Devrimci Komünarlar Partisi (DKP) Türkiye devrimci hareketi içerisinde, farklı atılımlarıyla kısa zamanda adını çokça duyurdu. Ortaya çıkardığı kavramlarla, konumlanışı ve çağrılarıyla yeni bir mücadele tarzı yarattı. Onlarca kadrosuyla 2014′ ten bugüne başta Kobane olmak üzere Rojava’da IŞİD ve sömürgeciliğe karşı bir çok cephede savaştı. Türkiye işçi sınıfı mücadelesi ve ezilen halkların mücadele birliğini kurmaya çalışan DKP MYK üyesi Mustafa Suphi ile gerçekleştirdiğimiz röportajın ikinci bölümünü yayınlıyoruz.
Umut Gazetesi : Emperyalizm, bölge ve Türkiye hattında değerlendirmelerinizi dinledik, şimdi biraz Türkiye Sosyalist Hareketinin durumu ve onun Kürt Özgürlük Hareketi’ne yaklaşımını konuşmak istiyoruz. Sosyalist Hareket ne yaşıyor ?
Mustafa Suphi : Süreci tarif ederken Irak savaşından bu yana ele almamızın nedeni şudur. Bu savaş sonrası emperyalizmin büyük ortadoğu projesine tanık oldu. Bütün bölge devletleri yeniden dizayn edilmeye çalışıldı. Bu proje kaç yıllık planı kapsamaktadır, kaç savaşı başlatmıştır bir düşünelim. Emperyalizm 50 yıllık planlar yapıyor. Buna karşı mücadele iddiası olan devrimci hareketler 5 yıllık plan yapıp buna göre konumlanabiliyor mu? Bugün irili ufaklı bir çok devrimci yapıya soralım, kendisini bugün nerede görüyor? Üç yıl sonra neye hazırlanıyor? Beş yıl sonra neye aday? Emperyalizmin bölgede hangi planını bozmaya hazırlanıyor? Bir ayaklanma planı var mı? Aksi durumda analizlerin sadece lafta kaldığı acı bir biçimde görülüyor. Türkiye devrimci hareketi, bütün yapıları, gelenekleri ya da irili ufaklı hareketleri BOP’u, Irak savaşını, emperyalizmi onlarca yazıyla tahlil etti. Sorun bu analizlerin birer makale halinde kalmasıdır. Tespitler üzerine kendini konumlandırmamak, sadece tarihin akışını tarif etmekten ibaret kalır. İktidar perspektifini yitirirseniz, bunlar sadece birer makaleye dönüşür. Bunları yakın süreçte Türkiye’de ve bölgede emperyalizmin ciddi bir mevzi ve konum elde ettiğini anlatmak ve buna cevapta yetersiz kaldığımızı ortaya koymak için vurguluyoruz.
Türkiye devrimci hareketinin bütün yapıları, birlik, cephe, anti-emperyalist vurgu gibi, değerli tartışmaları bugün güncel olarak yürütüyor. Diğer taraftan Kürt Özgürlük Hareketi, anti-faşizm ve demokratikleşme tartışması sürdürüyor.
Somut durumda ise; emperyalistler arası ilişki ve çelişkilerde, planları tümden bozacak pratikler ortaya koyulamıyor. TC’ye karşı savaş yürütürken en nihayetinde bu çizgileri aşamama sorununu taşıyoruz.
Kürt Özgürlük Hareketi, doğal olarak emperyalistleri ve bölge güçlerini büyük çapta geriletemediği koşulda, emperyalistlerin kuşatması altında kalıyor. Emperyalistlerin tasfiyesini boşa düşürmesi, olağanüstü kitleselleşmesi, TC ile mücadeleyi büyük çapta yürütmesi ve hem ülkede, hem bölgede devrimci bir hat oluşturduğu şüphesiz bir gerçek. Bu mücadelenin, önemli bir ayağı olan Türkiye’de sınıf mücadelesinin yükselmediği ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin başta sınıf mücadelesi ve diğer mücadele dinamikleriyle ortaklaşmadığı sürece bölge devletlerini ve emperyalistleri sarsan bir dinamizmin açığa çıkmayacağı da bir gerçek. Bu durum, sonuçta, Kürt Özgürlük Hareketi içerisinde kendini yeniden ulusal çizgilere dönme eğilimleri göstermekle yüzyüze bırakır.
