Seçtiklerimiz

Serdar Kaya yazdı: Kürt reel politikerliğinin sınırlarında Rojava Devrimini yeniden yükseltmenin imkânları

Kürt özgürlükçülüğünün Rojava’daki “devrim” zorlaması, Arap Baharı’nın hemen ertesinde, “gidebileceğimiz yere kadar gitmek” kurmaylığıyla başladı. Bu reel politik arayışın hassasiyeti 18 Temmuz’da görülmeyen devrimi 19 Temmuz’da tarihsel kayıt altına almayı başaracak kadar yüksek ve başarılı idi. Yıl 2012’ydi.

2012, Kürt özgürlükçülüğünün “çözüm” için Ankara siyasetine tabi olduğu yıldı. Ankara’da AKP-RTE Amerika desteğiyle yol alıyordu. Ruslar ise hem hala bir dünya gücü değildiler, hem de bölgede Amiral Kuznetsov’un bir iki gel gitinden fazla varlıkları yoktu. Ayrıca Mahabat’tan dolayı onlara çok güvenilmezdi. Amerika ise hem büyük güçtü, hem Irak örneği göz önündeyken Rojhilat için stratejik destek ögesiydi.. Tamam, ne olduğu malumdu ama asıl olan sahadaki güç idi, sorun olmazdı.

Tümüyle hiç ittifaksız, tamamen kendi öz gücüyle, çok yüksek çaba, irade, kararlılık ve bedel ölçüleriyle bölgede üstün başarı ve etkinlikte konumlanmayı sağlayan Kürt devriminin reel politik çerçevesi böyle çatıldı.

2017’nin sonlarına doğru DeyrZor’a yönelen SDG güçlerinin komutanı Şahin heval, Amberin Zaman’a verdiği röportajında kurmay zekâsını gene aynı cümleyle ifade ediyordu; “gidilebilecek yere kadar gitmek..”  Ama artık uzun röportajın ağırlıklı bir eksenini çok sayıda üsleri ve savaşçı ödemelerine kadar işin içine ortak edilmiş Amerikan varlığı oluşturuyordu.

Kuraldır; reel politik, imkânları itibariyle içinde var olduğu politik realitenin sınırlarına mahkûmdur. Ve özellikle 2015’ten itibaren Rusya’nın ve İran’ın bölgeye yönelmesiyle bölgede reel politikerliğin alanı oldukça daralmıştı. Artık şeylerin uçuşu tümüyle bölgesel politikanın temel çelişkilerine ve ana belirleyenlerine göredir.

Sömürgeci İşgalin Anglosiyonist Karakteri

Bölgede gündem hala en yalın haliyle çok bildik BOP manzumesidir.

Ancak başlangıca kıyasla gelişmelerin yönünde artık çok ciddi bir değişiklik vardır: Rusya tarafından Akdeniz hattının tutulması ve İran ve Hizbullah’la birlikte DAİŞ’in tasfiyesi artık zemini, Nasrallah’ın tanımlamasıyla anglosiyonist (ABD/NATO/Israil) politik ağırlığın tasfiyesine sürüklemektedir. Amerikan neocon’luğu bu tasfiyenin önüne geçebilmek için şimdilerde can havliyle bölgede bir yerlere, bir şeylere sürekli tırnak takma telaşındadır.

Şu geride bıraktığımız birkaç ayda her biri birkaç günden fazla uzayamayacak kadar temelsiz savaş kışkırtıcılığı toplamına bir bakın: Lübnan başbakanını esir alıp istifaya zorlamalar, Küdüs’ü İsrail’e yazmaya çalışmalar, Güney Kürdistan’da halkın bağımsızlık iradesini savaş kışkırtıcılığıyla harcamalar, İran’la nükleer anlaşmayı iptal girişimleri, gene İran’da banker mağduru küçük burjuva hoşnutsuzluğunu renkli devrime çevirme çaresizliği..

Ve şimdi en son olarak RTE patentli sömürgeci gericiliğin Afrin’i işgal operasyonu..

