Gündem, Slider

Mustafa Suphi : Cüret ve öncülük derdi olmayan bu hattı kıramaz

Devrimci Komünarlar Partisi (DKP) Türkiye devrimci hareketi içerisinde, farklı atılımlarıyla kısa zamanda adını çokça duyurdu. Ortaya çıkardığı kavramlarla, konumlanışı ve çağrılarıyla yeni bir mücadele tarzı yarattı. Onlarca kadrosuyla 2014′ ten bugüne başta Kobane olmak üzere Rojava’da IŞİD ve sömürgeciliğe karşı bir çok cephede savaştı. Türkiye işçi sınıfı mücadelesi ve ezilen halkların mücadele birliğini kurmaya çalışan DKP MYK üyesi Mustafa Suphi ile gerçekleştirdiğimiz röportajı iki bölüm halinde yayınlıyoruz.

Mustafa Suphi’ ye, Türkiye Sosyalist Hareketi’nin 90 ‘lar sonrası içerisine sürüklendiği yasalcılık- Ortadoğu – emperyalizme karşı konumlanma gündemi- Türkiye metropollerinde devrimci hareketinin görevi üzerine bir çok konuda sorular sorduk.

Umut Gazetesi : Emperyalizm ekseninde Suriye’ de son yaşananları da kapsayarak, bölgedeki gelişmeleri ve Türkiye Sosyalist Hareketi’nin konuya yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz ?

Mustafa Suphi : Bugün Suriye’de süren savaş, yaşanan son gelişmeleri de dahil ettiğimizde belli bir aşamaya gelmiş durumda. Uzun yıllardır devam eden bu savaş, çok farklı müdahale, girişim ve direniş gelişmeleriyle devam etti. Suriye Savaşı, Kudüs Görüşmeleri’nden sonra emperyalist güçler açısından kurulan yeni dengeyle başka bir aşamaya gelmişti ancak yapılan anlaşmalar sonucu büyük iki emperyalist güç tarafından oluşturulan bu dengelere yeni girdiler eklendi. Rojava’nın kazandığı statünün nasıl kabul göreceği ve kimin lehine çözüleceği belirsizliği Türk Devleti’nin işgal girişimine müsade edilerek gelişecek sonuca göre yeniden kartların karılacağı bir dönemi emperyalistler açısından zorunlu kıldı. Türkiye’nin saldırı dayatması karşısında yaşananları aynı zamanda iki emperyalist gücün Türkiye’ yi kendi hattında tutma kavgası olarak da okuyabiliriz. Bugün için bölgeyi anlamak; emperyalizmin, İran gündeminden ne amaçladığını anlamayı gerektirir. Yine bölge de ideolojik hattıyla emperyalizmin dışında oluşan bir örneğin, Rojava örneğinin orta vadede kırılmasının hedeflenmesinin emperyalistler için kaçınılmaz olduğunu bilmek gerekir.

Umut Gazetesi: Bu denge değişimi ve gelişimlere karşı Türkiye Sosyalist Hareket’nin yaklaşımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mustafa Suphi : Yaşanan son gelişmeler çerçevesinde Türkiye Sosyalist Hareketi olarak; Irak Savaşı’ndan bu güne bütünlüklü bir değerlendirme yapmamız gerekiyor. Ortadoğu’da ve özellikle Suriye’de süren savaş, Türkiyeli devrimci güçlerinin her zaman önemli gündemlerinden biri oldu. Bugün de bu gündemi bir kenara ayırarak siyaset yapmak, devrimci iddialarda bulunmak, ülke gerçekliğiyle bağdaşmayan bir yerde duruyor. Bunun için değerlendirmeye başlamadan önce yapılan tahlillere ve atılan adımlara göz atmakta fayda var.

Hepimizin bildiği gibi, TSH son 20 yıldır, emperyalizm analizleri, tahiller, Ortadoğu değerlendirmeleri ve bölgede emperyalizm planlamalarına dair öngörüler yapıyor. Üstelik sadece değerlendirme ve analizlerle kalmayarak, kendine somut ödevler çıkarıyor. Özellikle emperyalizmin bölgeye güçlü müdahalelerde bulunduğu Irak İşgali’nden bugüne daha çok işittiğimiz ve yaptığmız bu değerlendirmelerin karşılığı ise bir türlü hayata geçmiyor. Dergilerde, köşe yazılarında, konuşmalarda uzun uzun anlatılan, vurgu yapılan bir mesele olarak kağıt üzerinde kalıyor. Yıllardır yapılan analizlerin somut adımlarının atılmamış olmasının bedelini ise bugün hep birlikte belki de en ağır biçimiyle ödüyoruz.

