süreçte büyük bir yenilgi almışlardır. ABD emperyalizmi başta olmak üzere Batı bloğu diplomatik görüşmelerle İran rejimini oyalarken diplomasi görüşmeleri devam ederken İsrail saldırılarına hiç bir şekilde karşı çıkmamışlardır.
Bütün bu gelişmeler Ortadoğu’da önümüzdeki dönemde istikrarsızlık ve çatışma durumunun devam edeceğini gözler önüne sermektedir. İsrail İbrahim anlaşmasıyla yeni kurulan Büyük Ortadoğu Projesinin eş Başkanlığını yürütmektedir. Birleşik Arap Emirliği, Mısır, Umman, Katar, Fas bu anlaşmaya imza atmışlardır. Esad rejiminin devrilmesi sonrasında kurulan Ahmet Şara rejimi de muhtemelen bu anlaşmaya imza atacaktır.
İsrail ikinci yılına yaklaşan bir süreç içerisinde Gazze halkına adeta bir soykırım uygulamaktadır. Resmi rakamlarla 60.000’e yakın insan öldürülmüş 180.000 insan yaralanmış 2.5 milyon Gazze’li açlık, yoksulluk ve susuzlukla yıkılmış kentlerinin gölgesinde yaşam mücadelesi vermektedir.
Yemen halkı uzun yıllar devam eden iç savaş sonrasında şimdi de Filistin halkıyla dayanışma gösterdiği için Siyonist İsrail devletinin hedefi durumuna gelmiş bulunmaktadır.
İsrail devleti ABD ve Avrupa emperyalizminden aldığı destekle Ortadoğu halklarına dönük olarak büyük bir savaş yürütmektedir. Bu savaş bölgeyi adeta bir kan gölüne çevirmektedir. Bu savaş esasen ABD emperyalizmi ve onun ortaklarının Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme mücadelesinin önemli bir hamlesidir.
ABD emperyalizmi yoğunlaşmasını esas olarak Çin Halk Cumhuriyet’inin askeri ve ekonomik olarak çevrelenmesine yöneltmiş bulunmaktadır. Bu yönde önemli adımlar atmakta askeri harcamalarını ciddi boyutta artırırken pasifik ve Uzakdoğu’ya dönük konumlanmasını artırma yönünde girişimlerde bulunmaktadır. Özellikle Çin’in önemli bir tarihsel meselesi olan Tayvan meselesini köpürterek bu yönde erken bir çatışma yönünde Çin’i kışkırtmaktadır.
Pakistan ve Hindistan arasında yaşanan çatışmalarda dünya yine nükleer bir çatışmanın eşiğinden dönmüştür. Çin savaş sanayi Pakistan ile kurduğu ittifak neticesinde Hindistan ordusuna ait 5 savaş uçağının düşürülmesiyle sonuçlanan çatışmalarda son teknoloji silahlarının başarısıyla büyük bir prestij kazanmıştır.
Rusya Ukrayna’da devam eden savaşta önemli bir üstünlük elde etmiş durumdadır. ABD ve müttefikleri artık Ukrayna’ya eskisi kadar yoğun bir destek verme konusunda istekli görünmemektedirler. Hatta Trump’ın seçim süreci boyunca en önemli propagandalarından biri Ukrayna çatışmasını hızlı bir şekilde bitireceğidir. Ancak Ukrayna yönetiminin askeri başarısızlığı artık bu savaşın sürdürülmesi konusunda genel olarak Batı bloğunda bir bıkkınlık hali yaratmış bulunmaktadır.
Rusya cephesine dönük olarak Kuzey Kore’nin verdiği askeri destek ve aynı zamanda savaşa doğrudan dahil olması çatışmanın niteliğine dair belirgin bir etki yaratmaktadır. Ukrayna istihbaratının açıklamalarına göre Laos ordusununsa savaşa dahil olduğuna dair iddialar mevcuttur.
Bu tablo içerisinde Ukrayna yönetiminin daha önce imzalayıp sonrasında vazgeçtiği İstanbul anlaşmasından daha geri bir noktadan anlaşmalar yapacağını görmek gerekiyor.
Rusya’nın Ukrayna savaşıyla meşguliyeti ABD ve Batı emperyalist bloğunun Ortadoğu’da daha güçlü hamleler yapma olanağı kazanmasını sağlamıştır. Beşşar Esad’ın devrilmesi de bizzat böylesi bir konjonktürde planlanmıştır.