Trump öncesi diğer denemeler bir yana, yoldaşlar Reyhanlı patlamasını hatırlamalıdır. Amerika’da yapılan bir think tank buluşması yüksek şiddette bir patlamanın Türk ordusunun Suriye’ye doğrudan müdahalesine yol açacağı sonucuna varmasının ardından gelen ve araç patlamaları üzerine İsrail tarafından doğrudan eğitilen Nusra tarzı bir eylemdi, Reyhanlı patlaması.. Ve deşifre Dışişleri toplantısı.. Türkiye’yi Suriye’ye sokacak gerekçe için provokasyon hazırlıkları.. Bütün bunların yanı sıra, örneğin Doğu Guta’da kimyasal kullanımı.. Bütün bunlar hep Amerikan ordusunun doğrudan bir savaş gücü olarak bölgeye girmesi için siyonist provokasyonlar olarak belirlendi.

Bu girişimler Obama yönetiminin tercihi itibariyle ilerleyemedi. Şimdi Trump’la birlikte neocon’ların iktidara gelişleri aynı tezgâhları yukarıda sıraladığımız haliyle yeniden devreye soktu.

Sömürgeci işgale karşı leyhte aleyhte konuşmayan kalmadı.. Bakar mısınız şu Siyonist sessizliğe!. Haertz’denDebkafile’a “tarafsız” gözlemci anlatıları.. ama arada Amerika’nın bölgeye daha fazla güç bindirmesinin gerekeceğine dair umut girdileri..

Anglosiyonist bölge politikasının temel ekseni İran karşıtlığıdır.

Sünni Türk ordusunun sahadaki varlığı bu karşıtlığa destek konumlanmadır.

Ve emperyalizm açısından Irak-Suriye ekseninde birincil sorun sünni bölgenin oluşturulmasıdır.

Bu birinci olarak Katar doğalgazının Akdeniz’e çıkış koridoru için önemliydi. Rusya’nın blokajı ile şimdilik gündemin örtük konusu haline ertelendi. İkinci olarak da, kısaca Şii hilalinin kırılması için gerekliydi.

Anglosiyonizmin bu zemindeki en belalı hamlesi, bilindiği gibi DAİŞ momentumuydu. Ama bu gericiliğin yarattığı sorunlar getireceği hayırdan fazla olunca onun tasfiyesi üzerinden “sünniistan”ın örgütlenmesine bakıldı. Amerika açısından en iyi çözüm YPG-TSK ittifakıyla sünni aşiretleri yeniden düzene sokmaktı. Menbiç’te yürüyüşü kesip Cerablus, El Bab alanının Türklere verilmesini YPG’ye kabul ettirip, Kürt gücünü Rakka’ya yönlendirmeyi başardı ama RTE sömürgeciliği Kürtlerle ittifak yolunu kapattı. Amerika 15 Temmuz’la çözüm aradı. Bu kez, bölgede Amerikancı bir sünni kamanın tehlikesini gören Rusya tarafından bu operasyon bozuldu. Ardından Pentagon, bölgede aradığı ideal ittifakın YPG olduğunu ilan etti. Bölgede Amerikan varlığını güvencelemeyi ısrarlı bir politik çizgi olarak savunan Rojava Kürtlerini ordulaştırmaya yöneldi.

TC sömürgeciliğinin buna tavırsız kalması düşünülemezdi. Bir ara sınıf iktidarının nihayetinde kaçınılmazca büyük bir savaşa mahkûm olduğunu Sedan’dan beri biliyoruz. AKP/RTE’nin Suriye’den Cizre’ye, HÖH’tenÖSO’ya bunu aradığını da..

Hem sömürgeci statüsünü tahkim ederek kendi pazar ve sınıf egemenliğini güvencelemek ve hem de emperyalizmin bölge politikasında hala geçerli enstrüman olarak kendini dayatabilmek için Kürtler üzerinde egemenlik tesis etmek AKP/RTE iktidarının biricik varoluş programıydı. Bu programın hediyesi, aynı zamanda ülke muhalefetini de baskı altına almak oluyordu.