Nihayetinde emperyalizm bölgede üç günlük, kısa süreli planlamalar ve müdahaleler yapmıyor, bugün devam eden pazarlık ve egemenlik çabalarının bütünü emperyalistlerin 50 yıllık planlarının birer parçasıdır. Birinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra başlayan, en açık ifadesiyle bölge sınırlarının emperyalizmin çıkarları doğrultusunda yeniden değiştirilmesinin bir uzantısı olarak BOP projesi oluşturulmuştu. Emperyalizm, BOP üzerinden büyük planlar yaptı. Bu planlamaların bir parçası da bölgede istedikleri gibi hareket edebilecek ve adımlar atacak bir Türkiye tasavvuruydu. Bu planlamalara göre Türkiye’ nin üzerine düşen görev, mevcut devlet iktidarının, sermayesinin, ordusunun buna göre şekillenmesiydi. Türkiye devrimci muhalefetin ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin payına düşen ise tasfiye ve imha idi. Bu doğrultuda ’99 süreciyle başlayan dönem yaşandı. Hapishanelerde, F Tiplerinde devrimci hareketin imhasına yönelik saldırılar başlatıldı, toplumsal hareketin demokratik ayaklarının kırılmasına yönelik saldırılarla, KÖH’e uluslararası komployla başlayan, bölgesel bir kuşatmayla devam eden, Güney’de Kürtleri Kürtlere vurdurtan, “teslim ya da imha” yı dayatan ve daha sonrasında Osman Öcalan’la tasfiyeci ve bozguncu bir çizgiye bürünen operasyonlar gerçekleştirildi.

Umut Gazetesi: Bu sürecin bir de karşı tarafı var; emperyalistler. Özellikle Rusya ve ABD bloğunun uzun yıllara dayanan bölge planlamaları var, sizin de vurguladığınız gibi bu planlar için kısa süreli diyemeyiz. Keza bölgedeki müttefiklerde uzunca bir tarihe ve çıkar dayanışmasına dayanmakta. Siz, bu konuya dair neler söyleyeceksiniz?

Mustafa Suphi : Tüm bunlar yaşanırken, o dönem öte yandan Irak’ta, 18 senedir değişen yoğunlukta süren savaşta, ABD kendi konumunu güçlendirip İran’ın hattını geriye düşürerek ,bölge güçlerini istediği çizgiye getirmeyi hedefledi. ABD açısından bunun gerçekleşmesi bir başarı sayılacaktı. Ancak bölgede istikrarı sağlayamamış olması da yine Ortadoğu’da ‘evdeki hesabın çarşıya uymadığını’ göstermiş oldu. Bu planın tam sağlanamayışında, özellikle bölgede var olan KÖH’ün, bölge halklarının ve ezilenlerinin mücadelesinin payı açıktır.

18 sene süren Irak Savaşı ve yıllarca daha sürmesi kuvvetle muhtemel Suriye Savaşı’nın nedeni, bölgedeki istikrarsızlığın hedefi, İran’ın kuşatılması ve imhasıdır. İran sorunu, emperyalistler arasındaki çatışmaların ve dengelerin konumu ile ilgilidir. Bölge güçlerinin çelişkisi İran’a saldırı sürecini uzatmıştır. Sonlanmayan bu savaşlarda, halkların mücadelesinin, emperyalistlerin hesaplarını şaşırtmasındaki payı da büyüktür. Bölgede, sürecin tek başına belirleyeni emperyalistlerin hesapları değildir. İran süreci bu parametrelerle şekil almaktadır. Bölgedeki anti-emperyalist güçler ve ezilen halkların mücadelesi her zaman etken olmaya devam edecektir.

Emperyalist bloklar, görüldüğü kadarıyla Suriye’de yeni bir denge kurmuştur. Bu denge süreğen ve sonsuz değildir. Bölge devletleri, bu denge içerisinde bocalamaktadır. Suriye Savaşı, başta İdlib arenasında sürmekte, İran kuşatması, ABD’si, Rusya’sı ve Türkiye’nin işgal harekatı ile devam etmektedir. Dengenin kimin lehine döneceği belirsizdir. Amerika’nın eski statüsünü koruyamadığı açıktır. Nefes alma ve kendini var etme açısından Suriye Savaşı, İran’ı olağanüstü güçlendirmiştir. Emperyalistlerin, İran hattını geriletme çabaları, Yemen’de, Irak’ta, Lübnan’da ve Suriye’de somut olarak devam etmektedir.

