Umut Yazıları

Çöle Su Olmak – Can Çıldır

ÇÖLE SU OLMAK


İnsan gerçek dostlarını felaket anında tanır.
Yenilgi yılları, iyi bir okuldur.
Lenin

Kapitalizmin bireyciliği ve bireyselciliği içselleştirdiği günümüzde insanlar arasındaki ilişkilerin çıkar ilişkisine nasıl evrildiğine göz atarak konuya başlamak gerekir.

Üretim araçlarının evrimi , insanlığın toplumsal yaşamında da değişiklikleri beraberinde getirmiştir. İlkel göçebe toplumlar üretimde ortak çalışmayı ve cinsiyete dayalı işbölümünü esas almışlardır. Ve bu topluluk sınıfların , özel mülkiyetin olmadığı , insanın insan tarafından sömürülmediği bir topluluktu. İnsanların doğa karşısında güçsüz olması ve hayatlarını büyük ölçüde doğa olaylarına bağlı kılması da bu durumu bir yönüyle mecbur kılıyordu.İnsanlığın tarım ve hayvancılıkta uzmanlaşması ve tekniklerin gelişmesi ile de ilk toplumsal işbölümü başlamış oldu.

Bu aynı zamanda üretkenliğin ve üretimin de artmasını sağladı. Emeğin doğaşında artı-ürün sağlaması ve toplumsal gelişmelerin evrilmesi köleci topluma geçişi hızlandırdı.

Köleciliğin kurumsallaşması ile ilkel toplumun aksine insanın insan üzerinde sömürüsünün başladığı yeni bir döneme evriltti. Bu üretim ilişkilerinin temelini ise efendilerin üretim araçları üzerindeki mülkiyeti ve köle el emeği üzerindeki denetimiydi. Köleci toplumun tarihi ise kölelerle efendileri arasındaki çatışmalarla doludur. Bizim anladığımız anlamda olmasa da kölelerde bir nevi döneminin devrimci sınıfını oluşturuyordu.

Bu çatışmalardan birisi de Eski Çin’de Kırmızı Kaşlar isimli köle ayaklanmasıdır. Birbirlerini tanımak için kaşlarını kırmızıya boyayan isyancılar orduya karşı güç kazandıktan sonra başkenti ele geçirmiş ve büyük bir kazanım sağlamışlardır.Ancak isyan zorlukla bastırılmıştır. Bu isyanın başarısız olmasının temelınde ise isyancıların dağınıklıkları,örgütsüzlükleri ve disiplinden yoksun oluşları vardır.

Köleci toplumun yıkılması ve feodal ilişkilerin olgunlaşması ile özellikle toprak mülkiyetinin yeni biçimlenişiyle başlamıştır. Feodal toplumda da tabi ki ezilenler büyük halk ayaklanmaları başlatmıştır.13. ve 14. yüzyılda bu ayaklanmalar önce Avrupa’yı ardından tüm dünyayı sarsmıştır.Ancak yine isyancıların örgütsüzlükleri , önderlerinin olmaması ve halkın bilgi yetersizliklerinden kaynaklı bütün isyanlar yenilgi ile sonuçlandı.

Ve sonrasında ise feodalitenin son bulması ve kapitalist üretim ilişkilerine dönüşmesi ile de insanı kendine , diğer insanlara yabancılaştığı yeni bir dönem başlamış oldu. Öğrettiği bencilce düşünce ve davranış yapısı ise insanların genel karakteristik özelliği haline geldi. Özel mülkiyete dayanan bu sistemde sorunlarda çözümlerde toplumsal olmaktan çıkmış ve kişilerin kendi sorunları haline gelmiştir. Yalnızca tüketmek için var olan sistem insanı yalnızca paranın hüküm sürdüğü ve parası olanın insan yerine konulduğu bir yaşam tarzı kendisini var etmeye başladı. Kısacası insan kendisini diğer canlılardan ayıran insan olma niteliğini kaybetmeye başladı.

İlkel toplumda , köleci ve feodal toplumda ezilenler birlikte hareket etmedikleri sürece isyanlar hüsranla sonuçlanmıştır. Aslında bizim de buradan hareketle öncelikle yoldaşlaşmayı ve kaybettiğimiz insani ve manevi değerlerimizi tekrar gözden geçirmeye ihtiyacımız var.
Yaşamın bu denli kirlendiği, bireyselleştiği bir zamane de elbette ki bizlerde bu durumdan payımızı almaktayız.