Emperyalizmin nihai hedefi, Kürt Özgürlük Hareketi’nin topyekün imhası ve ideolojik olarak bütünüyle yok olmasıdır. 40 yıldır mücadele veren bu hareketin varlığı, emperyalizm için ölümcül bir meseledir. Bu yüzden emperyalizm ana eksendeki planını PKK’nin tasfiyesi üzerine kurmaktadır. Dolayısıyla Suriye ve Rojava hattında Kürt Özgürlük Hareketini değerlendirirken, Kürt Özgürlük Hareketi’nin emperyalizmle iç içe geçtiğini tartışmak ve bu kavramları ortaya koymak, topyekün sapma ve yanlışlıktır.
Bizler, Türkiye sosyalist hareketi olarak, son 20 seneyi değerlendirirken sınıf mücadelesiyle gelişen bir stratejik ittifakı Kürt Özgürlük Hareketi ile gerçekleştirip gerçekleştiremediğimizi tartışmalıyız. Başta Kürt Özgürlük Hareketi’nin kuşatılmışlıkla yüzyüzeliği, bizi haklı çıkarmaz, apaçık yenilgiye götürür. Söz konusu çok büyük bir özgürlük hareketinin boğulma tehlikesi ile karşı karşıya bırakılmasıdır. Bu tehlikeden, Türkiye sosyalist hareketi hanesine olumlu bir yansıma çıkmayacaktır.
Umut Gazetesi: Siz partinizi bütün bu anlattıklarınızın neresinde değerlendiriyorsunuz?
Mustafa Suphi : Bizim yoğun bir savaş döneminin içinde var olduğumuzu belirtelim. Ağır bedeller ödediğimiz, değerler yarattığımız bir süreçtir bu. Bütün bu savaş gerçekliği içerisinde hatalarımız, yetmezliklerimiz oldu, bunları yoğun tartıştık. Geleceğe dönük konumlanma ve tercihlerimizin doğru yerde olduğunu gördüğümüz için kendimizden şüphe duymuyoruz. Ulaş Bayraktaroğlu’nun yoldaşları olarak çizgimiz konusunda kendimizden hiç şüphemiz yok.
Kuruluş öncesi kadrolar olarak belirli veriler almasaydık ve dönemin devrimci görevlerinin hangi parametrelerden geçeceğini görmeseydik kopuş yapamazdık, bugün DKP gerçekliğini yaratamazdık. Bunu aslında bir çok yapı görüyor, ülkenin, bölgenin nereye gittiğini görüyor. Faşizme karşı ne yapılması gerektiğini de biliyor ancak yapmama tercihini kullanıyor ya da cüret edemiyor. Biz kendi durduğu yeri koruma anlayışında gelişen bir muhalefet tarzını reddettik. 90 sonrası çizilen devrimcilik çemberinde oynamayı reddettik. Bu nedenle DKP bir kopuş, bir cüret hareketidir. Türkiye’de bugün geleneksel olarak kendini tarif eden ve geçmiş parametrelerle varolmuş bir geleneğin sürdürücüsü olarak değil, tüm gelenekleri tarihsel mirası gören ancak bugünün devrimci görevlerine göre hattını çizmiş bir partidir.
Bugünkü tespitimiz; bölgesel savaşlarının süreğenliğinde TC’nin aktif rol alacağıdır. AKP’nin, kendi klikleri arasında çatışmaların hat safhaya varacağı tespitini önceden yapmıştık. İktidar açısından ağır süreçlerin de yaşandığına beraber şahit olduk. Irak Savaşı, Ergenekon Operasyonları, Suriye Savaşı ve 15 Temmuz süreçleri egemenler açısından oldukça ağır geçti.
