Gürsel Tekin, CHP İstanbul İl Örgütü’ne kayyum olarak atandı. Bu gelişme, CHP’nin teslim alınma sürecinde yeni bir aşamayı işaret etmektedir. İstanbul, herhangi bir il değil; Türkiye’nin en büyük ili. AKP iktidarı, 2018’den bu yana İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerini kaybetmekteydi.
İstanbul İl Örgütü’ne kayyum atayarak, olası olarak Genel Merkeze atanacak kayyum sürecinin önü açılmış oldu. Bu senaryo, AKP-MHP faşist iktidarının artık sadece kendi Cumhur İttifakını değil, aynı zamanda ana muhalefeti de dizayn etme arayışının pratikleşmesidir.
Erdoğan iktidarı, 2023 seçimlerini kazandı; ancak ondan sonra yaşanan ekonomik kriz ve ülke içi gelişmelerle beraber hızlı bir zayıflama sürecine girdi. 2024 belediye seçimlerinde de bu durum kendini güçlü bir şekilde hissettirdi. Birçok belediyeyi AKP-MHP ittifakı kaybetti.
Bu durum karşısında Erdoğan iktidarının önünde iki seçenek vardı. Birinci seçenek, halen merkezi iktidara ve devletin kurumlarına hakim olma olanaklarını kullanarak muhalefete saldırmaktı. İkinci seçenekse, muhalefetin zaferini kabul ederek bir sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar süreci yumuşak bir geçiş süreci olarak götürmekti. CHP içerisinde Özgür Özel başta olmak üzere birçok yönetici, Erdoğan iktidarının ikinci yolu izleyeceğine inandılar ve kendi tabanlarını da bu duruma inandırmaya çalıştılar.
Ancak kazın ayağı öyle değildi. Erdoğan birinci yolu tercih etti. Devletin kurumları içerisindeki hakimiyetine güvenerek, ana muhalefet partisini fiilen tasfiye etmeye dönük kararlı adımlar atmaya başladı. Bu adımlar, esasen CHP’yi gözaltı ve tutuklama terörüyle teslim almak üzerine kuruldu.
Burada özellikle CHP içerisindeki parti içi çelişkilerden de maksimum düzeyde yararlanıldı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun önce diploması iptal edildi, sonrasında kendisi yolsuzluk iddiasıyla tutuklandı.
Sonrasında CHP Genel Merkezi’ne dönük kayyum atama girişimlerinin işaretleri kamuoyunda dillendirilmeye başlandı. Bugün de İstanbul İl Örgütü’ne kayyum atandı. Bundan sonra gelişecek olan, aynı paralellikte Genel Merkeze kayyum atanmasıdır.
AKP iktidarı bu süreçte devletin kurumlarına tam olarak hakim olmanın bütün nimetlerinden faydalandı. Faşist iktidarın tahkim edilmesiyle birlikte, devlet içerisindeki klasik burjuva demokrasilerinde var olan kuvvetler ayrılığı ilkesi ters düz edildi. Bugün AKP Türkiye’sinde kuvvetler ayrılığı diye bir şeyden söz etmek mümkün değildir.
Yargı ve yasama, yürütme erkinin elinde oyuncağa dönüşmüş durumdadır. Faşizm tam da budur, esasında. Devletin bütün kurumları, kapitalist sömürü düzeninin devamı için dolaylı değil doğrudan iktidarın hizmetine girmiş durumdadır.
Sömürü düzeni içinde taşıdığı bütün adaletsizliklerle birlikte, artık Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerin gözünde teşhir olmuş durumdadır. Geniş halk kitleleri, artık AKP-MHP iktidarının yargı bağımsızlığına inanmamaktadır.
Yargı artık AKP iktidarının hizmetinde bir parti aparatı haline gelmiş bulunmaktadır. Bu koşullar altında klasik burjuva demokrasisinin kendisini ürettiği meşruiyet zeminleri de ortadan kalkmış durumdadır.
AKP iktidarı, istediği belediyeye el koymakta, istediği insanları çeşitli bahaneler bularak içeri alabilmektedir. AKP belediyelerinin yaptığı bir dizi faaliyet, muhalif belediyeler için suç olarak değerlendirilebilmektedir.