Kolektif yaşamdan uzaklaşan, yoldaşlara, kendine, kitlelere güvenini gün geçtikçe kaybeden, tarz, tutum ve üslupta ben-merkezci ve bürokratik yaklaşımları esas alan, adalet terazisinden uzaklaşan, gruplaşan vb. yaşamların karşısında durmak zorundayız. Bu durumun karşısında durmak var olan yoldaşlık ilişkilerini gözden geçirerek tekrar ilişkilerimizi dizayn etmektir.

Sistemin dostluk, arkadaşlık ilişkilerinin içini boşalttığı,bu ilişkileri yalnızca bireysel bir yararlanma aracı olarak insanlara sunduğu şu çağda yoldaşlık ilişkilerimizi sistemin baştan savma araçlarıyla kuramayız. Özenle bu konunun üzerine düşmek durumundayız.

Yoldaşlaşmak, aynı amaç uğrunda bir araya gelmiş bir iradedir. Kiminin varoşlardan, kiminin havuzlu villalardan geldiği, kiminin simit-ayran, kiminin İskender-kebap yiyerek büyüdüğü, kiminin de birbirlerini hiç tanımadan inanç ve güvenle yol yürüdüğü bir yaşamın var edilmesidir.

Yoldaşlaşmak, aynı amaç uğruna bir araya gelmek ise bu mücadele içerisinde dayanışmanın, samimiyetin, sıcaklığın, ortak ruh ve coşkunun olması, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya düşleyenlerin ve bunun eyleyicisi olanların arasında ki ilişkilerin sıkı ve güçlü bağlarla oluşması anlamına gelmektedir.

Yoldaşlık temelleri ideolojik-politik irade birliği temelin de oluşan mücadele ekseni çerçevesinde oluşmuş kültür,değer, ortak ruh ile kendini var olan sistemden soyutlayarak kurulan devrimci ilişkilerdir.

Yoldaşlar arasında kurulan bağ tarz ve üslubun doğru hatta kurulamadığı, ortak ruhtan uzaklaşıldığı anda temel olarak kişileri bir arada tutan ideolojik politik nedenler anlamsızlaşır ve birliktelik bozguna uğrar.

Aynı zaman da siyasal güvenin yitirildiği, ideolojik-politik nedenlerin bir köşeye atıldığı yerde de var olan durum sürekli bölünme, hizipleşme vb. ile karşılaşacaktır.

Bu noktada yaratılan değer ve maneviyatları, kaybedilen siyasal güveni tekrardan tesis etmemiz ve sahiplenerek güçlendirmemiz gerekir.

Yaratılan değer ve maneviyatlar, bedeller; atılımlar şahsında gerçekleşmiş ve kaybedilen siyasal güven, buraya yapılan yanlışlar ve reddelişler ile kaybedilmiştir.

Küskünlüklerimizi, günahımızı, sevabımızı bir kenara bırakarak her geçen gün daha bir inatla kaybedilen neyimiz varsa tekrardan tesis etmek için değerlerimize ve anlatılana sımsıkı sarılmalıyız.

Yoldaşlık ilişkilerinin kurulduğu her alanda disiplin, kolektivizm, samimiyet ve sıcaklık olmalıdır. Bu noktayı eksik bıraktığımız anda ‘’ben’’ler, ‘’biz’’ciler ortaya çıkar.

‘Ben’ ve ‘biz’ dünyasında yaşayan insanlar kadar zehirli bir şey yoktur. Yaşam sahnesinde, kendini odak noktası eylemek için paralanan, konuları kendi dünyasından anlatan; ahbap-çavuş-şef ilişkileri kuran, kendi dışında var olan insanların yaşam akışına karışan ve kendi tarzında yaşamı yönlendirmeye çalışan bir karakterdir.

‘Yönetim’i ‘Yönetirim’ olarak algılayan, emek harcamayı emek harcatan olarak algılayan, yapan değil yaptıran pozisyon da kendini var etmeye çalışarak dünyaya kendinden bakan, sahip olmadığı bilgilerin, değerlerin, deneyimlerin tek sahibiymiş gibi eyleyen zehirlerdir.

