Nereden taktın bu İslam öykülerine diye sorgulayacaksınız, biliyorum. Çünkü büyük çoğunluğumuz, İslam’ı dillerinden düşürmeyen iktidar sahiplerinin gerçekte İslam’la bir ilişkilerinin olmadığını Bakara suresini makaraya saran bakanlardan öğrendik. Hırsızlık onların fıtratında var, yolsuzluk ise içinde büyüdükleri tek beslenme ortamı. Eroin mafyasının liderine kendi deyimiyle “kadın ayarlayan” hukukçu profesörlerin düzenlediği İslami hukuk devletinde yaşıyoruz. Ve kanla beslenen iktidar hırsıyla döllenen “Sultan Şeddâd bin ‘Âd”ın bilmem kaçıncı göbek torunlarından Çakma Sultan Tayyip, ülkesi ve milletiyle büyüyor.
Sultana ve sultanlığa muhalif HDP’den çıkan her cümleye acımasız sansür getiren düşünce özgürlüğünün celladı RTÜK’ün ve sosyal medyadaki bütün iletileri kontrol ederek onbinlerce kişinin kısa notlarından bile kuşkulanarak ceza talebiyle yargılayan bir İslami yargı sisteminin olduğu bu ülkede Adnan Hoca “kedicikleriyle” İslami şovunu sürdürebilirken, cezaevleri tıklım tıklım muhalif olarak adlandırılan gazeteci ve bilim insanı ile dolmuştu. Yani AKP+MHP şebekesi, Hasan Sabbah gibi, esrarın özgür kullanımından, cennet bahçelerinde yaşatılan Huri’lere kadar fantezilerle donatılarak, amaca ulaşan her yolu denemeye kararlı.
–00—00—00–
Yemen’de Âd adında çok güçlü ve zalim olan bir Sultanın ölümünden sonra iktidar olan iki oğlu Şeddâd bin ‘Âd ve Şedîd babalarının zulmüne rahmet okurcasına zulüm uygulayarak birlikte hükümdar olmuşlar. Ve sonra Şedîd de ölünce ve henüz zulmün efendisi Tayyip ve palyaço veziri Soysuz bilinmediği için zalim Şeddâd bin ‘Âd zulmün de Sultanı olarak iktidar olmuş.
Şeddâd bin ‘Âd zulümle oluşturduğu kendi gücüne öylesine tapınmış ki Hud Peygamber’in sunduğu göklerin tanrısına karşı “O göklerin Tanrısı, bense yerlerin Tanrısıyım.” diyerek kendini Sultan ilan etmiş. Kendisine göklerin Cennet’ine eşdeğer bir Cennet yaratmak istemiş. Şam’da “Gülistan-ı Bağ-ı İrem” adında her yanı mücevherlerle kaplı bir yeryüzü Cenneti; bu Cennet’in içine bir şehir ve şehrin içine de (muhtemelen 1150 odalı) bir saray; o sarayın merkezinde ise “kızıl yakuttan ve yeşil zümrütten bir taht” yaptırmış.
Ve Şeddâd bin ‘Âd asker yollayıp bütün ülkelerden yarattığı cennete “ne ḳadar erkek ve kız sevilen dilber var ise hepsi şarkı söyleme, çalgı çalma ve dans etme öğretilerek cennetin gılmanları ve hurilere olacak biçimde eğitilip Gülistan-ı Bağ-ı İrem getirilmeli” emrini verir.
–00—00—00—
Bu öykü islam kaynaklarından Kırk Sualler Kitabı’ndan alınmış bir bilgidir. Kendine tapınan bütün zalim iktidarlarının sonunu gösteren bir eğitim anekdotudur. Zulmüyle yöneten bütün zalim Sultanların, içlerinde büyüyen büyük korkunun kaçınılmaz sonucudur zulmü büyütmek. Ve hükmetmek için, “zulüm-büyüyen korku-artan zulüm-daha artan korku…” çift sarmalı olarak yükselen bu diyalektik sürecin ulaştığı son, tarihte her zaman diktatörlerin yenilgisi olarak biçimlenmiştir.