Bizler, akademisyen değiliz, makale yazmıyoruz. Bizler, 11.Tez’in bilinciyle kaleme ve başka araçlara sarılan devrimcileriz. Biz, son 7 yıldır, Türkiye’nin, Arap Baharı’yla başlayan, Suriye ile aktif hale gelen ardından Başur’a ve Rojava’ya yayılan işgalci politikalarını açıkça gördüğümüz için “aktif rol alma” tartışması yapıyor ve konumlanıyoruz. Biz, yaşanan çatışmaların, derinleşmelerin ve iktidar kavgalarının sonunda, belirleyenin bugün aktif rol almaya cüret edenlerin arasında şekilleneceğini söyleyebiliyoruz. Bu derinlikte tahlil yaparken, bir makale düzeyinde kalıyorsak , biz de dahil, her yapının 11. Tezi önüne koyması ve tartışması gerekir.
Bu tahlillerde ortaklaşan, hazırlığını ve eylemini buna göre kuran, birleşik devrimci mücadele çizgisinde yer alan, Kürt Özgürlük Hareketi ile büyük değerler yaratan, Türkiye’de, Kürdistan’da bedel ödeyen ve sürecin içinde olan devrimciler için böyle bir tartışma yürütmüyoruz.
Yani görüldüğü üzere özgür alanlarda konumlanışımız, yalnızca enternasyonal dayanışmanın bir görevi değildir. Bir devrimcilik okumasıdır. Kobane bizim için çok ciddi bir eşikti. Türkiye devrimci hareketi emperyalizm üzerine derinlikli tahliller yapabilen, 68’den beri yüksek birikimler yaratabilen bir geleneğe sahiptir. Ancak Kobane sürecini yalnızca Kobane olarak gördü ve yaşananları Amerika’yla silah alıp-verme konusuna indirgeyen tartışmalara gömüldü. Oysa Kobane eşiği,yasal ve yasalcılık tartışmasının aşılacağı, bu anlamda tüm devrimci öznelerin geçmesi gereken bir eşikti. Türkiye sosyalist hareketinin büyük kısmı bu süreci; bölge savaşının bir parçası, emperyalist bloklar arasındaki çatışmanın ürünü, TC’yi 15 Temmuz’a götürecek girişimlerden biri, Avrasyacılarla AKP ittifakının oluşması için bir adım ve 11 kentin adeta yakılıp, dümdüz edileceği, halkların katledilmesine yol açacak bir süreç olarak görmedi. Benzer durum 11 Haziran’da da yaşandı. Mesele sadece bir barikatı korumak değil, Türkiye devrimci hareketine giydirilmeye çalışılan yasalcılık ve muhalefet solculuğunun yırtılmasıydı.
Kürdistan kentleri bir bir yok edilirken “öz-savunma doğru muydu, değil miydi?”, “barikatlar yapılmalı mıydı, yapılmamalı mıydı?” gibi çok geri tartışmalar yürütüldü. Gezi’nin, 6-8 Ekim’in yaşanmışlığı hiçe sayıldı. Savaşın nereye varacağı konusunda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, “kaçınılmaz, çok ciddi bir savaşın geldiğini” söyledi. Türkiye sosyalist hareketi saflarında ise süreçler, emperyalizmin planları görülerek tartışılmadı. Türkiye sosyalist hareketi saflarında yapılan tartışmalarda,Türkiye ve Bakur’da yaşanan onca savaşın, egemenler arası çatışmanın, rejim değişikliğinin emperyalizmle bağı görülmedi.
