Kadın cinayetlerinin katliama dönüştüğü, kadına yönelik erkek şiddetinin sistematik olarak arttığı ve her gün kadın düşmanlığının türlü görünümleriyle yüz yüze geldiğimiz günler yaşıyoruz.Evlerimizde ve işyerlerimizde sistematik olarak erkek-devletin mobing, taciz ve şiddetine maruz kalıyoruz. Bizler “mağdur” (yada sistemin tabiri ile oluşturulmak istenilen makul kadın mı demeliyiz?) değiliz; aksine bizi güçsüzleştiren tüm silahları üstümüze doğrultan erkek-devlet şiddeti var olmaya devam ettikçe, erkek şiddetiyle baş etmenin yollarını bulmaya devam edenleriz. Namus cinayeti değil “kadın cinayeti”; kadına şiddet değil “erkek şiddeti” demeyi öğrendik. Failler olarak erkekleri ve koruyan erkek egemen sistemdir. Erkek- Devlet şiddetinin sorumluları apaçık ortada olsa da, öldürülen ya da öldürülme ihtimali olan kadınlar birer “mağdur” olarak gösteriliyor. Gerçekten öyle mi peki? Bizler biliyoruz ki, öldürülsek de öldürülmesek de hayatımız erkek şiddetiyle mücadele etmekle geçiyor. Biz biliyoruz ki kadınlar erkek şiddetine baş kaldırıyor, tecavüzcüyü teşhir ediyor, ölümü göze alarak boşanıyor yada sevgilisinden ayrılıyor, karakola gidip şikayet ediyor, destek bulamasalar da şiddetten kaçarak kendi hayatını kurtarmanın yollarını zorluyorlar. Bu noktada, kadınları “mağdur” kimliğinden çıkarıp hepimizi güçlendirecek bir politik söz kurmak önemlidir. İşte önemli olan şey yani ”öz savunma ” bu noktada devreye giriyor. Kocalarını, eski kocalarını ya da bir erkeği öldüren kadınların haberlerine daha sık rastlar olduk. Erkek egemen sistem içinde her çıkış yolu kapatılmış olan kadınlar, “canlarına tak ettiği” noktada kendilerini savunmak için öz savunmaya başvurmak zorunda kalıyorlar, kendi hayatını kurtarmak için şiddetine maruz kaldığı erkeği öldüren, yaralayan ya da bu şiddete bir biçimde meydan okuyan kadınlar vardır! Kadınlar yıllarca kocasının, sevgilisinin, babasının, abisinin şiddetine, işkencesine maruz kalmış, her türlü yolu denese de bir çıkış bulamamış ve kendini ya da çocuğunu korumak için şiddete başvurmak zorunda kalmış. Devlet, cinayeti değil boşanmayı engellediği için, Kadınlar erkeği şikayet etmek amacıyla gittikleri karakollarda “kocandır döverde severde denilerek” evlerine geri gönderildiği için, insanlar bir şekilde tanık oldukları şiddete göz yumup kadınları “kaderine” terk ettiği için. Eğer “erkek adalet” ten değil, “gerçek adalet” ten söz ediyor olsaydık bu kadınların hepsinin ÖZ SAVUNMASININ beraat etmesi gerekirdi; çünkü her gün ölümle, tecavüz tehdidiyle, türlü işkencelerle yaşayan bir kadına bundan başka seçenek bırakılmıyor; yüz binlerce “cadı”nın yakılması ve kadınlara karşı yürütülen bir savaş ile kapitalizmin yükselişinin aynı zamana denk gelmesinin nasıl açıklanabileceği gibi. Medya kadın cinayetlerini olağan haberler şeklinde görüp münferit birer olaymış gibi ardındaki “magazinsel” ayrıntıları haberleştirmeyi tercih ettiği için… Tüm bu sebeplerle, dört bir yandan sıkıştırıldıkları bu çerçeve içinde kadınlar isyan ediyor, kendi hayatını kurtarmak için erkekleri yaralıyor ya da öldürüyor. Bu erkeklerin büyük çoğunluğu kadınların en yakınındaki erkekler, kocaları, sevgilileri, babaları, abileri. Bazı kadınlar, başka bir kadını, mesela kızını ya da arkadaşını şiddetten kurtarmak için erkekleri yaraladı ya da öldürdü. Bazı kadınlar tacizciyi ifşa etmek için çeşitli yollara başvurdu. Ama pes etmedi, direndi. Biz biliyoruz ki, kadınlar olarak hayatımızın her alanında erkek-devlet şiddetine karşı direniyoruz. Kadınlar erkek şiddetine direniyor ve tüm çareleri ellerinden alındığı için kendilerini savunmak amacıyla şiddet uyguluyor. Devlet, kadınları korumak yerine erkekleri koruduğu, erkekleri engellemediği, yargı-medya-toplum erkekleri cezalandırmadığı için kadınlar her gün ölüm tehdidiyle burun buruna yaşıyor. Bu noktada tekrar tekrar söylüyoruz; bizler “mağdur” değiliz; aksine bizi güçsüzleştiren tüm silahları üstümüze doğrultan erkek egemen sistem var olmaya devam ettikçe, erkek şiddetiyle baş etmenin yollarını bulmaya devam edeceğiz. Burada tartışmaya açılması gereken bir diğer nokta, kadınların yukarıda bahsedilen durumlarda gerçekleştirdiği yaralama ya da cinayetlerin öz savunma olarak değerlendirilmesi. Erkek yargı elbette, şiddet geçmişi ile olay anı arasında bağ kurmaktan imtina ettiği için, Kadına yönelik erkek şiddetini önleyici ve koruyucu tedbirler almak yerine çaresiz bıraktığı, şiddete tanıklık edenlerin müdahil olmak yerine görmezden geldiği bu kadınların yaşam savunmalarını öz savunma hakkı olarak görmüyor. Halbuki, erkek katillere gözünü kırpmadan iyi ha indirim veren, kadın katilerinin cezalarını türlü yollarla (iyi hal indirimi, haksız tahrik, takdir-i indirimi….) azıcık bırakan bir yargıdan bahsediyoruz. Hayatımızı savunmak sadece erkekleri öldürmek ya da yaralamakla sınırlı değil elbette: 3-5 çocuk doğurmuyoruz, kahkaha atıyoruz, kürtaj oluyoruz, flört ediyoruz, sevişiyoruz, kızlı erkekli oturuyoruz, itaat etmiyoruz, aile kurmuyoruz, erkek adalete direniyoruz… Kadınlar için başka türlü bir hayat mümkün, kadınlar her gün bu olasılığı kendi hayatlarını savunarak, savunmalarını örgütlenerek gösteriyor. Erkekleri yaralamak, öldürmek zorunda kalan kadınlar, hayatlarını başka biçimlerde savunma alternatifleri kalmamış kadınlar. Hayatta kalmak için tek çaresi öz savunma hakkını kullanmak olan kadınlar. Bu yüzdendir ki kadın hareketi olarak bu politikalara, katliamlara, tacize-tecavüze, istismara, haklarımıza dönük saldırılara karşı öz savunmamızı örgütlenerek güçlendireceğiz.