Tayyip’in bu günkü yalnızlığı ve bunun yarattığı ürkütücü korku ve zulmünün artan ivmesi işte bu sürecin tipik biçimidir. Bu nedenle kendilerini ilahlaştırıp, toplumu hiçliğe mahkûm ederek tek’lik üzerine kurulu sistemi inşa ederler. Ve bu nedenle onların sarayları Şeddâd’ın Riyaz-ı İrem olarak adlandırılırlar. Dün 2. Abdülhamid’in oturduğu Yıldız Sarayı böyle adlandırılırdı. Bugün Şeddâd Tayyip’in saray da aynı adla çağrılacaktır.
–00—00—00–
Asaf Tuğay’ın II.Abdülhamit çağı muhbirlik sistemini anlatan belgesel nitelikli “İbret” adlı iki ciltlik kitabı, Abdülhamid’e verilen ihbarları ve ihbarcıları belgelerle teşhir eden ibretlik bir kaynaktır. Asaf Tuğay Osmanlı subaylarının sonuncularından biridir. II Abdülhamit iktidarının son yılları Hafiye Teşkilatı’nın topladığı jurnalleri (ihbarları) sınıflandırıp değerlendiren Evrak Tetkik Komisyonu adlı bir komisyonda görevlendirilmiş; İttihat ve Terakkicilerle birlikte çalışmış ama Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı’nda yenilgisi sonrası (aynen Mustafa Kemal gibi davranarak) “valla billa Parti üyesi değildim” diyerek İttifak güçlerinin elinden kurtulabilmiştir. Kitabı Okat Yayıevi yayınlamış. Yayınevinin sahibi Mehmet Altıok. Soy ismine kadar tam bir CHP’li. Tuğay’ın 80 yaşlarında yazdığı kitabına, o yılların (1962) İstanbul 66.Garnizon Komutanı olan Tuğgeneral Faruk Güventürk büyük övgülerle bir “Önsöz” yazmış. Faruk Güventürk kim mi? 1957’de “ordu içinde darbe yapma girişimiyle” tutuklanmış, hapis yatmış, serbest bırakılmış ve 27 Mayıs 1960 darbesine aktif katılmış; darbe sonrası “Atatürk’ün Paşası” namıyla anılmış bir asker. Yani darbeci, milliyetçi, elitist, demokrasi düşmanı, tam bir CHP’li. Yani yazarı, matbaası, hamisi bir bütünüyle CHP’li bir tarih. Ama bugünün CHP’si tam bir ibretlik olmuş, hatta İbret-i Alem.
İbret’i okurken kitapta Abdülhamit’i ve dönemin Abdülhamit muhaliflerini değil Çakma Sultan Tayyip’i ve günümüz özgürlük güçlerini gördüm her satırda. Sanki günümüz Türkiye’sinin yüz yıl öncesini yeniden yaşadım. . “Yalanların Efendisi Sultanlar Sultanı, dün Kabataş’ta üstü çıplak altı deri pantolonlu bir Gezi katılımcısı tarafından başörtülü bir kadının tacize uğradığı yalanını, bugün 8 Mart’ta kadınların ezanı protesto etmek için ıslık çaldığı iftirasıyla ortaya atabiliyor. Şimdiki gibi duyarsız bir toplum çoğunluğuna sahip olan o çağda da yüz yüze olan Tuğay, kitabının geleceğe bir katkısın olmayacağını Mehmed Âkif’in ünlü dörtlüğüyle cihanı âleme duyuruyor:
“Geçmişten adam hisse kaparmış; ne masal şey / Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?
Tarihi ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar; / Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi.” (M.Âkif)
Elbette “tarih” tekerrür etmez. Ama bilinir ki toplumun hareket yasalarını bilmek, insana, toplumsal gelişimin yönünü etkileme gücünü verir.
–00—00—00–
Ve ben 1880 başları Osmanlı’sını anlatan ve 1962’de yayınlanan bu kitabı 2019’da okuyorum. Şanslıyım, çünkü günümüz Türkiye’sini yaşayan birinin hafiyeli muhbirli geçmişi anlayamaması mümkün değil.
Hafiye Teşkilatı 1879 yılında, “Sultan II. Abdülhamid’in şahsına ya da iktidarına karşı işlenen suçlar” için görevlendirilen bir kurum. Saray mensuplarından yüksek bürokratlara, bilim ve din adamlarından sokak yaşayanlarına 4 hiyerarşik basamak üzerine kurulmuş ve doğrudan Sultan’a bağlı bir devlet örgütü.