ABD’nin başını çektiği Batı emperyalist bloğu Ortadoğu’da silahlı mücadele yürüten ulusal kurtuluş hareketlerine ve direniş güçlerine dönük olarak kapsamlı bir tasfiye saldırısı yürütmektedir. Lübnan Hizbullah’ının ve Filistin direnişinin önemli lider kadrolarına dönük gerçekleşen katliamlar böylesi bir tasfiye saldırısının sonucu olarak gerçekleşmiştir.
Esad rejimi devrildikten sonra Rojava devrimine dönük bir tasfiye konsepti HTŞ ve SMO aracılığıyla Türkiye devleti desteğiyle hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Burada Türkiye egemen sınıflarının genel politikası Kürtlerin bölgede elde ettiği her türlü kazanımı engelleme yönündedir.
Rojava devrimi Ortadoğu’da Arap Baharı sonrası oluşan yeni konsept içerisinde en demokratik, seküler ve halkçı yönetimi oluşturmaktadır. Kürt halkının burada elde ettiği kazanımlar ve kurmaya çalıştığı yönetim anlayışı bölgede ki otoriter ve din merkezli rejimler tarafından kabul görmemektedir.
ABD emperyalizmi ise Esad rejimi devrildikten sonra kurulan HTŞ yönetimiyle arasındaki pürüzleri büyük oranda çözmüştür. Bu temelde HTŞ’yi terör örgütü listesinden çıkarmış ve Suriye devletine dönük daha önceden koyulan yaptırımları kaldırmıştır. ABD Suriye temsilcisi Tom Barrak Özerkliğin Suriye’ye uygun bir yönetim sistemi olmadığı yönünde açıklamalar yaparak. Kürtlerin elde ettiği kazanımları bir şekilde Ahmet Şara yönetimi ve Türkiye devletiyle pazarlık yapıp bir takım anlaşmalar yapıldığının sinyallerini vermektedir.
Rojava devrimi tasfiye etmek HTŞ ve onu destekleyen emperyalist bloğun genel hedefi haline gelme potansiyeli taşımaktadır. ABD emperyalizm daha önce Afganistan’da yaptığı gibi çıkarları söz konusunda hiç bir değer tanımadan en pragmatist politikaları hayata geçirebilmektedir.
Rojava devrimi demokratik katılımı esas alan, halkçı, kadın özgürlükçü ve azınlıklara haklar tanıyan bir yönetim anlayışı ortaya koymuştur. HTŞ ise selefi cihatçı bir zihniyetle hareket etmektedir.
Batı emperyalist bloğu Ahmet Şara yönetiminden istediklerini aldığı noktada Kürtlere olan desteğini çekme potansiyeli taşımaktadır. Bu tablo Rojava devrimine dönük olarak karşı devrimci bir saldırı konseptinin oluşmasına anlamına gelecektir
Kürt Özgürlük hareketi önemli bir sürece girmiş bulunuyor. Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat tarihinde gerçekleştirdiği çağrı ile birlikte başlayan süreç bu gün önemli bir noktaya gelmiş bulunmaktadır. Gelişen müzakere sürecinde Kürt özgürlük hareketinin elde ettiği kazanımlar esasen onun yürüttüğü kararlı mücadelenin sonucu olarak elde edilmiş kazanımlardır.
Kürt özgürlük hareketi Öcalan’ın çağrısı doğrultusunda önemli ve dönüşü olmayan stratejik adımlar atarken halen iktidar cephesinden Kürt sorunun çözümüne dair somut bir adım atılmamış durumdadır.
Kürt sorunun demokratik çözümü ve barış talebinin gerçekleşmesi Türkiye işçi sınıfı ve ezilen halkların mücadelesine büyük bir ivme kazandıracaktır. Özellikle şovenizmin geriletilmesi ve ezilenlere doğrudan ulaşma yönünde önemli olanaklar yaratılacaktır. Abdullah Öcalan üzerindeki tecritin kaldırılması ve onun Kürt sorunun çözümü konusunda müzakere yürütücü olarak muhatap olması önemli bir gelişmedir. Bu süreç Kürt sorunun çözümü konusuna ilerledikçe ülkenin diğer temel sorunlarında demokratikleşme yönünde yansımaları olması gerekmektedir. Şu anda gelişen süreçte böylesi bir gelişme kendini göstermemektedir. Kürt özgürlük hareketi kendi cephesinden Kürt sorunun çözümü yönünde birçok adım atarken iktidar cephesinden halen somut bir adım atılmamış olması önemli bir açmaz olarak karşımızda
durmaktadır.
Hatta tam tersine faşist rejimin kendisini tahkim ettiği ana muhalefet partisini tasfiye etmeye dönük önemli hamleler yaptığı gözler önüne serilmektedir.
