Cenk Ağcabay, Slider, Umut Yazıları, YAZARLAR

Faşizmi ezenler neden unutturulmak isteniyor? – Cenk Ağcabay

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Alaska’da gerçekleşen Trump buluşmasının ardından geniş bir heyetle Şangay İşbirliği Örgütü Zirvesi için Çin’e geldi. Zirvede birçok katılımcı ülke yöneticisiyle görüşmeler yaptı. Batı basınında kendine en fazla yer bulan görüntü, Putin’in zirvede Hindistan Başbakanı Narenda Modi’yle samimi sohbeti ve bu sohbetin Çin Devlet Başkanı Şi Jinping’in de katılımıyla devam etmesiydi. Batı basını bu görüntü nedeniyle Trump’a çok kızgındı. Kimilerine göre, üçlünün bu samimiyetinin nedeni Trump’ın politikalarının onları birleştirmiş olmasıydı. New York Times yorumunda, ABD’nin Çin’e rakip olarak yıllarca desteklediği Hindistan’a Trump yönetimi tarafından uygulanan gümrük vergilerinin bu sonucu doğurduğunu vurgulamıştı.

Trump yönetiminin Hindistan’a uyguladığı yeni gümrük vergilerinin nedeni, Hindistan’ın Rusya’dan satın aldığı enerji ürünleriydi. Bu yeni bir konu değildi. Biden yönetimi de sürekli olarak, Rusya’nın Ukrayna savaşını Hindistan ve Çin ticareti sayesinde sürdürebildiğini dile getirmişti. Hindistan’ı cezalandırmak için yapılan gümrük vergisi hamlesi Çin Hindistan yakınlaşmasının yolunu açtı. Bir yıl önce bir sınır anlaşmazlığı nedeniyle askeri olarak karşı karşıya gelen ülkelerin liderleri şimdi dünyaya samimi sohbetlerini izletiyor. Ortaya çıkan bu tablonun anlattığı esas unsur, Ukrayna savaşı nedeniyle dünyadan izole edilmeye çalışılan Rusya’nın, Alaska sonrasındaki bu zirveyle birlikte izolasyonu kırdığının artık aşikar olmasıydı.

Şangay İşbirliği Örgütü zirvesinde temel aktörlerin vurgularının ortaklaştığı noktalar, “Çok taraflılık, eşitlik, uluslararası hukukun üstünlüğü” oldu. Ortak vurguların bu alanlara odaklanması, kuşkusuz artık neredeyse tüm dikişleri atmış Batı merkezli dünya sisteminin efendilerine verilmiş açık bir mesajdı. Dünyada güç dengeleri değişmişti ve bu güç dengelerine dayalı yeni bir dünya mimarisi oluşturulmak zorundaydı. Emperyalizmin sözcüleri hep olduğu gibi, bu gerçekliği yok saydılar ve oluşan tablonun nedeninin “yanlış politika” ve “yanlış politikacılar” olduğunda ısrar ettiler.

Yarın Pekin’de düzenlenecek büyük bir törenle, Japon Saldırısına Karşı Çin Halkının Direniş Savaşı ve Dünya Anti-Faşist Savaşı’nın 80. Yıldönümü kutlanacak. Çin halkının belleğinde önemli bir yere sahip olan Japon faşizmine karşı direniş ve zafer, haklı olarak dünya çapında anti-faşist direnişin organik bir parçası olarak kabul ediliyor. Çin yönetimi ABD Başkanı Trump da dahil olmak üzere birçok ülke yöneticilerini törene davet etti. Trump ve Avrupa Birliği yöneticilerinden hiç kimse törene katılmıyor. Avrupa Birliği’nden sadece Slovakya Başbakanı Fico törene katılıyor. Japon hükümeti diplomatik temsilcilikleri aracılığıyla törene katılımı engellemeye çalıştı. Japon hükümetinin bu faaliyeti için gösterdiği gerekçe, bu törenin “Japonya karşıtı çağrışımlar” taşıması ve “Çin’in savaş tarihi yorumunu” güçlendirmesi. Japon hükümeti, Japon emperyalizminin faşist işgal savaşlarına sahip çıktığını bu faaliyetiyle açıkça ortaya koydu.