Rusya bloğu ise bütünüyle, NATO ve ABD’nin, Ortadoğu’daki planlarını boşa düşürmeye ve bölgede etkin olmaya çalışıyor. Rus bloğunun, Türkiye ile stratejik ittifakına kimsenin izin vermeyeceği gibi, Türkiye tekelci sermayesinin de buna teslim olmayacağı tespitini yapmak gerekir. Rusya bloğu ile yapılan kısmi işbirlikleri bile Türkiye iktidarını krizden krize sürüklemektedir. Yıllardır sürdürdüğü politikaları ve ilişkileri açısından bakacak olursak, Rusya kendi ana ekseninde başarılı olmuştur. ABD’nin planlamaları ve müdahelelerine rağmen Suriye ve Esat yıkılamamıştır, İran’ın bölgede gücü artmıştır, ABD’nin statüsü geriletilmiştir.Rusya diğer taraftan da Türkiye üzerinden NATO’nun bölgedeki planlarına çomak sokmuş ve Türkiye’de baraj, nükleer santral, enerji hatları projelerine girerek kendi rant piyasasını açabilmiştir.

ABD açısından ise bir karmaşa söz konusudur. ABD, İran savaşını tehdit ve propaganda olarak kullanmaktadır. Tayyip’le Trump arasında “1 günde yok ederiz, 1 haftada bitiririz” söylemleri açısından bir fark yoktur. ABD, kaybettiği statüsüyle İran ambargosunu hat safhaya çıkarmıştır. Tüm yaptırımlarına rağmen, bölgede savaşı başlatma imkanı yoktur. Irak Savaşı’ ndan bu yana 4.8 trilyon dolar savaş sermayesi harcamasına rağmen kendi içerisinde, bir soytarının iktidara gelmesiyle gelişen bir süreç yaşanmıştır. 2020’nin ABD’de seçim yılı olması nedeni ile İran savaşının bu dönem savaş tehditlerinden ibaret kalacağı görülmektedir.

Umut Gazetesi : Peki tam da burada sormak gerekirse, emperyalizmin bütün bu bölge dizaynı içerisinde Türkiye siyasetinde yaşananları bu planlamalardan azade görmek mümkün mü? Emperyalistlerin bölge planlamaları ve rekabetleri açısından Türkiye’nin payına düşen nedir ?

Mustafa Suphi : Elbette azade değildir.Türkiye de yeni bir dizayn çalışmasıyla karşı karşıyadır. ABD ve Avrupa emperyalizmi, bugün Türkiye’deki ittifakları olan AKP ve ortaklarından (MHP ve Ergenekon) kurtulma çabasındadır. Ancak bu dönem dönem destek vermeleri, göz yummaları ile yanıltıcı hale gelmesin. Türkiye’ de bir süreç olgunlaştırılmaya çalışılıyor. Bu olgunlaşma tamamlanıncaya kadar hali hazırda bulunan ikitdar eliyle emperyalistler kendi lehlerine maksimum fayda elde etmeyi sürdürüyor. Bu dönem dönem çelişkilerin hat safhaya çıktığı, dönem dönem uygulamalarına sessiz kalındığı, destek verildiği kırılgan bir süreç olarak işliyor. Bu çelişkileri derinleştiren şey elbette iktidarın içeride uyguladığı baskılardan zerre kadar nasiplenmiyor. Çelişkileri Türk burjuvazisinin yönelimleri, devletin bölgede nasıl konumlandırılacağı, tekelci sermayenin pazar açılımları ve karlılığı oluşturuyor. Bu dizayn, emperyalizmin, Irak, Suriye ve İran’da hayata geçirmek istediği, uzun vadeli planının bir parçasıdır. Emperyalizm, somut olarak; bölgede bir Türk-Kürt savaşı değil, Türk-Kürt ortaklığı ve tekelci sermayenin kendi planları doğrultusunda gelişmesini istiyor. Türkiye tekelci sermayesi ve tüccar sermayesi arasında var olan çatışma, bu emperyalist hedeflerle uyuşmamaktadır. Savaşı İran’a yayma esasıyla Türkiye üzerinde emperyalistlerin hedefleri bu eksende yürütülecektir.

