Umut Yazıları

“Köşe Kapmaca” – Tümen Turunç

“Köşe kapmaca” oyununu bilmeyenimiz var mıdır? Yahut çocukluğunda hiç oynamayanımız? Bilmeyenler için basitçe açarsak: Oyun basit bir mantık üzerine üzerine kuruludur. Kolon, duvar veya yere çizilen noktalar üzerinde duran oyuncular, ebeye yakalanmadan birbirleriyle köşeleri (konumları) değiştirmeye çalışırken, ebe boşalan köşeyi kapmaya çalışır. Oyun içerisinde dikkat kadar taktikler de ön plandadır. Oyuncular yakalanmamak için ebenin mesafesini, hızını, çevikliğini göz önünde bulunmadan hamle yapamazlar. Kimi zaman yer değiştirme numarası yaparak dikkati dağıtmaya çalışırlar. Ebe ise köşe kapabilmek için bir o kadar dikkatli olmak ve taktik üretmek durumunda kalır. 

Çocukluğumuzun bu heyecan, azim ve kahkaha dolu oyunu yıllar sonra dünyaya farklı açıdan baktığımız penceremizden, savaşın ortasından el sallıyor. Sınıf savaşından! “Ezen-ezilen”, “zalim-mazlum” nasıl adlandırırsak adlandıralım esasen mesele “burjuvazi-proletarya”dır. Sınıf savaşı öyle bir savaştır ki sıcak, soğuk, sahada, masada, defterde ve kitapta; bilimum bulunduğunuz her noktadadır! Öyle bir savaştır ki, aldığınız nefesin içindedir!  Bizler yaşamak için en temel kaynağımız oksijeni solurken dahi, en basitinden bacalardan salınan gazlar, kesilen ağaçlar, ocaklar gibi etmenler ile muhatap iken, doğrudan hepimiz bu savaşın doğal birer öznesi konumundayız. Hiç kimse bu savaşın kıyısında veya köşesinde değildir. Herkes doğrudan savaşın ortasındadır. Üstelik bu savaştan kaçıp başka ülkelerde mülteci de olamazsınız. Çünkü gittiğiniz yer her neresi olursa olsun mevcut dünyada çark dönüyor ve sizler orada öğütülmeye mahkumsunuz. Canlı, cansız her şeyi öğüten bu çarkın ismi kapitalizm! Bu çarkı bertaraf etmenin yegâne yolu ise: Çarka çomak sokmak! İşte çarka çomak sokma mücadelesi ise üzerine yazıp çizdiğimiz, ağızlarımızdan düşmeyen sınıf savaşı!

Peki ya oyunumuz bizlere nereden el sallıyor? Savaşın neresinden? Tam merkezinden! 

Bilimsel metodlar bizlere, nasıl merkezinde olduğunu hem teoride hem de pratikte gösteriyor. Savaş, terazi misali: Bir taraf yükselirken diğeri düşüyor. Bir alanda boşluk doğunca öteki dolduruyor, bir taraf mevzi kaybedince öteki taraf işgal ediyor. Pratikteki karşılığı: “Futbol borsada değil arsada güzel” diyenler azaldıkça sahalardan “Rabia”lar yükseliyor. “Halk için sanat” üretenler azaldıkça zerre sanatsal değeri olmayan eserler(!) piyasayı kasıp kavuruyor. Örnekler çoğalıp gider. Zîra biraz geçmişe dönük bir değerlendirme yapan herkes sayısız örnekler ortaya koyabilir.

Sınıf savaşında “köşe kapmaca” oyunu bugün en güncel meselelerimizden biridir. Sürekli olarak köşe kaybetmek esasen üretkenliğimizi kaybettiğimizin göstergesidir. Oysa devrimcileri yenilmez kılan şey, taktiksel üretkenlik ve hareket kabiliyetleridir. Bizler şimdi üretememe hastalığımıza “sayımız az” teşhisini koyup tedaviyi reddediyoruz. Evet, sayımız az. Ancak üretemeyişimiz sebebi sayımızın azlığı değil, sayımızın azlığının sebebi üretemeyişimiz. 

Üretkenlik kaybının en önemli sebeplerinden biri, savaşın en çetin mevzisi olan “kültür” mevzisidir. Sınıf savaşımları boyunca her sınıf kendine bir profil, kültür, kişilik yaratırlar. İsmine ne derseniz deyin bu insan tipolojisi dünyaya bakış/dünyayı okuma açısının bir tipolojisidir. Bugün devrimcilerin problemlerinden bir diğeri de kapitalizmin yarattığı tipolojiden kopamamaktır. Ülkenin herhangi bir yanında kesilecek bir ağaç, yapılacak ocaklar, HES’ler ve bilcümle talan edilecek doğa için mücadele ederken kendisinin doğaya “keyfi” çöp bırakma eylemi bu kopamamaya iyi bir örnektir. Mahir Çayan’ın tarihe damga vurmuş ifadelerinden “Kişiliklerinde devrim yapamayanlar, devrimci olamazlar.” ifadesinin özü budur. İlk olarak kişiliklerimizde devrim yapmak, içimizdeki sistemi parçalamak elzemdir. İçimizdeki faşistlikten, homofobiden, devletten, sistemden kopamadan, yani kişiliklerimizde devrim yapamadan devrimci kültüre sahip olamayız. Devrimci kültüre sahip olamadan taktiksel üretkenliği ve hareket kabiliyetimizi kazanamayız. Devrimci üretkenliği ve hareket kabiliyetini kazanamadan, köşe kapamayız. 

Çok mu tanıdık geldi söylemler? Farkındayız, yıllardır aynı kelimeler yazılıp çiziliyor. Herkes analizler, somut tahliller yapıyor. Yapıyor da yapıyor. Ancak bu yazının özü tam olarak budur. Yalnızca tarz olarak karmaşık cümleler, afilli kelimeler, kitaplar ve sayfa numaraları yerine Bilal’e anlatır gibi bir düzlem izleniyor. 

Yıllardır aynı sorunlar ortaya koyuluyor. Aynı sorunlar tespit ediliyor. Çünkü üretememe hastalığı devrimcileri çözümün değil, sorunun bir parçasına haline getiriyor. Sadece sorunu ortaya koyuyoruz. Çözemiyoruz, yetmiyor bir de faşizme karşı önyargılarımızdan ötürü “mahçup” oluyoruz. Oysa bizler biliyoruz ki faşizme karşı tek mahcubiyetimiz onu henüz parçalayamamış olmamızdır!

Sayımız az, gücümüz değil! İşimiz zor, imkânsız değil! Hedefimiz net, umudumuz dimdik! Umudu büyütelim, köşeleri kapalım! Harekete geçelim, zaferi örelim! Chavez, Uluslararası Gençlik Festivali’nde yaptığı konuşmada gençliğe şöyle diyordu: “… Artık Marx’ın ya da o dönemden herhangi bir mücadelecinin sahip olduğu gibi bir zaman yok önümüzde. …Zaman, kitlelerin taarruzunun, mücadelenin ve savaşın zamanıdır. Bu, şimdi sahip olduğumuz yeni bir andır ve daha sonra başka bir anımız, yeterli zamanımız olacak mı bilemiyoruz. Emperyalizme ve emperyalist hegemonyaya karşı küresel bir mücadelede ilerlemek, yeni yollar yaratmak, yeni yollar açmak için böylesine avantajlı olabilecek bir an daha yakalamak için elli yıl daha bekleyecek kadar vaktimiz yok.”

O çomak, o çarkı kıracak!

Paylaşın