Emperyalizmin sözcülerine göre, bu tören esas olarak Şi Jinping tarafından “kendi kişisel konumunu güçlendirmek, ekonomik olarak zorluklarla boğuşan ülkede milliyetçiliği yükseltmek ve yanlış bir tarih yorumuyla Batı’ya zarar vermek” amacıyla tasarlanmıştı. Şangay İşbirliği Örgütü Zirvesinin törenden hemen önceye denk getirilmesi de Batı’ya mesajlar vermeyi hedefliyordu. Emperyalizmin sözcülerinin “yanlış tarih yorumu”, Japon emperyalizminin sözcülerinin “Çin’in savaş tarihi yorumu” dedikleriyse, esas olarak anti-faşist direnişin gerçeklerini ve Japon emperyalizminin tarihi suçlarını gözlerden gizlemek amacıyla üretilen söylemdi. Japon faşizminin Çin’e saldırısı henüz İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı patlamadan önce başlamıştı. Japon ordusunun 1931’de Mançurya’yı işgaliyle başlayan savaş 1945’e kadar devam etti. Japon faşizminin korkunç saldırıları altında Çin halkı 35 milyondan fazla kayıp verdi. Japon faşizminin geriletilmesi ve yenilgiye uğratılmasında Çin halkının ve Çin halk savaşçılarının sunduğu katkı, Batılı tarih anlatılarında hep yok sayıldı. ABD’nin emperyalist rakibi Japonya’ya karşı elde ettiği askeri kazanımların savaşın sonucunu belirlediği vurgulandı.

Japon faşizminin düzenlediği büyük kitle katliamlarından biri 1937 yılında Nanjing Katliamı olarak kayıtlara geçti. Japon ordusu Çin silahlı kuvvetlerinin geri çekilmesi sonrasında sivil ve savunmasız halka ağır saldırılar düzenledi. Bu saldırılarda iki yüz bine yakın insan işkencelerle katledildi. Japon faşizmi çok güçlü bir ırkçı ideolojik yönelime sahipti. Kültleştirilen Japon kralı ve onun üstün ırkının genişleme hakkı, emperyalist işgallerin meşrulaştırıcısı ideolojik ögelerdi. Nazi ideolojisiyle ortak noktalara sahip olan bu ideolojik yönelimin kitleler arasında yaygınlaştırılması büyük katliamların gerçekleşmesini mümkün kıldı. Nanjing katliamına katılan bir Japon askeri 1998 yılında yaşananları şöyle anlattı:

“İlkini kesmeye çalıştığımda, ya çiftçi hareket etti ya da ben yanlış nişan aldım. Kafatasının sadece bir kısmını kestim. Kan yukarı doğru fışkırdı. Tekrar savurdum… ve bu sefer onu öldürdüm… Bize yalnızca Tanrı-insan imparatorumuz uğruna yaşayan üstün bir ırk olduğumuz öğretilmişti. Ama Çinliler öyle değildi. Bu yüzden onlara karşı sadece aşağılama besliyorduk… Birçok tecavüz oldu ve kadınlar hep öldürüldü. Tecavüze uğradıklarında kadınlar insandı. Ama tecavüz bittiğinde, domuz eti oldular.”