Amerika Saddam’a Kuveyt’i gösterir gibi Afrin’i gösterdi; orası bizi ilgilendirmez, dedi. TC-Rusya ilişkisini bozmak, Soçi’yi işlevsiz kılmak, Türkler ilerleyebilirse Kuzey Ordusu-sünni bölgesi projesini, ilerleyemezse yeniden bir darbe mekaniğini harekete geçirmek gibi çeşitlemelere açık bir yönlendirmeydi, bu. Ancak Ohal’lerle ayakta durabilen bir ara sınıf iktidarının, bir de Soçi’de hiç istemediği halde zorunlu olarak Kürtlerle masaya oturmanın arifesindeyken bu tarz fırsatları kaçırması düşünülemezdi. Görüşmelerde Ruslara ille de Afrin dayatması yaptıkları artık biliniyor. Günler öncesinden bağıra çağıra işgal savaşını ilan ettiler, işleme soktular.

Önce Rusya’nın tecridi için bir sessizlik dönemi.. ama ardından Amerika’dan, Nato’ya, İngiltere’den, Katar’a kadar anglosiyonist cephe sükun etti.

Ve bir kez daha, lütfen bakar mısınız şu İsrail’in sessizliğine..

İsrail bölgede savaşsız var olamaz ve bu savaştaki başarısı ancak Amerika gibi güçlü bir savaş makinasının bölgeye yerleşmesiyle bağlantılıdır. Bölge halkları ve dünya kamuoyu gözündeki kirli kimliği nedeniyle bunu dolayımlarla zorlar. Güney Kürdistan referandumunun bir savaş zemini yaratacak tarzda zorlanması, Barzani güçleri çekilirken bile İsrail’in bölgeye doğrudan müdahale teklifleri bölgedeki Siyonist politikanın ana doğrultusunu göstermektedir.

Bölge Politikası vs Reel Politika

Bütün bunlara rağmen PYD-YPG, belki de reel politik alanın hala yeterince geniş olduğunu düşünüyor olmalıydılar ki bir taraftan Amerika tarafından ordulaşmayı ve Amerikan askeri varlığını bölgede yıllarca kurumlaştırmayı savunurken diğer taraftan Rusya’yı TC’ye karşı kendilerine bir tür güvence sayabiliyorlardı. Türk işgalciliğine karşı Rusya’ya yönelttikleri tepkileri bu “reel politik” hayal kırıklığının şiddetini gösteriyor.

Ögelerdeki çaprazlıkların kafa karıştırıcılığına rağmen kolayca görünen odur ki, Rusya’nın TC’ye yol vermesi, saikleri ve tarzı itibariyle ikinci bir karşı-15 Temmuz’dur.

Rusya doğrudan çatışmaya girmeden, kendini geride tutarak, sahadaki ögelerin kendi ağırlıklarını kendilerine karşı kullanarak bölgede Amerikan patronajında bir sünni kama oluşturma denklemini bir kez daha bozmuş görünüyor.

Ya da durumu başka kelimelerle ifade edecek olursak, Kürt reel politiği bölge politiğinin sınırlarına toslamıştır.

Oysa BBC muhabirinin kamerasıyla, bir YPG savaşçısının telefonuyla kayıt altına aldığı haliyle Rakka’da anlaşmayla çözülen YPG ve DAEŞ güçlerinin Ebu Kemal’e kadar gidişine büyük çapta sessiz kalıp Fırat’ın doğusunda, Habur üçgeninde bir sünni kamanın oluşmasına yol veren Rusya değil miydi? Hem de El Ömer gibi koca bir lokmayı, SDG’ye bırakmacasına.. hem de Esat’a ve İran’a rağmen.. Belki de Kürtleri savaşın bütün bu ileri aşamasında bile hala reel politiğin işlemekte olduğu fikrinde ısrarlı kılan bu gelişmeler olmuştu.