Disiplinin olmadığı her yerde kaos, baştan savmacılık, ahbap-çavuşçuluğu, dedikoduyu olumlayan durumları açığa çıkaracaktır. Dedikoduya özenle dikkat etmeliyiz.

Yoldaşlar topluluğun da herşey en açık ve yalın haliyle ortadadır, imalı, göndermeli, gizlenmiş sözlerin arkasına sığınılmaz, en yıkıcı ve en yapıcı eleştiri en sade ve en anlaşılır haliyle yapılır.

Dedikodu subjektifleşmektir, varolan sorunları çözmek yerine iç kriz yaratmak için yapılmaktadır. İyi niyet adı altında istem dışı veya istemli şekilde devrimci tarza sığmayan bir tutuma sığınılır çoğu zaman; ancak “cehennemin yolları iyi niyet taşlarıyla örülüdür”.

Dedikodu, ihanetin kapısını aralayan bir dokunuştur, sonrası çorap söküğü gibi gelecektir. Bir kere düştün mü çamura, kalkana kadar bütün vücudun neredeyse çamura bulaşır.

Dedikodu da bu durumun aynısıdır, sorunlarını dedikodu yoluyla anlatarak başlarsın, yaratılan bütün değer ve ilkeleri birer birer deşmeye kadar götürürsün.

‘Benim’ veya ‘Bizim’ olmamalı, asla bizden olmamalı, bizim olan herşey mürekkep gibi uçuşup gitmeye mahkumdur. Mücadelenin olmalı, mücadeleden olmalı işte o zaman tarih yazılmaya, inşa sürmeye devam eder.

Kolektif yaşam içerisin de kurulacak samimi ve sıcak ilişkiler ve disiplinli yaşam bu durumlara karşı panzehir görevi görecektir. Bu temelde yoldaşlık ilişkilerini sadece siyasal faaliyetler üzerinden ele almamak gerekir. Siyasal faaliyetlerin ötesinde samimi, sıcak bir ortam yaratılmalıdır.

Beraber acılarımızın göğüslendiği, zafer günü aynı coşkuyla omuz omuza durduğumuz bir yoldaşlık ilişkisi kurulmalıdır. Mücadele için emek sarfeden, zorluklara katlanan, bedel ödeyenlerin arasında yakın bir duygudaşlık ve samimiyet olmalıdır.

Önyargıdan, kuşkuculuktan uzak bir ilişkinin temeli de burada yatar. Var olan sorun ve çelişkilerini dile getiren, üstüne giden, çözüm arayışı içinde olan insanlar için gereken duygudaşlık ve samimiyettir.

Ötesinde kuşkuculuğun ve önyargıların hissedildiği noktada insanlar siner, geri düşer, sorunlarını ‘sineye’ çeker ve bir zaman sonra yaşamdan koparak sistemin arasında kaybolup gider. Bugün bizden kopup giden insanların bizden ne kadar çok şey koparıp gittiğinin farkında mıyız?

Sıcak ve samimi ilişkiler bir yanıyla da insan kazanmanın da önemli bir parçasıdır, inancı ve güveni tesis edendir.
‘’Allah’ım ne güzel şey bu dost yüzü’’.
Yaşamak, bir yoldaşın yüzü gülsün diye yaşamaktır, çakalların sofrasından kaçıp güneşin sofrasına sığınmaktır, o tanımadığın ama güzelliğinde kendini bulduğun yüzler de yaşamaktır.

Dün beraber ‘ölüme gittiğin’ insanlar hakkında bugün devrimci ahlaka ve insani değerlere sığmayacak söz sarf etmek, insanları karalamak, itibarsızlaştırmak, yeni bir dünya düşleyenlerin değil insanlara dünyayı zindana çeviren sistemin aracıdır. Sistemin özenle üzerine düştüğü her yoldaşımızı eksik yanlarından dolayı hor görmek, itibarsızlaştırmak, karalamak sistemin aracıdır.

Her yoldaşımız kırmızı çizgimizdir, yapmamız gereken yoldaşlarımızı sahiplenmek, sisteminden korumak, eleştirmek, eksik ve yanlış yönlerini kolektif ortam da birlikte düzeltmek ve dönüştürmektir.