AKP iktidarı, ilk önce HDP belediyelerine karşı kayyum silahını kullandı. Bugün ana muhalefet partisine karşı da bu silahı kullanmaktadır. Önümüzdeki dönem, daha net bir şekilde göreceğiz: AKP iktidarı adım adım faşist yüzünü Türkiye işçi sınıfına ve ezilen halklara daha güçlü bir şekilde gösterecektir.
Faşizmin saldırıları karşısında direnişi örgütlemek ve ısrarla emekçilere doğruları anlatmak en temel görevimiz olmalıdır. Devrimci siyaset olarak bunu gerçekleştirmek için sayımızın azlığına, düşmanın çokluğuna bakmadan canla başla çalışmalıyız.
AKP iktidarı, dış politikada yeni Osmanlı hayalleri peşinde koşarken bu konuda cesur adımlar atmaya hazırlanmaktadır. Özellikle bölgesel anlamda, İran’ın Şii Hilali’nin tasfiyesinden doğan boşluğu değerlendirmek için kararlı adımlar atmaktadır.
Bu kararlı adımların sonucunda Türkiye iktidarı, iç cephenin tahkimatıyla bölgesel anlamda bir savaş ve işgal siyasetini hayata geçirmeyi hedeflemektedir. Lazkiye’den Süleymaniye’ye, oradan da Doğu Kürdistan’dan İran’a uzanan bir hatta Erdoğan iktidarının savaş politikaları geniş bir coğrafyada kendisine hareket alanı bulmaktadır.
Erdoğan, kendi iktidarını sürdürebilmek için içeride “iç cephe tahkimatı” adıyla muhalefeti tasfiye ederken, kendisine kapıkulu olacak bir muhalefet yaratmayı hedeflemektedir. Bunu da “yerli ve milli muhalefet” olarak adlandırmaktadır.
Bütün bu strateji, esasen Türkiye iktidarının bölgesel bir güç olarak, tarihsel motiflerle uyumlu bir şekilde neo-osmanlıcı politikalarla dünya emperyalist sisteminde hedeflediği yeri almaya dayanmaktadır.
Erdoğan, iç politikada dikensiz gül bahçesi yaratarak, majestelerinin muhalefeti tarzı bir muhalefeti kendisine yedeklemeye çalışmaktadır. Aynı zamanda dış politikada da bölgesel güç olma siyasetini tahkim edecek yeni maceralara adım atacaktır.
Bunun bir tarafı Ukrayna’ya “Barış Gücü” göndermemekken, diğer tarafı Kıbrıs’ta varlığını tahkim etme ve Akdeniz’de Mavi Vatan’ın korunmasıdır.
Bütün bu tablo içerisinde, emperyalizm gerçekten de Mao’nun dediği gibi kağıttan kaplandır. Bütün heybeti ve güç gösterilerine rağmen, 1990’lı yıllardan bugüne dünya planında hiçbir soruna çözüm üretememiştir.
Emperyalizm, kendi iç dinamiklerinden yola çıkarak dünya planında büyük bir kriz momentini, her geçen zamanda daha güçlü bir şekilde yaşamaktadır.
Bu temelde, emperyalizmin en önemli müttefiki olan AKP iktidarı da ülke içerisinde büyük bir yönetememe kriziyle karşı karşıyadır.
Bütün bu tablo içerisinde, sokaklarda faşizme teslim olmayan ve ona karşı direnen kitle hareketi, faşizmin her zaman en büyük korkusu olmaya devam etmektedir. AKP iktidarının en büyük korkusu, kendisine Gezi Direnişi ve Kobani Serhildanı gibi bir hareketle karşı karşıya kalmaktır.
Sınıf mücadelesinin çarkı işlemeye devam ediyor. Dünya planında, emperyalist kapitalist sistemin içinde bulunduğu hegemanya kaybı, emperyalizme bağlı bölgesel ittifaklarda daha şiddetli krizlere dönüşebilme ihtimalini taşımaktadır.
Erdoğan iktidarı da her geçen gün kitle desteğini kaybetmeye devam ediyor. Bu koşullar altında, sadece çıplak zor ve devlet kurumlarının adaletsiz kullanımıyla iktidarını bir yere kadar devam ettirebilecektir.