1 Eylül Dünya Barış Günü ülke içinde ve bütün dünyada düşünüldüğünde bir önceki yıldan daha iyimser bir tablo içerisinde değiliz. İşçi sınıfı ve emekçilerin hayatlarını tehdit eden 3. Dünya Savaşı konjonktürünün içindeyiz. Yaşanan her gelişme, dünya planında bir emperyalist-kapitalist sistem savaşının her an başlayabileceğini gösteriyor.
ABD Başkanı Trump seçim çalışmaları boyunca kendisinin olası bir dünya savaşını engelleyeceğini ve dünya planında yaşanan çatışmaları bitirecek güce sahip olduğunu dillendirdi. Ancak kazın ayağı öyle değil. Yaşanan gelişmeler düşünüldüğünde Trump hiçbir temel soruna dair bir çözüm iradesi üretemedi. Dünya planında devam eden çatışmalara dair de sonlandırıcı bir müdahale iradesi yaratamadı.
Bu yönüyle ABD açısından bazı politikaların devlet politikası olduğu; demokrat ya da cumhuriyetçi başkanın olması, bu politikaların gidişatı açısından temelden belirleyici bir etkiye sahip olmadığını görmek gerekiyor.
ABD emperyalizmi, üyesi olduğu Batı emperyalist bloğunu sürekli tahkim ediyor. Askerî açıdan olası bir dünya savaşı hazırlıklarına hız vermektedir. Son NATO toplantısında üye ülkelerin GSMH’larının %5’ini savunma harcamalarına ayırmaları kararı, böylesi bir hazırlığın en somut işaretidir.
ABD’nin içinde bulunduğu emperyalist blok Ortadoğu’da devrimci hareketlere dönük silahsızlandırma ve tasfiye etme sürecini yürütmektedir. Filistin direnişi, Hizbullah ve Husilere dönük ABD ve İsrail merkezli saldırılar böylesi bir konseptin ürünüdür.
Kürt özgürlük hareketine dönük olarak yaşanan kuşatma ve tasfiye hamlesi de Türkiye egemen sınıfları tarafından bu politikadan referansla planlanmıştır. Türkiye egemen sınıfları 2015’ten 2025’e kadar bu konsepti bütün olanaklarını seferber ederek hayata geçirmeye çalışmıştır.
Kürt özgürlük hareketi bütün imkânlarını kullanarak, NATO’nun desteğini de arkasına alan faşist rejimin sömürgeci saldırılarına karşı direnmiştir.
Bugün 1 Eylül 2025; dünya barışına daha yakın değiliz. Dünya barışı, esasen emperyalist-kapitalist sistemin varlığı devam ettiği sürece kolay gerçekleşmeyecektir.
Emperyalist-kapitalist sistem dünya planında sömürü ve paylaşım mücadelesine devam ettikçe yoksul emekçi halklar, işçi sınıfı, kadınlar ve bütün ezilenlerin geleceği her zaman tehdit altında olacaktır.
Kalıcı bir dünya barışının gerçekleşmesi için emperyalist-kapitalist sömürü düzeninin yıkılması gerekmektedir. O zamana kadar işçi sınıfı ve ezilenlere düşen görev, dünya halklarının ve emekçilerin özgürlüğü için mücadele etmektir.
Bu vesileyle Türkiye’de Kürt özgürlük mücadelesinin içinde bulunduğu döneme dair de birkaç belirlemede bulunmak doğru olacaktır. Kürt halkının direnişi ve yürüttüğü özgürlük mücadelesi, faşist iktidarın tasfiye planı karşısında büyük bir direniş zemini yaratmıştır.
Erdoğan-Bahçeli bloğu Kürt halkının özgürlük mücadelesini tasfiye edemeyince, uluslararası konjonktürün Ortadoğu’da yarattığı gelişmeleri de düşünerek yeni bir çözüm sürecine girmiş bulunmaktadır. Bu süreç esasen şimdiye kadar tek taraflı olarak Kürt özgürlük hareketinin attığı adımlarla yürümektedir. Meselenin genel bir özgürlük ve demokrasi meselesi ile birlikte yürütülmediği sürece AKP-MHP bloğu çözüm sürecini kendi iktidarlarının devamı için kullanacaklardır.
Kürt sorunu özelinde barış meselesi, esasen Kürt ulusal sorunun çözüm meselesidir. Genel olarak barış meselesinden farklı bir zeminde değerlendirmek daha doğru olacaktır. Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı olarak barış, Kürtlerin özgürlük mücadelesinde haklarını kazanma meselesidir. Bu yönüyle faşist iktidar şimdiye kadar Kürt sorununda barış meselesine her zaman karşı çıkmıştır. Devlet, şimdiye kadar Kürt özgürlük mücadelesine karşı yürüttüğü düşük yoğunluklu savaş durumunu hiçbir zaman savaş olarak tanımlamamıştır.
Bugün de Kürt sorununun çözüm sürecini “terörsüz Türkiye” süreci olarak tanımlayarak esasen Kürt özgürlük mücadelesini tasfiye etme süreci olarak hedeflemektedir.
Kürt halkının özgürlüğünü kazanması ve burjuva demokratik sınırlar içerisinde olsa da Kürt sorununda belirli adımların atılması, Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesi açısından geliştirici bir etki yaratacaktır.
Kürt sorununun çözümsüzlüğü ve egemen sınıfların Kürt halkına dönük uyguladığı sömürgeci politikalar, Türkiye işçi sınıfı saflarında büyük bir şovenizm etkisi yaratmaktadır. Bu süreçten Kürt halkının özgürlük taleplerini kazanarak çıkması, bu yönüyle Türkiye işçi sınıfının mücadelesi açısından da kazandırıcı etkilere sahip olacaktır.
Devrimci siyaset bu yönüyle meseleyi, Kürt halkının özgürlük taleplerinin karşılanması ve sömürgeci güçlerin işçi sınıfı üzerine çektiği şovenizm perdesinin kaldırılması olarak görmelidir. Bu yönüyle işçi sınıfına gerçekleri anlatmak, Kürt halkının özgürlük mücadelesini desteklemek ve işçi sınıfı saflarında şovenizmin etkisini geriletmek biz devrimcilerin görevidir.
Güncel devrimci görevimiz; dünya planında emperyalizmle ve Siyonizm’le mücadele ederken, Türkiye planında onun işbirlikçisi olan faşist iktidara karşı mücadele etmektir.
Emperyalizmden bağımsız bir AKP-MHP iktidarı düşünülemeyeceği gibi, AKP-MHP iktidarından bağımsız soyut bir emperyalizm karşıtı söylemi dillendirmek de bugünkü konjonktürde doğru bir taktik olmayacaktır.
Bu temelde önümüzdeki 1 Eylül’de dünya barışına ve halkların özgürlüğüne daha yakın olmak hedefimizdir. Bu talebi istemek yetmez. Bu hedef için mücadele etmeli ve dünya barışını kazanmak için savaşmak görevimiz olmalıdır.