CHP’de sular durulmuyor. Gürsel Tekin’in İstanbul İl örgütüne kayyum olarak atanması sonrasında şimdi de Genel Merkeze dönük olarak benzer bir tehdit dillendiriliyor. Bugün yapılan mahkemeden erteleme kararı çıkmış olsa da önümüzdeki günlerde benzer bir karar CHP Genel Merkezi için de çıkma ihtimali devam ediyor.
AKP-MHP iktidarı gözünü karartmış bulunuyor. CHP’ye atanan kayyum aynı zamanda seçme ve seçilme hakkına dair doğrudan müdahale ve artık temsili demokrasinin iyice anlamsızlaşmasına giden bir sürecin önünü açabilir.
Düzen siyaseti açısından meselenin büyük bir rejim krizine dönüşme ihtimali çok yüksek görünüyor. CHP içerisinde iktidar kavgasının yargıya taşınması, beraberinde Kemal Kılıçdaroğlu ekibinin tekrar yönetime gelmesiyle sonuçlanabilir.
Bu şekilde bir değişiklik, aynı zamanda Erdoğan’ın tekrar Cumhurbaşkanı seçilmesi koşullarının oluşması anlamına da gelecektir. Yargının desteğini almış bir CHP yönetimi, AKP-MHP iktidarına karşı daha yumuşak bir muhalefet yürütecektir.
Bu şekilde iktidara gelen bir CHP yönetimi, Saray rejimine her zaman bir diyet borcu olacaktır. Dolayısıyla kritik zamanlarda onunla karşı karşıya gelmek yerine uzlaşmayı tercih edebilecektir.
Aynı zamanda kendisini yıllar önce “Ortanın Solu” olarak tanımlayan CHP, bu çizgisinden uzaklaşarak rejimle daha uyumlu bir pozisyon alacaktır.
Bütün bu tablo gerçekten de devam eden bir sistem krizine işaret etmektedir. AKP-MHP iktidarı, geçmişte HDP-DEM Parti geleneğine yaptığı yöntemlerin benzerleriyle CHP’ye saldırmaktadır. CHP yönetiminin önünde iki seçenek bulunmaktadır: 1. seçenek, iktidara teslim olup onun çizdiği sınırlar içerisinde yerli ve milli bir muhalefet olmak; 2. seçenekse, iktidarın çizdiği sınırlarda muhalefet olmayı kabul etmeyerek buna karşı direnmektir.
Özgür Özel yönetimi şu anda ikinci seçeneği tercih etmekte ve buna göre direnmektedir. Teslim oldukları koşulda Erdoğan iktidarının bir dönemi daha garantilenmiş olacaktır.
Ancak mevcut krizin bu şekilde devam etmesi, aynı zamanda geniş halk kitleleri tarafından güçlü bir sistem sorgulanmasına dönüşecektir.
Bütün bu tablo içerisinde iktidarın aslında göründüğü kadar güçlü olmadığını, hatta git gide kitle desteğini kaybettiği bir süreç içerisine girdiğini de görmek gerekiyor.
AKP-MHP iktidarının bölgede kurmaya çalıştığı Neo-Osmanlıcı hegemonya, bölgesel anlamda büyük bir direnişle karşılaşacaktır. Her şeyden önce Türkiye devletinin böyle bir pozisyon alması, bölge halklarının ve emekçi sınıflarının çıkarına değildir.
Erdoğan iktidarı, Rojava başta olmak üzere Ortadoğu’da yaşanan her türlü devrimci ve halkçı hareketin karşısında bir pozisyon almaktadır. AKP-MHP iktidarının kendisini konumlandırdığı pozisyon, Kürt karşıtı ve anti demokratik bir zemindir. Bölgede kurduğu bütün ittifaklar da esasen bu zeminde gelişmektedir.
Bütün bu tablo içerisinde Türkiye’de rejimin adım adım bir meşruiyet ve yönetim krizi içerisine sürüklendiğini görmek gerekiyor. Ülkeyi yöneten iktidarın yönetim şekli ve yöntemleri, geniş emekçi kesimler tarafından sorgulanmaktadır.
Devletin olanaklarını kullanarak muhalefeti tasfiye eden ve kendi rejimini meşrulaştıracak bir aparat haline getirmek isteyen iktidar, bu yaptığı adımlarla geniş halk kitlelerinin parlamenter demokrasi ile arasında olan cılız bağı da koparmaya doğru götürmektedir.
Faşist iktidarın bu süreçte en büyük korkularından biri de sokakta faşizme karşı direnen ve iktidarın anti demokratik dayatmalarını kabul etmeyen bir devrimci halk hareketinin varlığıdır. Bu hareketin gelişimini engellemek için faşizm, polisiyle, ordusuyla ve paramiliter güçleriyle geniş halk kitlelerinin sokağa çıkmaması için tehdit etmektedir.
AKP-MHP iktidarı, sokağa çıkacak kitlelerin devrimci öfkesinden ve bunun yaratacağı hegemonya kaybından büyük korku duymaktadır. Aynı zamanda faşizmin baskıları karşısında devrimci, demokrat ve yurtsever anti-faşist güçlerin yan yana gelip iktidarın faşist baskılarına karşı çıkması, faşizmin en son isteyeceği şey olacaktır.
Erdoğan iktidarının 23 yıllık iktidarı boyunca en büyük becerisi, kendisine rakip olarak gördüğü devrimci, demokrat, yurtsever ve anti-faşist güçleri parçalayarak onlarla mücadele etmesidir. Bu şekilde parçalı halde karşısında olan muhalefet güçlerini kolayca etkisiz hale getirebilmektedir.
Yine Kürt sorununun çözümsüzlüğü süreci, faşist iktidarın mevcut iktidarının tahkim ettiği en önemli zemin olmuştur. Bugün de gündemde olan çözüm sürecinde iktidarın yürüttüğü oyalama siyasetini bu hattan okumak doğru olacaktır.
Üzerinden bir yıla yakın zaman geçmesine ve Kürt özgürlük hareketi cephesinden önemli adımlar atılmış olmasına rağmen, iktidar cephesi somut bir adım atmamaktadır. Özellikle Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü meselesinde iktidar hep erteleme ve geçiştirme yolunu tercih etmektedir.
Umut hakkının engellenmesi ve bir şekilde geçiştirilmesi, esasen Kürt sorununda demokratik çözüm konusunda iktidarın yine oyalama taktiği izlediği gerçeğini gözler önüne sermektedir.
Bu tablo içerisinde bölgesel bir savaş ve çatışma durumu, Erdoğan iktidarının bölgesel anlamda yürüttüğü Neo-Osmanlı siyasetinin önemli bir sonucu olacaktır.
Erdoğan iktidarının bölgesel anlamda gireceği her türlü macerada elde edeceği bir askeri yenilgi ve zayıflama durumu, esasen onun sürekli dillendirdiği iç cephe tahkimatını dağıtacaktır. Şu anda devlet kurumlarına hâkim olmanın verdiği imkânlarla ayakta duran rejim, olası bir askeri başarısızlık durumunda daha büyük bir çöküntü içerisine girecektir.
Türkiye işçi sınıfı ve emekçi sınıfların lehine olan da, faşist iktidarın bölgesel anlamda girdiği macera ve savaş durumunda başarısızlığa uğrayıp yenilgi yaşamasıdır.