Yerel Yönetim seçimleri sonuçlandı. Faşist şeflerin kuyruğu dik tutma çabasının yön verdiği ilk konuşmalarına bakılırsa halk “Beka Sorunu”nun önemini kavradı ve onlara % 52’lik bir destek sundu. Seçim sonucunda ortaya çıkan tablo ve % 52’lik destek faşist blok açısından bir başarı olarak kabul edilebilir mi? Eğer önüne Pirus sözcüğü konulursa tabii ki kabul edilebilir. Faşist blok bir Pirus Zaferi kazanmıştır ve Pirus Zaferleri, “yenilmeye mahkum galibiyetler” anlamını taşıdığı ölçüde yerel yönetim seçiminin sonuçlarına karşılık düşmektedir.
Millet İttifakı olarak adlandırılan düzen içi muhalefet açısından da kazanılan bir Pirus Zaferi’dir. Bunu en iyi anlatan Kemal Kılıçdaroğlu’nun, ekonomik kriz fırsatçılığı yapmayacakları ve hükümete ekonomik sorunların çözümünde yardımcı olacakları yönündeki açıklamalarıdır. Bu ne anlama gelmektedir? Bu tam anlamını sandıkların kapanmasının hemen ardından TÜSİAD’ın yayınladığı bir bildiride bulmaktadır.
Faşist şefin balkon konuşmasındaki ekonomik “reform” vurgularını ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun sözü edilen açıklamalarını birleştiren ve bütünleştiren unsur Finans-kapitalizmin yakın dönem projeksiyonu olarak değerlendirilmesi mümkün olan bu TÜSİAD bildirisinin içeriğidir. Bu bildiri bir hat çizmekte ve burjuva siyasetin ana merkezlerine bu hatta uygun konumlanma çağrısı yapmaktadır.
Tayyip Erdoğan’ı bu hatta çekmek için herhalde böylesi bir Pirus Zaferi’nden daha uygun bir zaman zor bulunurdu. Neredeyse çeyrek asırdır elinde tuttuğu ülkenin kalbi sayılan en önemli merkezleri kaybetmiş, derinleşen bir ekonomik bunalımın yıkıcı etkileriyle yüzleşmek zorunda olan bugünkü Tayyip Erdoğan herhalde uluslararası ve yerel Finans-kapital açısından masaya oturulacak en uygun Tayyip Erdoğan fotoğrafını sunmaktadır.
Uluslararası Finans-kapitalin önde gelen sözcülerinden The Economist yerel seçim sonuçlarını, “Erdoğan kendisi için hiç uygun olmayan, değişik güçler tarafından sıkıştırıldığı zor bir pozisyona düştü” şeklinde değerlendirirken; New York Times, “Erdoğan evinde kaybetti” başlığını atıp, “yıllardır meydan okunamayan Erdoğan, bir siyasal depremle karşı karşıya” saptamasını yaptı. New York Times ve Economist’in diğer ortak saptaması, seçim sonucunu belirleyen en önemli faktörün “ekonomik şartlar” olmasıydı. New York Times, seçim sonuçlarını ele alırken, ekonominin resesyona girmesine, enflasyonun yükselişine ve işsizlik oranındaki artışa bakılmasını öneriyordu.
İngiltere’nin Guardian gazetesi de, “Erdoğan iktidarının zayıflaması”nı başlık yapmış, yerel seçimin “Erdoğan’ın ekonomik kriz yönetiminin referanduma sunulmasına” dönüştüğünü ve Erdoğan’ın istediği sonucu elde edemediğini belirtmişti. Guardian, seçim öncesinde yükselen işsizliğe, % 20 dolaylarındaki enflasyonun halkın yaşam koşullarında yarattığı sıkıntılara dikkat çekiyor, Erdoğan’ın büyük kentlerde “çalışan sınıflar” arasındaki desteğinin zayıflamasının seçim sonucunu önemli ölçüde etkilediğini belirtiyordu.