Türkiye bir NATO ülkesi olarak emperyalizm için ciddi bir ittifaktır. Eskiden, bir NATO generalinin, gelip talimatını verdiği ve iktidarın kendi klikleri içinde bu talimatlara anından uyum sağladığı bir ülke olan Türkiye, emperyalistler arasındaki çatışma ve boşlukları iyi değerlendirerek keskinleşmiştir. Emperyalistler arası boşluklar AKP ve temsil ettiği sermaye nezdinde iyi yönetilmiş, hatta 15 Temmuz’da NATO darbesi boşa düşürülmüştür.

Bu süreçten sonra, AKP, Ergenekoncu-faşist bir bloklaşma ile ittifak kurarak yoluna devam etti. BOP planlamaları açısından emperyalistlerce yeniden şekillendirilen ve yeni misyonlar edinen Türkiye; içindeki askeri vesayet, ordunun pozisyonu, bölgesel güç olma hedefleri, Irak Savaşı’na dahil olup olmamanın bir bölünmeyi açığa çıkartmış olması, KÖH’ün emperyalist dizayna direnmesini kıramaması, Suriye politikasındaki hatalar, IŞİD’in pozisyonunun değişmesi ile bir tehlike oluşturarak NATO ve ona ait güçler tarafından doğal olarak kabul edilemez hale geldi. Bu çelişkiyi fark eden Rusya, darbenin boşa düşmesini sağladı. AKP diğer kliğe böylece teslim oldu – bekasını korumanın yolunu bu yönelişte buldu ve Kürt savaşı bu ittifakla ileri seviyeye çıkartıldı.

NATO’nun, TC’nin bölgesel güç olmasını istemediği de artık açıkça görülmektedir. 15 Temmuz sonrası ortaya çıkan AKP-MHP-Ergenekon ittifakı, Rusya’ya daha yakın ve çelişkileri değerlendirmeyi esas alan bir ittifaktır. Bu ittifakın ana ekseni, savaş gücünü ve yayılmacı politikaları artırmaktır. Bu çizgi TC’yi, olağanüstü savaş tekniği geliştiren ve sürekli savaşan bir pozisyona sürüklemiştir.

TC, gelişmiş savaş teknolojisiyle , her alanda KÖH’ü imha etmeyi hedeflemiştir. Bölge devletlerinden olan Irak’ın boşluğundan, Kürtlerin ulusal birliğinin sağlanamamasından ve KDP’nin ekonomik krizinden yararlanarak Başur’a operasyon başlatmıştır. Yine Rusya’ nın Türkiye ile batılı güçler arası çelişkilerini derinleştireceğini düşündüğü taktiksel adımları ile Esad’ın KÖH’e karşı tutumu TC’nin Kuzey Suriye’ye, Rojava’ ya işgal saldırıları düzenlemesine imkan tanıdı. Mülteci krizi Avrupa’nın önüne tehdit olarak konuldu. Daha önce de bahsettiğimiz gibi içte yalnızca savaşa kilitlenmiş kliklerarası ilişkilerle, toplumsal muhalefeti eritip, toplumu teslim alma hegemonyasından güç alarak bir süreç geliştirildi. AKP, sermayesinden, ittifak dışında kalan kesimlere kadar tam bir teslim almayla bu süreci devam ettirdi.

AKP, bugün toplumu kontrol altına alma faaliyetini savaşla devam ettirmeye çalışıyor. Milliyetçi ve şoven duyguları her an pompalayabilen ve hakim kılabilen bir atmosfer hedefleniyor. Bir önceki süreçte dışarıda yürüttüğü Bab, Afrin, Başur operasyonlarıyla kontrolünü sağlamaya çalışırken, bugün Rojava işgali ile “Kürt düşmanlığını” kışkırtarak hegemonya kurmaya çalışıyor. Savaş uçakları, insansız hava araçları ve bilimum tekniğini bu savaşta kullanarak üstün gelmeye çalışıyor. AKP, tüm çabasına rağmen, sonuç olarak; geçmişte olduğu gibi amaçlarına ulaşamayacaktır, PKK’yi geriye püskürtemeyecek, kendisini yıpranacaktır. Bu kadar derin bir savaşı ısrarla sürdürme şansının iktisadi olarak da mümkün olmadığı apaçık ortadadır. KÖH, IŞİD’e karşı yürüttüğü savaşla ve TC’ye karşı direnişiyle dünya nezdinde ciddi statü elde ederken, çöken ekonominin de yarattığı açıklanamaz bir toplumsal gerçeklik söz konusudur. İktidarın, bu haliyle devam etmesinin olanağı yoktur. İktidar hala yüzde 50’dir. Diğer yüzde 50’yi de tüm imha ve baskı çabasına rağmen yok edememektedir.