Emperyalizmin Kürt Özgürlük Hareketi üzerindeki , “ya yok etme ya da dizayn etme” dayatmaları idrak edilmedi. Bakur kentlerinin yakılması, yüzlerce insanın katledilmesi, bodrumlarda yakılması, batıda da işkence olgusunu olağanlaştırdı. İnsanların 6 ay boyunca işkence görüp ardından yok olması normalleşti. Hukuksuzluk hat safhaya çıktı. Ankara’nın göbeğinde bulunan, MİT mahzenlerinde insanlar aylarca süren işkencelere maruz bırakıldı. Baskı ve zulüm üzerinden, ideolojik olarak tümüyle hegemonya kuruldu. Korku, topluma Ankara, Suruç, Antep patlamalarıyla hakim kılındı.
15 Temmuz süreci sonucunda da devreye giren yeniden dizayn, savaş ittifakını ortaya çıkardı. Bu süreci, hem toplum hem de sosyalist hareket yaşadı. Kürt Özgürlük Hareketi, bu tartışmayı kendi öznelinde eksiğiyle, fazlasıyla yapabiliyor. Ancak Türkiye sosyalist hareketi içindeki büyük bir kesim, emperyalizmin dizaynı gereği, sosyalist hareketin ve özgürlük hareketinin bütünüyle imhasını hedeflediğini görmüyor, buna göre konum almıyor. Aynı şekilde Gezi Ayaklanması’nı da ele alabiliriz. Gezi bir devrimci ayaklanma süreciydi ve yenildi. Tarihsel olarak yine bir kesim öncülük edemedi ya da süreci kıramadı. Yalnızca İstanbul’da gelişen durumun etkisiyle değil bölge çapındaki savaş boyutunun gerekleriyle de devrimci hareketin buna karşı sessiz kaldığını görüyoruz.
Siz tespitler yapıp, ABD’nin İran’a ve bölgeye yerleşeceğini söyleyerek yerinizde durursanız, sınıf mücadelesini ve Türkiye metropollerindeki mücadeleyi yükseltemezseniz, Kürt Özgürlük Hareketi ve bölgenin diğer ezilen halklarıyla gerekli temas ve enternasyonalist bir dayanışma ortaya koymazsanız, emperyalizm elbette bölgeye yerleşir. Sonra yine bunu da oturduğunuz yerden, işin kolayına kaçarak Kürt Özgürlük Hareketi’nin eksiklikleri ile çok rahat açıklayabilirsiniz.
Umut Gazetesi : Kopuş sürecinden bahsettiniz. Kopuş aynı zamanda ideolojik olarak da bir süreç ifade ediyor. Siz bu süreci tamamladığınızı düşünüyor musunuz?
Mustafa Suphi : DKP olarak biz bu süreci yani genel olarak bugün mevcut sol statükodan kopmayı Türkiye devriminin önünü açacak ilk adım olarak, kendini tekrar eden ve tüketen anlayıştan ayrışmayı temel adım olarak gördük. Rojava süreci öncesi bu hattan kopuş yaptık. Örgütsel ve pratik kopuşu gerçekleştirdik ancak ideolojik anlamda kopuşta oldukça zayıf kaldık. Bölge savaşları ve emperyalist savaşlarla baş edebilecek bir örgüt, bir savaş örgütünün inşasını güçlü olarak hayata geçiremedik. Bu doğrultuda bir ittifak politikasını ya da devrimci hareketin birleşimini gerçekleştiremedik. Kendi iç tartışmalarımızı da buradan yapıyoruz. Siyasal mücadele açısından, Türkiye’nin bir sıkışmışlık içinde olduğu açıktır. Siyasal mücadeleyi yasalcılığa hapseden bir bakış açısı sıkışmışlığı aşamamaktadır. Ağır bedelleri ödememize rağmen 80 sonrası yaratılan tasfiyeciliği kıramıyoruz.
