Kürt sorunun çözüm süreci tartışmaları devam ederken, iktidarın genel olarak meseleyi koyduğu çerçeve güvenlik kaygıları merkezlidir. Türkiye devletinin bir beka tehdidiyle karşı karşıya olduğu düşüncesinden yola çıkan iktidar yeni sürece dair kamu oyunu ikna etmeye çalışmaktadır. Öte yandan iktidar medyası bir birine ardına yaptığı değerlendirmelerle Kürt özgürlük mücadelesinin yenildiğini ve “Terörsüz Türkiye” süreci ile “Türkiye yüz yılı” yaşanacağı vurgusunu güçlü bir şekilde yapılmaktadır.
Öncelikle, Kürt sorununa dönük olarak güvenlik merkezli bakış açılarının çıkacağı yol genel olarak çözümsüzlük ve açmaz olacaktır. Şimdiye kadar yaşanan bütün müzakere süreçlerindeki temel tıkanma bu temelde yaşanmıştır. Esas olarak AKP iktidarı döneminde defalarca yapılan bütün görüşmelerde iktidarın temel beklentisi çeşitli tavizler elde edip sonrasında tasfiye sürecini hayata geçirme arayışı olmuştur.
Bugünde gelişmeler yaşanırken benzer kaygılar kendini hissettirmektedir. İktidar Kürt sorununda çözüm sürecinden bahsederken aynı zamanda ana muhalefet partisine dönük yürüttüğü gözaltı ve tutuklama operasyonlarıyla toplumsal muhalefete dönük tehditlerine devam etmektedir.
Aynı zamanda işçi sınıfı örgütlenmelerinin önündeki engeller ve grev yasakları devam etmektedir. Sınıf sendikacılığı yapan örgütlenmeler engellenmekte ve yasaklanmaktadır. Öte yandan çeşitli gerekçelerle işçi sınıfında oluşan öfke yandaş sendikalar aracılığıyla sönümlen dirilmeye çalışılmaktadır.
Kadın cinayetleri artarak devam etmekte ve iktidarın yasal düzenlemeleri bu katillere cesaret vermektedir. Yine LGBT’lere dönük nefret cinayetleri devam etmektedir. Erdoğan bizzat kendi ağzından sokaklara çıkan haklarını arayan gençleri marjinal olarak ilan etmekte ve onlara karşı düşmanca bir dil kullanmaktadır.
Bütün bu gelişmeler düşünüldüğünde iktidar cephesinde bir demokratikleşme ve yumuşama eğilimi görülmemektedir. Tam tersine özellikle devletin çeşitli ağızlarından Kürt özgürlük mücadelesine, Rojava Özerk yönetimine ve toplumsal muhalefete dönük tehdit söylemleri dikkat çekici bir şekilde kendini göstermektedir.
Bu yönüyle Faşist iktidarın toplumsal muhalefeti sindirerek zayıflatmak ve sonrasında etkisizleştirmek yönünde yoğun bir çaba içerisinde olduğunu görmek gerekiyor.
İşçi sınıfına, emekçilere ve ezilenlere dönük her türlü baskı ve yasağın devam ettiği bu konjonktürde faşizmin sindirme politikaları karşısında örgütlü mücadele zemininde ısrar etmenin önemi çok büyüktür.
Faşist iktidar örgütsüz, tepkisiz ve söyleneli yapan bir halk istemektedir. Bu koşullar altında örgütlü olan bir halk faşizmin her türlü saldırısı karşısında boyun eğmeyecektir.
Faşizmin yaymaya çalıştığı moral bozukluğu ve karamsar hava karşısında örgütlü mücadele en büyük panzehir olacaktır.
Tamda bu noktada faşist iktidarın iç cephe tahkimatı söylemi ön plana çıkmaktadır. İç cephe tahkimatı olarak faşizmin işçi sınıfı, emekçiler ve ezilenleri örgütsüzleştirmesi ve parçalama siyaseti ön plana çıkmaktadır.
Faşist iktidar burada ezilenleri kendisine yedekleme siyaseti izlemektedir. Türkiye devletinin bekası için ezilenlerin kendi çıkarlarından vazgeçmesi ve egemenlerin çıkarlarının destekçi olmasını istemektedir.
Son dönemde iktidarın iç cephe tahkimatı olarak anlattığı ana fikir tamda bu bakış açısıdır. İç cephe esasen işçi sınıfı, emekçiler ve ezilenlerin azami sömürü düzeni içerisinde ezilmesi üzerine tahkim edilmektedir.
Yoksulluğun ve halk üzerindeki baskıların yoğunlaştığı bir dönem içerisindeyiz. Şimdiye kadar görüne hiç bir gelişme esasen ülkenin demokratikleşeceğine dönük bir işaret vermemektedir. Tam tersine rejimin daha güçlü bir şekilde baskıcı karakterini ön plana çıkardığı bir dönem içerisindeyiz. Bu şartlar altında faşizmin saldırıları karşısında ancak örgütlü mücadeleyi yükselterek ayakta kalabiliriz. Örgütlü bir halk yenilmezdir. İktidarın bu yöndeki her türlü çabasına rağmen meşruiyetini işçi sınıfı ve ezilenlerden alan devrimci faaliyet asla yenilmezdir.
İşçi sınıfı ve emekçiler açısından var olan karamsar atmosfer sonsuza kadar böyle gitmeyecektir. Özellikle 19 Mart 2025 sürecinde İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa başta olmak üzere birçok şehirde ortaya çıkan dinamik bir halk muhalefeti kendini göstermektedir.
Bu halk hareketi esasen 15-16 Haziran, Gezi Direnişi ve Kobani Direnişi gibi doğrudan emekçilerin muhalefetine dayanmaktadır. Birçok büyük şehirde gerçekleşen eylemler ana muhalefet partisinin anlayışını ve tarzını aşan bir militanlıkta yaşanmıştır.
Gelecek açısından ülkede barış isteyen halklar, demokrasi isteyen kitleler, alın terine sahip çıkan işçiler, erkek egemenlikle mücadele eden kadınlar ve bütün ezilenler iktidarın bütün baskıları karşısında örgütlü bir halk olarak çıkarlarsa faşizmin saldırıları karşısında boyun eğmeyecekler ve asla yenilmeyeceklerdir.
Üçüncü dünya savaşı öncesinde olduğumuz şu günlerde bölgede ve ülkede önemli gelişmeler yaşanıyor. Egemenler arası çelişkiler derinleşirken aynı zamanda egemen sınıfların hakimiyetini sürdürme konusunda önemli açmazlarla karşı karşıya olduğunu iyi anlamak gerekiyor.
Egemenler ne yapmak isterlerse istesinler tarih boyunca her zaman son sözü direnenler söylemiştir. Bugünde son sözü işçi sınıfı, Kürt halkı, kadınlar, gençler ve ezilenler söyleyecektir.
Tarihin çarkı ilerleyecek, yine tarihi ilerletecek olan ezilenlerin devrimci eylemi olacaktır.