Bu koşullarda Türkiye’nin iç savaşa götürülmemesi gerektiği 50 yıllık geleceğimizi planlamaya çalışan başta AB ülkeleri olmak üzere emperyalist özneler tarafından ortaya konulmuştur. Bu saiklerle başlayan bir iç savaş doğrudan Avrupa kapılarına dayanacaktır. 3 milyon mülteciden korkan Avrupa, Türkiye’de çıkacak bir iç savaşı kaldıramaz. Türkiye’de çıkacak bir savaş Suriye savaşı gibi olmayacaktır. Ülkede yaşanan direnişlerin etkilerini ve ekonomik krizin getirdiği toplumsal çözülmeyi bu güçler de görmektedir. İstanbul seçimlerinin kaybedilmesi ve tekrar tartışılması dahi ekonomik krizin bir etkisidir. Tayyip’in son projeleri ise kendine ait sermayeyi kurtarma operasyonundan başka bir şey değildir. 20 yıl içinde ülkenin 50 yılını adeta satan iktidar, Türkiye’de inanılmaz boyutlarda bir kapitalist barbarlık dönemini de beraberinde başlatmıştır.

Ekolojik sistem ve emek sömürüsü açısından, kapitalizmin yıkıcı uygulamaları en üst seviyeye AKP sürecinde ulaşmıştır. AKP, adeta bir tüccar zihniyetiyle, iktidarı boyunca milyarlarca doları yandaş sermayedarlarına beton olarak döküp onları zengin etmiş ve ülke kaynaklarını yandaşlarına peşkeş çekmiştir. Her seçim döneminde, sanayi ve üretimin yerine yandaş sermayedarlara milyarlarca dolarlık hibeler açmıştır. AKP, Türkiye ekonomisini çökertmiştir. AKP, kelimenin tam anlamıyla ülkeyi parsel parsel satışa çıkarmıştır. Topraklar, denizler, madenler, emperyalistlere, Avrupa ve Arap zenginlerine satılmıştır. Bunun için, Erdoğan, Rojava devrimini boğma planlarını konuşurken TOKİ’yi gündeme getirmiştir. BM kürsüsünde de bunu pervasızca söylemiştir. Erdoğan, katliam ve soykırım politikasıyla TOKİ’yi beraber anmaktadır. Bugün Rojava saldırısı ile TOKİ üzerinden yeni rant alanı açmayı amaçlamaktadır.Parayı peşkeş çeken tüccar sermaye anlayışı, tekelci güçlerle tüccar sermaye arasında çatışma açığa çıkarmaktadır. Tekelci sermaye, ekonomik krizin sebeplerini görmektedir, paranın kendisine akmadığını, tüccar sermayeye aktığını bilmektedir. Bütün sektörlerde gelişen kriz sonucu tekeller bile maden sektörüne yönelmiştir. AKP, Kürdistan’daki savaşta yoğun teknik kullanımını strateji olarak belirlerken, direnişe karşı savaş bütçesini yüzde 70 artırarak sonu gelmez harcamalara yol açmaktadır. Savaşın, iktisadi anlamda kaldırılamaz ağırlığı, AKP’nin çözülüşünü hızlandırmaktadır.

Umut Gazetesi: Emperyalist dizayn sadece iktidarlarla sınırlı değil. Nasıl bir iktidar karşısında nasıl bir muhalefet kurulacağı da bu dizayna göre şekilleniyor. CHP’ye ve yürüttüğü siyasete dair neler söyleceksiniz?