Kitle eylemlerinde bombaların patlatıldığı, yüzlerce insanın öldürüldüğü, herkesin işkenceye alındığı, 80′ lerin görüntülerinin tekrarlanmasına rağmen; mücadele ve savaş örgütü noktasında siyasal mücadele hattının yasalcı ve sağcı hattını kıramıyoruz. Süreç içinde değerler yarattığımız gibi kendimize özeleştirel de bakıyoruz. Biz, Rojava topraklarında Kürt Özgürlük Hareketi ile stratejik ittifak perspektifiyle yer aldık. Burada yaratacağımız değer ve deneyimlerle, Türkiye’de bir hattı kırabileceğimizi bilerek burada bulunduk. En büyük eksiğimiz, burada yarattığımız değer ve deneyimleri Türkiye’ye yoğunluklu taşıyamamaktır. Birliği oralarda kuramamak, mücadele çizgisini yükseltememek eksikliklerimiz arasındadır. 3 yıl içerisinde buradaki bölge savaşının, sürdürdüğümüz mücadelenin tüm olanaklarını kuşatacağını öngörerek B, C, D yedek planları devreye koyamadık.
Bu açıdan, Türkiye metropollerinde sınıf mücadelesini yükseltemediğimiz ve sürecin belirleyeni haline gelemediğimiz koşullarda, hem biz hem Kürt Özgürlük Hareketi başta olmak üzere bölge halklarının mücadelesi kaybedecektir. PKK’nin kuşatmayı kırmak için yürüttüğü güçlü direnişinin yanında bizler de Türkiye metropollerinde mücadeleyi yükseltemezsek, sınıf mücadelesini yükseltemezsek, yok olma ihtimali ile karşı karşıya kalırız. Bu yüzden yasalcılık kavramı bütünüyle yok edilmelidir. Bugün yasal alanı bütünüyle istismar etmenin önünde herhangi bir itirazımız yoktur. Emperyalizm ve bölge devletlerinin Suriye’de başlattığı savaşın yıkımı, tüm ezilen halkları kuşatacağı ve barbar şekiller alacağı belliyken 7 Haziran seçim sarhoşluğuna kapılıp, yasalcılığa hapsolunduğunda neler yaşandığını hep birlikte gördük. Bu sürecin özeleştirisini bile yapamadan hapislere doldurulan HDP’lilere şahit olduk. Geçmişte yaşadığımız Orhan Doğan’lar süreci gibi Demirtaş ve Yüksekdağ dahil onlarca vekilin bir anda hapishaneye girdiğini gördük. 20 yıllık mücadele geçmişi ve ciddi deneyimleri olmasına rağmen, süreci öngöremediğini açıklayan HDP kadroları bu süreçte yanlış yaptı. Konumlanmada esası yasalcı ve sistemden bekleyiş üzerinden şekillendirdiği için, HDP bu süreci yaşadı. Kürt Özgürlük Hareketi ve HDP’de yer alan sosyalist hareketler, siyasi mücadeleye dair tartışmayı bu esasla yapmalı.
Kürt Özgürlük Hareketi, Türkiye’deki sınıf mücadelesi yükselmediği, Bakur’daki mücadele Türkiye metropolleriyle birleşmediği takdirde emperyalistler tarafından imha edilmek istenecektir. Kendisi de bir soykırımla yüzyüze olduğunu ifade etmektedir. Soykırıma uğratılmak istenen Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncüleridir, PKK’dir. Emperyalizmin derdi Barzani’yi yok etmek değildir. Kürt Özgürlük Hareketi’nin -bildiğinden şüphe duymadığımız- ortaya koyması gereken Türkiye metropollerindeki mücadelenin yükselmek zorunda olmasıdır. Bu yüzden Kürt Özgürlük Hareketi, Türkiye sosyalist hareketinden umudunu kesmemelidir. Bu hepimiz için geleceği kaybetmemize yol açar. Bu eleştiriler ortaya konulmalı ve buradan tartışılmalıdır.
Umut Gazetesi: Siz aynı zamanda HBDH’ın kuruluşunda da yer aldınız. HBDH ya da Türkiye devrimci güçleri batıda yeterince misyonunu oynuyor mu?