Finans-kapitalizmin uluslararası sözcülerinin oluşan durumu benzer terimlerle ortaya koyması ve ortaklaşan vurguları bir beklentiye işaret ediyor. Bu beklenti esas olarak TÜSİAD bildirisinde de dile gelen ortak unsurdur; Tayyip Erdoğan’ın burjuva düzlemde yeni güç paylaşım modeline bir şekilde ikna edilmesi ve yeni rejimin bu seçim sonucunun da desteğiyle daha istikrarlı bir siyasal denge noktasına oturtulmasıdır. Bu mümkün mü?
Öncelikle bunun mevcut koşullarda mümkün olmadığı belirtilmelidir. Ekonomik bunalım nesnel temellere sahip olan bir olgudur, bu seçimde sadece öncü bir sarsıntı yaratmıştır. Derinleşme eğiliminde olan ekonomik bunalım daha güçlü toplumsal ve siyasal sarsıntılar yaratacaktır. Finans-kapitalizmin uluslararası sözcülerinin dikkat çektiği asıl nokta budur. Uluslararası ve yerel Finans-kapital bu sarsıntılar karşısında ülkenin burjuva siyaset merkezlerinden ortak bir “akıl” ve ortak bir davranış beklemektedir. Mevcut ekonomik krizin ancak emekçilere yönelik güçlü bir saldırıyla karşılanabileceği sermaye güçleri açısından açık ve yalın bir gerçektir; dolayısıyla, beklentileri bu saldırıyı en iyi örgütleyecek siyasal mimariyi oluşturmaktır.
Tayyip Erdoğan’ın Pirus zaferi nedeniyle böyle bir modele ikna olması çok çok düşük bir olasılıktır. O, oluşturduğu iktidar alanından kolayca vazgeçmeyecektir ancak kaybedilen büyük kentlerin senelerdir sunduğu geniş rant kaynaklarının elden çıkması, şefin çevresinde kenetlenmiş belirli ekonomik ve siyasal güç ağlarının zayıflamasını beraberinde getirecektir. Finans-kapitalizmin sözcülerinin vurguladığı gibi, ekonomik koşullar nedeniyle büyük kentlerde “çalışan sınıflar” arasında desteğinin azalması ve örgütsel çekirdeğin temelindeki ekonomik ve siyasal güç ağlarının zayıflaması faktörleri, Tayyip Erdoğan’ın “direnme gücüne” sınırlar çizecektir.
AKP’nin büyük kentlerde “çalışan sınıflar” arasındaki desteğinin azalması, Kürt halkının bu seçimde Kayyım düzenine attığı “Osmanlı tokadı” ile birlikte seçimin en önemli iki olgusudur. Faşist blokun Pirus Zaferi’nde Kürt oyların büyük kentlerdeki yönelişi de belirleyici etki yapan faktörlerdendir. Bu iki olgu, faşist blokun “mahkum olduğu yenilgiye” uğratılması için girilmesi gereken yolun ne olduğunu açıkça göstermektedir. Devrimci hareket açısından en belirleyici unsur, sözü edilen büyük kentlerdeki “çalışan sınıflar” muhalefetinin siyasal bir doğrultuya kavuşturulması yönünde doğan yeni imkanlardır. “Çalışan sınıflar” faşist blokun zayıflaması sonucunu doğuran ilk hamleyi yerel seçimde yapmıştır, bu hamlenin düzen içi burjuva muhalefetinin siyasal yakıtına dönüşmemesinin yegane yolu devrimci hareketin “çalışan sınıflar” arasında yürüteceği enerjik siyasi faaliyettir. Türkiye kapitalizminin kalbi siyasal sarsıntıya yol açan büyük kentlerde atmaktadır. Büyük kentlerdeki “çalışan sınıflar” ve Kürt halkının bu siyasal hamlesi, devrimci harekete doğru taktik açılımlarla sınıfsal ve siyasal bir güç merkezi olarak kendini yeniden inşa etme yolunda çok önemli olanaklar sunmaktadır.