Japon emperyalizminin işlediği korkunç savaş suçları Nanjing katliamından ibaret değildi ama 2. emperyalist savaştan sonra sıkı bir ABD uşağına dönüştüğü için bu suçlar unutturulmaya çalışıldı ve çalışılıyor. Japonya’nın ABD askeri koruması altına alınması süreci emperyalist savaştan sonra başladı. Değişen dünya dengeleri içinde, Japonya’nın “yeniden militaristleşmesi” sürecinde bir suikast sonucu yaşamını yitiren Japon Başbakanı Şinzo Abe özel bir rol oynadı. Abe’nin ölümünün ardından Washington Post gazetesinde yayınlanan bir yazıda şu ifadeler yer alıyordu:

“Amerika Birleşik Devletleri ve diğer demokrasiler, demokratik bir Japonya’nın askeri kapasitesinin meşrulaştırılmasını desteklemelidir. Elbette Japonya’da militarizmin korkunç mirasının bilincinde olan pek çok kişi bu fikirden hala çekinmektedir. Güney Koreliler ve Çinlilerin Japon işgaline dair acı hatıraları var. Ve hiç şüphesiz bu değişikliğe en güçlü destek, Bay Abe’nin uzun süredir temsil ettiği muhafazakar milliyetçi Japon çevrelerinden geliyor.”

Çin ve Kore halkının “acı hatıraları” gizlenemez olduğu için, Amerikan emperyalizminin sözcüleri bu şekilde yumuşatarak sunmaya çalışıyordu. Bu “acı hatıralar” arasında faşist katliamları uygulayan ve yönetenlerin bizatihi ABD eliyle savaş suçlarından yargılanmalarının engellenmesi de var. Çin ve Kore halkını deneylerde kobay olarak kullanan, geliştirdiği kimyasal ve biyolojik silahlarla halklara ölüm yağdıran faşist Japon bilim insanı Shiro Ishii Japon ordusunun Birim 731 adlı örgütünü yönetmişti. Savaş bittiğinde ABD elindeydi, savaş suçlarından yargılanması gerekiyordu ancak ABD tarafından korundu. Korunmasının nedeni, ABD’nin Paperclip Project adlı kimyasal ve biyolojik silah geliştirme programı için çalışmaya başlamasıydı. Yeni görevinde gayretle çalışıyordu ve bir kez daha Kore halkına ölüm yağdıran silahları bu kez Amerikan emperyalizmi için üretiyordu.

Kore Savaşı döneminde Kore, Çin ve Sovyetler Birliği sürekli olarak Japon faşizminin geliştirdiği biyolojik silahların ABD tarafından kullanılmakta olduğunu açıklamış, uluslararası araştırma talep etmişti. Batı’da bunlar komünistlerin uydurduğu komplo teorileri olarak kabul ediliyordu. Jeffry Kaye titiz bir çalışmayla, gizliliği kaldırılan bazı CİA belgeleri üzerinden bu iddiaların doğruluğunu gösterdi. (Jeffry Kaye, “A real flood of bacteria and germs” — Communications Intelligence and Charges of U.S. Germ Warfare during the Korean War, September 2020) Kaye çalışmasında sadece gizliliği kaldırılmış 28 belgeden yararlanabildi. Henüz gizliliği kaldırılmamış pek çok belgenin bulunduğu bilgisini verdi ve bunların açılması çağrısını yaptı.

Tarihin kendisi bizzat önemli bir savaş alanı olduğu için “tarih anlatıları” önemlidir. 20. Yüzyılda anti-faşist direnişlerde ve faşizmin inine dek kovalanmasında komünistlerin ve halk hareketlerinin merkezi rolünün görünmez hale getirilmesi, halkların belleğinden silinmeye çalışılması yeni savaşlar ve katliamlar için hazırlıklar yapan emperyalist merkezlerin “tarih anlatılarının” odak noktasını oluşturmaktadır. Ne yaparlarsa yapsınlar, ne uydururlarsa uydursunlar tarihsel gerçekler son derece berraktır. Japon faşizminin tarihin çöp sepetine gitmesinde en büyük rolü Çin’in devrimci halk savaşçıları oynamıştır. Faşizme Karşı Kazandıkları Büyük Zafer Kutlu Olsun

Paylaşın