Türkiye’li devrimciler olarak hapishaneler cephesinde AKP-MHP faşizminin yeni bir saldırı konseptiyle karşı karşıyayız. Bu yeni saldırının adı kuyu tipi hapishanelerdir. Kuyu tipi hapishaneler hepimizin bildiği üzere katmerli tecrit mekanlarıdır. Süreli hapislerin, yeni tutuklanan henüz herhangi bir ”Ceza” tutsakların dahi ağırlaştırılmış müebbet hapis koşullarında tutulduğu, kendine ait bir avlusu bile bulunmayan, tek başına kalmanın dünyanın en normal olayıymış hatta çok büyük bir lüksmüş gibi anlatıldığı mekanlardır.
Bu yeni tip kuyu hapishanelerinin en temel amacı ise tek başına 5 adımlık hücrede kalan tutsağın kendiyle iç hesaplaşmasını yaptırarak iradesini ve inancını sarsmak, mücadeleyi sorgulatmak ve en nihayetinde teslim almaktır.
Yani en temel amacı teslim almak olan bir mekandan bahsediyoruz. Bu satırlardan sonra haklı olarak şu soru gelecektir; ”Kuyu tipleri bunu amaçlıyor da diğer tip hapishaneler çok mu farklı?”. Tabii ki hayır, kapatılmanın ve hapisliğin ”yeri, tipi, şekli” ne olursa olsun amacı her zaman aynıdır. Fakat kuyu tipi hapishaneler bu teslim alma saldırısını meşrulaştırıp normalleştirmenin en yeni ve saldırgan biçimidir.
Tutsağı tek tutan, sosyalleşmeyi ve fiziki teması minimuma indiren, tutsakların bedensel ve ruhsal sağlığını hedef alan, yalnızlaştıran bir zulümhane…
Bu noktada bizim için tek seçenek vardır. Hapishaneler cephesinin mücadelenin en zor ve önemli alanlarından biri olduğunun, hapishanenin devrimci mücadelenin en önemli mevzilerinde olduğunun bilincinde olarak komünist iradeyi açığa çıkartmak ve devletin saldırısına devrimci direniş ile cevap vererek saldırıları boşa çıkartmaktır.
Aslında mesele çok basit; ”Marksist-Leninistiz, Sosyalistiz, Devrimciyiz”. Ebru Timtik’in de dediği gibi ”Öyle büyük, anlı şanlı isimlere gerek yok. Tarihte bir tek ak sayfaya sığar ömrümüz!”. Devlet ile olan savaşımız dışarıda nasılsa hapishaneye girdikten sonra da aynı şekilde hatta daha da fazlasıyla devam ediyor.
Devrimciliği salt dışarıya indirgemiyor, devrimci mücadelemizi hapishanede de yürütmekten vazgeçmiyoruz. Bunun doğal bir sonucu olarak da kuyu tipi tecriti ”kabul etmiyor, normalleştirmiyor ve alışmıyoruz” ve kuyu tipi tecrite karşı hem içeride hem de dışarıda direnişi örgütlüyor – büyütüyoruz.
Devrimci tutsaklar olarak üzerimize düşen sorumluluğun farkındayız. Kendi adımıza ise; devrimci tutsak, tutsak Komünar olarak bu mekanda kalmayı kabul etmeme gerekliliğinin farkındayız, mensubu olmaktan onur duyduğumuz Komünarcı iradenin ve bu iradeyi yaratanların mücadelesine bağlılığın gerekliliklerinin bilincindeyiz.
İşte bu sebeplerden dolayı devletin saldırısına devrimci direniş ve Komünarcı iradeyle cevap vererek kuyu tipi tecriti reddediyoruz, hapishane idaresine vermiş olduğumuz dilekçedeki kuyu tipi olmayan hapishanelerden birine sevk edilene dek süresiz açlık grevine başlıyoruz. Bunda 11 sene önce yapılan devrimci atılımın atılımcı ruhunu kuşanıyoruz.
Sevgili Selçuk Abi’nin bir sözü ile noktalamak isteriz. ”Medrese-i Yusuf denir hapishaneye. Hz. Yusuf gibi yatacaksınız hiç imanınızı bozmadan; Hz. Yusuf gibi de çıkacaksınız. Biz öyle yattık, bir gün çıkarsakta öyle çıkacağız. Yoksa hapishane sizi çürütürse, sizi hapse koyanlar amacına ulaşmış olur”.
Kuyu Tipi Tecrite Teslim Olmayacağız!
Direne Direne Kazanacağız!
Ya Zafer Ya Zafer!
Devrimci selam ve saygılarımızla, Komünarcı coşku, umut ve direnişimizle… Fergil Fırat ve Celal Punar