Mücadele kadar eleştiri de cesaret işidir. Var olan sorunları aşmanın, çözüme kavuşturmanın tek aracı eleştiri-özeleştiri mekanizmasıdır. Bunun dışında ki dışarıdan çözüm üretme, sorunları örtbas etmek, kapalı kapılar ardında çözüm aramak gibi yöntemler hem sistemin yöntemidir hem de ertelemeci ve daha kötüsüyle karşılaşma riskiyle dolu olan yöntemlerdir, saflarda reddedilmeli ve eleştiri-özeleştiri kültürü yoldaşlar arasında oturtulmalıdır.

Eleştiri-özeleştirinin olduğu yerde hiçbir sorun biriktirilmez, ertelenmez, çözüme ulaştırmak ve yoldaşların hatalarından arınmasını sağlamak için emek harcanır. Aynı zaman da bireyin kendisini görmesi için önemli bir etkendir, yoldaşlaşmanın önceliği kendine yoldaş olmaksa eğer eleştiri ve özeleştiriyi önce kendimize yöneltmeliyiz.

‘’Girmek istersen erkana kendi özünü çek dara’’ manisi bir bütün olarak eleştiri- özeleştiri aynasını kendimize doğrultmamızın ve varolan kişiliğimiz ile yüzleşerek ve onu aşarak komün bireyi var etmemizin, kolektif yaşam da özne olmamızın kısaca açıklayıcısıdır. Bir nokta da ise bugüne değin Türkiye Devrimci Hareketi’nin içerisinde çoğunlukla var olmuş şeflik, ahbap-çavuşluk ilişkilerinin karşısında bir yapıcı olarak durmaktadır. Kısacası eleştiri-özeleştiri mekanizması var olanı yıkan ve yeniyi inşa edendir.

Kimileri günlük günah çıkartma, söz verme olarak görüp yorumlayabilir ancak kimilerinin de kumpasçılığın, dedikoduculuğun, hizipçiliğin çöplüğün de debelendiğini görebiliriz.

Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuz vakit, yoldaşlık ilişkilerimiz, mücadele ettiğimiz geleceğin toplumunda ilişkilerimizin belirleyicisi olacaktır. Bu sebeple yoldaşlık ilişkilerini yaratmak, geliştirmek ve eksikliklerimizin üzerine gitmek başta gelen devrimci görevlerimizden olmalıdır.

Yazılanı bugün herkes yazmakta ve anlatmaktadır, tekrar olarak görülebilir ancak özümüzü ve sözümüzü tekrardan gözden geçirmemiz gerekmektedir. Zehrin bütün bir vücuda yayılmasına izin vererek, kötü hücrelerin arasında iyi olan hücreleri de kaybederek yaşamın son raddesine varırız.

Ya ölürüz yada bir ölü olarak yaşarız. Arınmanın, ilişkilerimizi tekrardan gözden geçirmenin gerekliliği buradadır. Bu süreçte geri adımlarımız, gelgitlerimiz, zaaflarımız, olumsuzluklarımız oluşabilir. Yoldaşlık böylesi anlarda el uzatmanın oradan çekip çıkartmanın öznesidir.

Öğrettiğimiz kadar öğrenmemiz gerektiğini, emek harcamamız gerektiğini, inanç ve güven duymamız gerektiğini, mücadele ve mücadele geleceği için, insanlık için var olduğumuzu, alt-üst ilişkisi kurmayı değil komünü kurmamızı, yabancılaşmayı değil hakikate yüzümüzü dönmeyi, parti saflarında yoldaşlık ilişkilerimizi yaşamsallaştırır.

Kuracağımız yoldaşlık ilişkileri kültürün ve yeni insanın temeli olacaktır. Geleceği bugünden yaratmak için safları sıklaştıralım, sıkılı bir yumruk misali örelim yaşamı. Başarmanın önünde hiçbir engel yoktur.

Tek engel ilişkilerimiz de ortaya çıkmış olan çarpıklıktır, buna karşı mücadele etmeyişimizdir. Buzdan kalelere karşı yüreğimizde taşıdığımız güneşleri bir arada tutarak yoldaşlığımız güçlenecek ve engeller bertaraf edilecektir.

Çöle su taşımak ve yolda harap düşmek yerine çöle su olmanın vaktidir şimdi.

ZAFERE KADAR HEP BİRLİKTE!

Paylaşın