Mustafa Suphi : HBDH geçtiğimiz yıllarda önemli tarihsel görevlerle kuruldu. HBDH perspektif ve sahip olduğu potansiyel açısında oldukça güçlü bir bileşimdir. Ancak bu potansiyeli açığa çıkarmış mıdır tartışmak gerekir. HBDH hangi siyasal süreci karşılayabilmiştir? Bu konudaki eksikleri nelerdir? Bunları tartışıyoruz. Sadece askeri bir aparat ve eylem çizgisiyle Türkiye’deki siyasal mücadele yükseltilerek, kentlere öncülük edilebilinir mi?
Türkiye’de, 31 Mart ve İstanbul seçimleri ardından iktidarın sallanmasıyla, az önce bahssetiğimiz iktidar kliği içerisindeki çözülme somutlaştı. Bu sürecin, hangi odak ve değerler üzerine oturtulduğu önemlidir. Bunu devrimci zemine oturtamazsak, süreç egemenlerin denge kurmasıyla sonuçlanacaktır. Nihayetinde bugün Rojava saldırısı ile iktidar yeniden hegomanyasını tahsis etme olanaklarına erişmiştir. Bunu dışımızdaki demokrasi güçlerinin ya da düzen içi muhalefetin eksikliğiyle anlatamayız. Bunu anlatırsak sınıf mücadelesini yükselteceğimiz yerde yeniden yasalcılığa düşeriz. Bugün yaşadığımız sorunların nedeni; Gezi süreci, 17-25 Aralık süreci, 2012’de tümüyle açığa çıkan iktidar klikleri arasındaki kavga sürecinde yaptığımız eksik pratiklerdir. Bunlar HDP ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin eksik davrandığı süreçlerdir. HDP, 2014 yerel seçimleriyle Kürdistan’da ciddi başarılar elde ederken, Türkiye’de AKP iktidarının tümüyle hegemonya kurduğu bir süreç oldu. Önümüzdeki sürece bunların eleştirileri ve özeleştirileriyle bakmamız gerekiyor.
Aynı zamanda, son seçim sürecinde kurulan ittifakın, sokakta başarılı olabilmesi için sol ve sosyalist unsurların, kendilerini güçlendirmesi gerekiyor. Kürt Özgürlük Hareketi’nin ve Türkiye sosyalist hareketinin başka bir seçeneği yoktur. PKK’nin imhasına yönelik uzun vadeli planlar ekseninde kayyumlar atandı. Bir sonraki seçimde Mardin’in, Amed’in düşmesi bekleniyor. Egemenler arası dengeyi bozmak için mücadele hattını anlattığımız şekilde kurmak, bu sebeple önemlidir. Bir kesimin kendini sadece yasalcılıkla var etmesi sonucu, seçimler sonrası devrimci hareket düşüşe geçti. Tayyip boşluğa müsaade etmediğinde bahsettiğimiz ‘yasalcılıkla var olan kesim’ kendini sokakta var edemedi. Cüret ve öncülük derdi olmayan, saldırı hattını kıramaz. Kurduğunuz seçim ittifakları bu açıdan yetersizdir. Bu Kürt Özgürlük Hareketi’nin bir taktiği olabilir ancak Türkiye sosyalist hareketi, bu alanlarda, büyüyemediği zaman mücadeleyi geliştiremez. Kürt Özgürlük Hareketi bunu ayrı tartışır. Biz, kendimize ait olanı tartışmalıyız. “Demokrasi mücadelesi en geniş ittifakları gerektirir” kavramı yetersiz amorf bir tariftir. Ters taraftan sadece HDP’yi eleştirerek, herhangi bir faaliyet içinde olmayan, bir ileri adımı zorlamayan da bu tartışmanın üzerine bir şey koyamaz. HBDH’ı da bu çerçevede tartışmak gerekir. Bu başka bir tartışmanın konusu olduğu için detaylandırmayacağım.