AKP-MHP iktidarı 2024 yerel seçimleri sonrasında kaybettikleri belediyelere dönük kapsamlı bir saldırı başlatmış durumdadır. Bu saldırı esasen yolsuzluk vs. gerekçeleriyle CHP’li belediyelere dönük gözaltı ve tutuklama terörü şeklinde iktidar tarafından pratikleştirilmektedir. Tıpkı daha önce DEM Partili belediyelere yapıldığı gibi faşist iktidar çeşitli uydurma gerekçelerle CHP’nin bütün parti örgütlenmesine dönük indirme ve tasfiye saldırısı başlatmış bulunmaktadır.
Yaşanan Uluslar arası ve bölgesel gelişmelerden de anlaşıldığı kadarıyla AKP-MHP iktidarı bu konuda ABD başta olmak üzere Batı emperyalist bloğundan da onay almış bulunmaktadır. Ülkenin en büyük muhalefet partisi ve onun belediye başkanları gözaltına alınmakta ve tutuklanmaktadır.
Ekrem İmamoğlu’nun önce diplomasının iptali ve sonrasında da tutuklanması AKP iktidarının iktidarda kalabilmek için her türlü yolu deneyeceğinin ispatıdır. Mevcut iktidarını sürdürebilmek için devletin bütün olanaklarını kullanan faşist iktidar halkının muhalefetini ve özgürlük arayışını sindirmek istemektedir.
Türkiye kapitalist sistemi birçok açıdan hissedilen büyük bir kriz işaretleri taşımaktadır. Bu kriz emperyalizmin içinde bulunduğu yapısal krizin etkilerinden bağımsız değildir. İşçi sınıfının ve emekçilerin hayatı her geçen gün daha da zorlaşmaktadır.
Enflasyon her gün biraz daha artarken iktidar yandaşı medya ve devlet kurumları bu gerçekleri halktan gizlemektedir. Sanki enflasyon belirtildiği kadar yüksek değilmiş gibi bir algı yaratmaya çalışmaktadırlar.
İşçi sınıfının yaşam sıkıntıları her gün katlanarak artmaktadır. Bir birinden bağımsız bir şekilde gelişen işçi direnişleri bu konuda sınıfın kendiliğinden öz savunma eylemleri olarak değerlendirilebilir.
İktidar cephesi gerçekleşen işçi direnişlerine ve grevlere karşı devletin bütün olanaklarını kullanarak yasak ve bastırma siyaseti uygulamaktadır. Özellik iktidara yandaş sendikalar işçi sınıfının kendiliğinden eylemlerinin önüne geçebilmek için özel bir çaba harcamaktadırlar.
İktidar bloğunun olduğu kadar ana muhalefet partisi de mesele işçi haklarının gaspı ve grev yasağı olduğunda AKP-MHP faşizmiyle aynı zihniyetle hareket etmektedir. Son olarak gerçekleşen İzmir Belediyesi grevinde yaşananlar bu yönüyle işçi ve sendika düşmanı “sosyal demokrat belediyeciliğin” önemli pratiklerinden biri olmuştur.
Devrimci siyaset açısından önemli bir dönem içerisindeyiz. Ülkede ve bölgede önemli gelişmeler yaşanıyor. Emperyalizm ve faşizmin anlaştığı bir konsepte devrimci güçlere dönük topyekûn bir tasfiye saldırısı uygulamaya koyulmaya başlanmış bulunuyor.
İçinde bulunduğumuz tarihsel dönemde bu gelişmeleri görerek doğru bir devrimcilik anlayışını hayata geçirme konusunda özel bir çaba içerisinde olmalıyız.
İşçi sınıfının devrimci rolünü görerek emperyalizme ve faşizme karşı her hangi bir devrimciliği değil işçi sınıfı devrimciliğini proletarya enternasyonalizmi temelinde hayata geçirmek hedefimizden bir adım bile sapmadan kararlı bir inançla bu mücadelenin bayrağını hep yüksekte tutmalıyız.
Emperyalist – kapitalist sistem dünya haklarına ölüm, gözyaşı, yoksulluk ve sömürü dayatıyor. Bunun karşısında özgürlük, demokrasi ve sosyalizm bayrağını daha da yükseltmek için ülkemiz ve dünya proletaryasının ve ezilen halkların enternasyonalist mücadelesini daha güçlendirmek Türkiye işçi sınıfının ve ezilenlerin önünde bir görev olarak durmaktadır.
Bütün bu devrimci görevleri bir birinden farklı mücadele mevzilerinde en kararlı ve yaratıcı bir şekilde gerçekleştirmek bizlerin omuzun da bir görevdir. Bu tarihsel göreve uygun bir şekilde kendimizi ve yaşamı örgütlemek için hepimize kolay gelsin. Devrimci selam ve saygılarla…