Kimler yok ki jurnalciler arasında? Jurnal konularında birinci sırayı Sultan’a muhalefet ihbarları alıyor. Örneğin ünlü “Hürriyet Şairi Namık Kemal” bile yakın dostu Mithat Paşa’yı Abdülhamid’e jurnallemiştir. Ama Sultan’ın el etek öpen yağcıları, onun gücünün zayıfladığı an, onu ilk terk edenlerden olmuşlar. Örneğin “Bidayet mahkemesi reisi, Mülkiye mektebi hocası, gazeteci” Kemal Paşa-zâde Said Bey, sultan iken Abdülhamit’i neredeyse tanrı mertebesinde bir Şeddad mertebesinde görerek her türlü övgüyü yaparken, tahttan düştükten sonra hemen karşısına geçerek onu taşlayanlardan biri olmuştur.
Kitabın sonunda dehşet içindeyim: Baskıcı yönetimiyle tanımlanan Abdülhamit çağı bütün zulmüne rağmen, 2019 yılı Türkiye’sinin yanında, özgürlüğün cenneti gibi kalıyor.
–00—00—00–
Ey Tayyip, Sultan Süleyman’a kalmayan saltanat sana henüz yaşamındayken bir kabir oldu ve her anın kabir azabı. Bu nedenle taşıyorsun beynindeki kuşku kurdunu. Ne bilimi bıraktın ne bilimci; hapse tıktın, sürgün ettin, medreseye döndü üniversite, akıldan yoksun kaldı ülke.
Servetini öylesine büyüttün ki geçmişinde kırk gramlık bir yüzük üzerine verdiğin yemini kırk bin kere bozarak kırk haramilerin haram hayatlarında baş, en karanlık mafya liderleriyle yoldaş oldun. Aile boyu soygunlarla Zarab ile hoş oldun, halkın açken bin odalı saraylarda oturacak kadar sarhoş oldun.
Çok korkuyorsun, biliyorum, çok korkuyorsun çakma Sultan!
İtalyan kankan Berlusconi’den örnek alarak bütün medyaya el koyup, sosyal medyayı da tam kontrol altına alınca uzun zamandır kaybettiğin uykularına tekrar kavuşabileceğini sandın. Yanıldın.
İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden bir bilge insan rakamlarla açıklamış: “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla 66 bin 691 soruşturma açılmış. 12 bin 305 dava mahkemeye düşmüş. “Muhbir” sistemi geliştirilmiş; “gizli tanık” ve “155 ihbar Hattı” gibi uygulamalar aktifleştirilmiş, sosyal medya için 50 bin kişiyi aşan muhbir örgütlenmesine gidilmiş.
Sultan Şeddad, koskoca bir ülkeyi Türk-İslamcı muhbir örgütüne dönüştürdün. MHP’li CHP’li ne kadar iktidar sevdalısı Sultan yalakası varsa topladın eteklerinin altına ama o yarım aklınla bile sen de biliyorsun ki ne Abdülhamit’i kurtardı Hafiye Örgütü, ne İstiklal Mahkemeleri yok edebildi zulme karşı çıkışı. Ama bu sömürgeci sömürücü zalim devlet, halkı baskı altına almak için kullandığı araçları öylesine kirletti ki halkı, babası kızını, kızı babasını ihbar eder hale geldi sayende.
Sömürgeci siyaset ve demokrasiden yoksun bir garip Cumhuriyet! Gelen gideni bin kez aratmış. Ve bunu sürdüren her Sultan kirliliği bir hırka gibi taşımış üstünde.
–00—00—00—
Yerel seçimler geldi. Ne tarihi tahrif ederek kendime örnek bulmaya çalışacak, ne yeni teoriler üretecek, ne de benim gibi düşünmeyeni hain ilan edecek değilim. Benim AKP+MHP ve CHP+İyiParti ittifakına verecek oyum yok. Ali Cengiz oyunlarıyla, illüzyon yaratarak, dil oyunlarına başvurarak, tarihi çarpıtarak, sosyalist teoriyi tahrif ederek tartışma sürdürenlerin sonuçta devlete, sömürgeciliğe oy verdiklerini düşünüyor ve söylüyorum. Güncel örnekler yetmedi tarihten aldım örnekledim. Günümüzde tek muhalif parti olan HDP’nin kendi adaylarından başka bir partili adaya oy vermem. Ve aday HDP’li bile olsa, anti-sömürgeci, ant-şövenist olmayan bir adaya değil oyumu vermek, selamımı bile esirgerim.