Umut Gazetesi: Solda cephe, seçim ittifakları, demokrasi bloğu vb birçok başlıkta tartışmalar yürütüldü. Birçok sosyalist yapı Kürt hareketi ile ayrı durmayı, bağımsız devrimci hat olarak tarif ediyor. Bu konuda sizin yaklaşımınız nedir ?
Mustafa Suphi : Sosyalistlerin birliği yaklaşımında, “Nasıl bir birlik ve neyi yıkacağız?” sorusuna verilecek yanıtlar hangi adımı atacağımızı belirleyen cevaplardır. Sosyalistlerin bir kısmının Kürt Özgürlük Hareketi’e dair yaklaşımı ise, özellikle ‘99’dan beri bütün emperyalist kuşatmaya karşı yürüttüğü mücadeleyi tartmak mı yoksa stratejik ittifak olarak değerli bir eleştiri yapıp birlikte ciddi bir süreç geliştirmek midir? Kürt Özgürlük Hareketi’e anti-emperyalizm konusunda hiza vermeye mi çalışacağız? Anti-emperyalist mücadeleyi Kürt Özgürlük Hareketi’nin önüne bir terazi olarak koyarsanız tarih sizi affetmez. Ulusalcılık kavramı çok tehlikelidir ve böyle bir terazi apaçık bu anlama gelir. Ezen bir ulusun, ulusalcısı haline gelmek budur.
Bölgesel savaşların doğrudan içinde yer alan ve NATO’nun ”memuru” pozisyonundan çıkarak kendi içindeki çatışmaları yaşayan iktidarla karşı karşıyayız. Bu iktidara karşı taraf olan bizler, sıcak Kürt savaşının da içinde olduğumuz bilinciyle, birlik ve mücadele çizgisini buradan tartışmalıyız. Yüzlerce insanın can verdiği, neredeyse hapishanelere girmeyenin kalmadığı bu süreçte, tartışılması gerekenler bellidir. Devrimciliğin, Türkiye’de bir ağırlığı olmalıdır. 24 saat komplike devrimcilik yaptığını iddia eden onlarca yapı ve siyaset var, ancak tamamen sisteme entegre yaşıyorlar. İşçi sınıfı canlı yayınlarda adeta satılırken, sosyal medya dışında hareket yaratılamıyor.
Bu öfkeyle, cüret gösterecek devrimciler nerede? ‘68’in, ‘71’in, Mahir, Deniz ve İbo’nun ihtilalci ruhunu yaşatabiliyor muyuz? Bu ruhu yaşatacak olanlar muhakkak var. Bu açıdan ihltilalciliği ve ihtilalci ruhun temel meselelerden olduğunu vurgulamak gerekiyor. Süreci okuyacak, müdahele edecek, sonuç alacak topyekün bir mücadele hattı kurmaya çalışıyoruz.
Kürt Özgürlük Hareketi, seçimlerde Türkiye metropollerini Türkiye sosyalist hareketine herhangi bir çizgi dayatmadan verdi. En geniş perspektifle 1 milyon insanı yönlendirdi. Peki, Türkiye sosyalist hareketi hangi birlik, hangi sınıf mücadelesi tartışmasını önüne koydu? Dolayısıyla önüne engel olan, mücadelede yasalcılığı kıramayan, HDP içerisindeki statükoculukla mücadele edemeyen Türkiye sosyalist hareketi’nin bu çizgisidir. Bu saldırı hattını kırmamızın önüne engel olan öncelikle bunu yapanlardır. Birlik için çizgimiz bu yüzden, geniş fiili-meşru mücadele hattıdır. Birlik dediğimiz, mücadelenin birliğidir. Bunu kuracağız. Geçtiğimiz günlerde HDP’nin işsizliğe ve ekonomik krize karşı kampanya kararını gördük. Şimdi 3 gün önce TÜSİAD’ı ziyaret ediyorsan, ekonomiden sorumlu başkan yardımcın “savaş sürdüğü sürece yabancı yatırımlar Türkiye’ye gelmez” diye açıklama yapıyorsa, o kampanyanın yürütülemeyeceğini de görmen gerekiyor. Sosyalistler burayı terk etmemekle birlikte bu dengeyi devrimci doğrultuda kurmak zorundadır. Bunu aşmadığımız sürece son on senenin tekrarı yaşanacaktır.
