Türkiye’de Kürt sorunun geleceğinin nasıl bir seyir izleyeceği önemli bir tartışmadır. Son yaşanan gelişmelerle birlikte Kürt sorununda yeniden bir çözüm süreci tartışması kendini güçlü bir şekilde hissettiriyor.
Elbette Kürt sorunun çözümünden tarafların ne anladığı önemli bir değerlendirme meselesidir. Kürt halkı özgürlük, eşitlik ve geleceğini tayin etme konusunda güçlü bir irade yaratırken iktidar cephesinden sorunun çözüm mantığı klasik devlet aklının izlerini taşıyor.
AKP-MHP cephesinden yapılan açıklamalarda Kürt sorunun çözüm sürecinin “Terörsüz Türkiye” süreci olarak tanımlanması bile, devletin meseleye dair bakış açısını ele vermektedir. İktidarın çözümden anladığı Kürt özgürlük hareketini çözmek ve tasfiye etmektir.
2015 yılından bugüne kadar tırmanışa geçen savaş içerisinde AKP-MHP iktidarı geniş bir tasfiye saldırısı yürütmüştür. Bu tasfiyenin amacı Kürt özgürlük hareketini ve onunla birlikte olan birleşik devrim güçlerini de tasfiye etmekti.
İktidarın niyeti bugünde değişmiş değildir. Silah ve zorla yapamadığını bugün masa başında yapmak istemektedir. AKP-MHP iktidarının yaptığı açıklamalardan silah bırakma sürecinin sadece PKK’yi değil aynı zamanda YPG ve PJAK’ı da kapsadığı dillendirilmektedir.
Bu yönüyle iktidarın hedefi Kürt özgürlük hareketinin bütün parçalarını hedef alan bir alanı tasfiye etmek çabasıdır. Bu yönüyle Ortadoğu’da yaşanan son gelişmeler faşist iktidarın korkusunun kaynağını oluşturmaktadır. Özellikle Batı emperyalist bloğunun, Ortadoğu’da, gerçekleştirdiği askeri hamleler Ortadoğu haritalarına dönük büyük bir değişikliği hedeflemektedir. Pratik sahada bu gelişmeler kendini göstermektedir.
ABD emperyalizminin başını çektiği Batı emperyalist bloğu yönelimleri bölgesel anlamda istikrarsızlığı ve çatışmaları daha da derinleştirmektedir. Özellikle İsrail’in 7 Ekim’den bu güne yürüttüğü saldırılar bölge halkları açısından ağır sonuçlar yaratmıştır.
Bizzat Netanyahu kendi ağzından “Ortadoğu’da haritaların değişeceği” değerlendirmesini yapmıştır. Bu değerlendirmeden bugüne yaşananlar, Ortadoğu’da çatışmaların her geçen gün daha da tırmanacağını ispatı niteliğindedir.
AKP-MHP iktidarı birazda Kürtlerin açısından bölgede oluşabilecek avantajlı durumların önünü almak için böylesi bir adım atmış durumdadır. Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler içerisinde Kürtlerin Rojava’da elde edecekleri yeni bir statü durumu, faşist iktidarın en büyük korkularından biridir. Böylesi bir statü durumunun er yada geç Bakur Kürtleri üzerinde yaratacağı motivasyon durumu iktidarı tedirgin etmektedir.
Bu değerlendirme ışığında, Rojava’da oluşabilecek yeni bir statü durumunun, Türkiye’de gelişen çözüm sürecine önemli bir etki yaratacağını görebilmek gerekiyor. Türkiye devleti çözüm sürecini PKK’nin yanı sıra YPG’nin feshi olarak değerlendirip Kürtlerin elde ettiği bütün kazanımların tasfiye edilmesine zorlamak istemektedir.
Bütün bu gelişmeler düşünüldüğünde Kürt sorunun artık Kürtlerin yaşadığı coğrafyaları da içine alan bir bölge sorunu olduğunu daha net bir şekilde görebiliyoruz. Kürt halkının haklarını kazanması ve özgürce yaşayabilmek için büyük bedeller verdi ve bugünde mücadelesi devam ediyor.
Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler düşünüldüğünde Kürt halkının özgürlük mücadelesi bölgede yaşayan diğer halkların özgürlük ve eşitlik mücadelesinin önemli bir müttefikidir. Bu yönüyle Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerin geleceği açısından Kürt halkının özgürlük mücadelesinin başarı kazanması önemli bir yerde durmaktadır. İşçi sınıfı ve emekçilerin örgütlenmesinde ki en büyük engellerden biri egemen ulus şovenizmi ve bunun sınıf içerisindeki etkileridir.
Bu yönüyle Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkından yola çıkarak, Türkiye’de Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümünü desteklemek her sosyalistin görevi olmalıdır. Elbette burada destek Kürt halkının özgürlük mücadelesine destek aynı zamanda şovenizmi gerilettiği noktada işçi sınıfının sınıf bilincinin gelişmesine destek anlamına gelmektedir.
Devrimci siyaset olarak Kürt halkının özgürlük mücadelesinin hep yanında olduk. Kasım Atılımı sonrasında birçok mücadele alanında birleşik devrim bayrağını Kürt özgürlük hareketiyle birlikte omuz omuza taşıdık. Bugünde Kürt halkının özgürlük mücadelesinin kazanması aynı zamanda Türkiye işçi sınıfının mücadelesinin kazanması anlamına gelecektir.
AKP-MHP iktidarı süreci iktidarın bir zaferi ve Kürt özgürlük mücadelesinin yenilgisi gibi yansıtmaya çalışsa da devrimci siyaset olarak Kürt halkının mücadelesinin kazanımlarının aynı zamanda diğer ezilenlerin mücadelesine de güç vereceğinin bilincinde olmalıyız.
Kürt halkının yürüttüğü barış ve özgürlük mücadelesinin ülkede demokrasi, özgürlük ve eşitlik mücadelesi veren güçlerle doğal bir müttefik olduğunun bilinciyle hareket etmeliyiz. Faşist iktidarın pratikleri Kürt sorunu bir güvenlik sorunu olarak gören faşist zihniyette çok da bir değişiklik olmadığı gözler önüne seriliyor.
Bugün Dem Parti ile bir çözüm süreci yürüten iktidar, dün DEM parti geleneğine ne yapıyorsa aynı uygulamaları bugün CHP’ye yapmaktadır. Bu uygulamalar bile iktidarın Kürt sorununu çözümü konusunda samimi olup olmadığı konusunda büyük kaygılar yaratmaktadır.
Bu yönüyle Kürt halkının özgürlüğünü kazanması ve barış meselesi faşizmin bölgesel hegemonya arayışlarından doğru değerlendirilemez.
Esas olan Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle omuz omuza Türkiye cephesinde proletarya sosyalizminin bayrağını yükseltmek olacaktır.
Son olarak bugün ölüm yıldönümü olan Enternasyonalist devrimci Halid Ebu Ruken (İbrahim Turgut)’i saygıyla anarken onunda dediği gibi; Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi Yaşasın halkların direnişi.
Emperyalizm ve faşizm hangi planı yaparsa son sözü işçi sınıfı ve direnen halklar söyleyecektir.