Mustafa Suphi : Ülkedeki tüm güçler açısından bir değerlendirme yaparken, ABD-Avrupa hattının kaygı ve planlarını da dahil ederek, CHP’nin konumuna da bakmak gerekir. Kemal Derviş sürecinin faturasıyla yenilgi bayrağını çekip, bedel ödeyen CHP, siyasi ve ekonomik kriz içerisindeki AKP Türkiye’sini bu şekliyle devralmak istememektedir. Son 10 senedir, itfaiyecilik görevi gören, sistemin çökmesini engelleyen CHP’dir. Toplumsal denge ve iç savaş kaygıları açısından bir Suriye’nin de, İstanbul’da yaşadığını bilmektedir. Yüzde 50+1 sistemi, CHP için de tartışılmaz bir sistemdir. Bu bir istikrar ve hegemonya sistemidir. Emperyalizmin çıkarları gereği, Türkiye’nin iç savaşa sürüklenmemesi aşamasında CHP tampon görevi görmüş, sistemin meşruiyetini tartışılmaz hale getiren bir politik hat yürütmüştür. CHP içinde, parlamenter sistem tartışmaları dahi bu çerçevede ürkek ve korkakça yürütülmüştür. CHP’nin rolü, dizayna uğrayan TC sisteminin devamlılığını sağlamaktır.CHP’nin rolü, Rojava’ya saldırılıcaksa kendi tabanını buna meşruiyet yaratacak biçimde hazırlaması, Afrin işgal edilecekse AKP’den önce atlamak, Güney’e girilecekse önden çığırtkanlık yapmaktır. HDP’nin muhalif bir toplumsal odak olarak imhasında, vekillerin tutuklanmasında rol almak, 16 Nisan’da hileyi gören ve ayaklanmaya yönelen halka 17 Nisan sabahı 2019’u adres göstermektir. CHP, muhalefeti sistemin içine entegre ederek, kendisini var edebilmiştir. Buna sosyalizm “iddiasını” yineleyen bir kısım sosyalist yapıda dahil olmuş, kendi öncülüğünü tartışmak, buna uygun adımlar atmak yerine, bu entegrasyona öncülü tahvil ederek eklemlenmiştir.

24 Haziran seçim tartışmaları bu açıdan hala muğlaktır. Yaşanan gelişmeler sırasında, değişim isteyen burjuvazi dahi korkmuştur. Çünkü bu burjuvazi, Gezi’yi, 6-8 Ekim Kürt serhildanını yaşamıştır. Burjuvazinin ve CHP’nin denge kurma kaygısı bu sebeple hat safhadadır. Kentlerin yaşanılmayacak, suyun içilemeyecek hale geldiği, kapitalizmin en barbar seviyede yoksulluğu yaşattığı dönemde burjuvazinin korkması anlamsız değildir. CHP’nin tümüyle çöken bu sistemden bir devlet ve burjuvazi partisi olarak korkması da bu açıdan bakıldığında mantıksız durmamaktadır. CHP’nin Türkiye egemenleri ve emperyalistlerin isteği dışında bir adım atmayacağından şüphemiz olmasın. Biz müdahale etmediğimiz sürece CHP’nin rolü budur. Bu doğrultuda CHP, dizayn sebebiyle dönemsel ittifaklarla iktidara yürüyebilir yahut yeni bir merkez sağın oluşumuyla süreç başka bir hatta evrilebilir. Ancak işgal savaşının sonuçlarının açığa çıkacağı zaman dilimine kadar mevcut düzen partilerinin, yeni oluşacakaların rafta bekleyeceği görülmelidir. AKP-MHP koalisyonu yarattığı milliyetçi tufanla devrimciler ve KÖH hariç tüm düzen içi muhalefeti kendisine yedeklemiştir.

Öte yandan ABD emperyalist bloğu, AKP’nin tasfiyesi gerçekleştirilirken kendi ekseninde bir Kürt hattı kurma çalışmasına devam edecektir. Bu yeni bir tespit değil, 40 yıldır Barzani’de somutlaşan emperyalist plandır. Rojava’ da Türkiye’ ye ayırdığı işgal alanı bile Türk sopası ile bölgedeki KÖH hegomanyasını kırmak, tasfiye etmek, kendince teslim alınmış bir Kürt yaratmaktır. ABD, İran’ın yıkılmasıyla, kendine ait Kürt ekseninin kurulmasını olmazsa olmaz görmektedir. Kürtler, bu açıdan da ciddi güç potansiyelidir. PKK, emperyalizmin istediği planı bozan bir ideolojik, pratik hatta sahiptir. Buna direndiği, teslim olmadığı için derin ve ağır bir savaşla yüzleşmektedir. Bölgede, bütün gücüyle direnen, bedel ödeyen, emperyalizmin 50 yıllık planlarına karşı savaş yürüten bir PKK vardır. Savaşın son 5 yıldır ileri seviyelerde sürdürülmesi, AKP’nin emperyalist bloklar arasındaki çatışmalarda, PKK gerekçesiyle kendine zemin bulabilmesinin sonucudur. PKK’ siz bir Kürt hattı için, AKP savaşı yoğunlaştırarak da kendini kullanışlı hale getirmektedir.

(İkinci bölümde, Mustafa Suphi’nin, Türkiye Sosyalist Hareketi – Kürt Özgürlük Hareketi’nin durumu ve sosyalistlerin görevlerine dair değerlendirmelerini yayınlayacağız.)

Paylaşın