Faşizm tartışmasını da buradan görüyoruz. Anti-faşist mücadele, silahlı mücadelenin de içinde olduğu topyekün bir mücadeledir. 4 sene sonra Amed, Mardin seçilemez hale getirildiğinde o zaman mücadelenin ne olacağını görmeyi bekleyemezsiniz. Emperyalizme vurgu yapıyorsak, bundan dolayı diyoruz. Anti-faşist mücadelenin gerekliliği ciddidir, devrimci hareket içerisinde kümelenmiş, yasallaşan, memurlaşan, statükoculaşan zihniyet tümüyle çökertilmelidir. Topyekün bir üretim ve komplike devrimci yaşama geçilmelidir. Devrimci hareket birlik tartışmasında, yaşadığımız son 7 yılın emperyalizm, Kürt Özgürlük Hareketi – ittifaklar ve mücadele çizgisi konularını tartışmalıdır. Fiili-meşru mücadeleyi ayakta tutabilen ve devamlılığını sağlayabilen, yasalarla sınırlandırmayan, zorun kullanımını her düzeyde emekçilerin, sınıfın mücadelesi içerisinde mevzi kazanabilecek şekilde yürütebilen bir hale gelmeliyiz.
Gezi’nin içinde aktif rol alıp 11 Haziran’ı yaratanlara mevcut araçlar yetmediği için DKP ortaya çıktı. Yasalcılık tartışması noktasında parti isimlerinin önemi yoktur, mücadele çizgisinin önemi vardır. Yasaların hapsedemeyeceği mücadele tarzı kazanır. Öncülük yalnızca pratik değil, ideolojik analizler ve öngörüyü de kapsar. Anı yaşayıp, tribünde maç seyreden taraftarlar değiliz. Bizler bu mücadelenin öncüleri olmalıyız.
Seçimde yenilmiş, ekonomiyi sürdüremeyen, işgalci bir AKP’ye karşı mücadele ancak bu analizlerle yürütülebilir. Buradan fiili-meşru mücadele zemini ortaya çıkacaktır. Birlik tartışmaları da ancak fiili-mücadele hattı üzerinden gelişebilir. Kürt Özgürlük Hareketi ile kaba anti-emperyalist nutuklarla değil, ancak ezen ulusun sosyalistleri olarak stratejik ittifak geliştirilebiliriz. Faşizm tartışması da, kahve sohbetlerinde, karşıdakinin sağcılığını teraziye koymak için yürütülmez.
DKP ve yüreği DKP ile atanların tek terazisi Ulaş Bayraktaroğlu’nun çizgisidir. Bu çizgi de, en kapsamlı mücadele hattını kurmayı önüne hedef koyar. Gezi’de onlarca örgüt ve direnişçiyle barikatlar kuran, en esnek hattan, 11 Haziran’da kendini gösteren en militan hatta kadar kapsamlı bir çizgiye sahibiz. Bu çizgi, ölümsüzleştiğinde binlerce insanın andığı önderlerinin çizgisidir.
Faşizme dair tartışmamız da bu eksenlidir. Dimitrov anlatmakla değil, karşı karşıya olduğumuz gerçeği çözümlemekle sürecin önüne geçilebilir.
Umut Gazetesi : Son olarak ne eklersiniz ?
Mustafa Suphi : Son olarak başta ölümsüzlerimizin ailelerine, zindanda devrimci iradeyi kuşanan tutsaklarımıza ve mücadelenin her cephesinde mevzilenen savaşçı yapımıza ve işçi sınıfına zafer sözümüzü yineliyorum. Başarılar diliyorum.
İlk bölümü okumak için tıklayınız http://umutgazetesi15.org/arsivler/21406