Ne var ki Rusya’nın bu tavrı bir taraftan Kürtlerle ilişkisini geliştirme amacı güderken diğer taraftan esas olarak, İran’ın Akdeniz’e çıkış sağlayarak kendisi için bir rekabet imkânı oluşturmasını engellemekti. Tıpkı Amerika gibi, yani.. Avrupa’yı kendi enerji blokajında tutmak için Rusya da İran’ın Akdeniz’e çıkmasına iyi gözle bakmaz. Bu yüzden Tartus’un hemen altında kurulacak bir İran üssü bir gündeme gelir, bir gider. Ve keza Rusya’nın, DAEŞ’e karşı askeri katkısını yok saydığı Amerika’yla arasında kurduğu Fırat’ın batısı-doğusu anlaşması askeri gerekliklerden ziyade biraz da böyle, sünni alanın oluşturulması olarak görülmelidir.

İran ve Suriye’nin sahayı tutmada kendilerini oyalayan, bir türlü DeyrZor’dan aşağı inmeye destek sağlamayan Rusya’ya cevabı güneyden yıldırım harekâtıyla HaşdıŞabi ve Hizbullah’ı Ebu Kemal’de buluşturmak oldu.

Bu, bölge oynaklığında aynı cephede olanların çizdiği ana politik eksenlerde bile farklı esnemeler olabildiğini gösteren önemli bir konaktır. Esnemeye yol açan, sahadaki ögelerin ortaklaşılan bölge politikalarından taşan kendi siyasal ve stratejik zorlamalarıdır.

Rusya’nın kendi politik denklemlerini dayatma amacıyla Mart 2016’da Halep eşiğinde asker azaltma hamlesinden, Deyr Zor ve Ebu Kemal sahasına kadar gösterdiği taktik yaklaşımlara Suriye, İran ve Hizbullah güçlerinin yanıtı “biz buralarda Rusya’dan önce de vardık” olmuştur. Ama Kürt devrimi Menbiç’ten sonra hemen elinin altındaki Cerablus ve El Bab’ı Türk-Amerikan dengesine bırakıp Rakka’ya sevk olmayı tercih etmiştir. Afrin orada öyle kalmış, “Rojava” adı siyasi projeden düşürülmüştür.

Amerikancılıkta ve Nato’culukta üzerine toz kondurulamaz bir Türkiye’yi kendi uçağını düşürdüğü halde savaş falan ilan etmeden kendi politik sahasına çekebilen Rusya’nın başka politik bağlamlara dâhil edemediği koşullarda Afrin’de TC’nin önüne set olmaktan geri durması, hoşumuza gitmese de Rusya açısından izah edilebilir bir durumdur.

Keza askeri kabiliyetler bağlamında da konu yaygınca sanıldığı gibi değildir. Rusya’nın saha üzerindeki hava hâkimiyeti tartışılmaz bir mutlaklık taşımamaktadır. Bugüne kadar İsrail’in Suriye ordusunun stratejik noktalarını ve hareketli birliklerini defalarca vurduğuna şahit olduk. Sanki sahadaki kurmayların değerlendirmelerine veri olsun diye tam da sömürgeci işgal arifesinde popüler bir blogdayürütülen popüler bir tartışma tam da bu konu üzerineydi: Rusya Suriye’de İsrail bombardımanlarına niçin izin veriyor? Söylenenlerin teknik özeti şuydu: S400 sistemleri özellikle Rus üslerini korumaya kilitlenmişti ve İsrail hava kuvvetleri hem sahadaki kontrol boşluklarını biliyorlardı, hem de seri akınlarla korumayı aşabileceklerini. Geçtiğimiz günlerde Hmeymin üssüne yapılan ilk drone saldırısının sonuç alması ve daha birkaç gün önce kendi üs bölgelerine yeni bir S400 bataryası getirmesi Rusya’nın hava koruması üzerinden bir meydan okuma gücünün sanıldığı kadar yüksek olmadığını gösteriyor. Bir silahın kısmi yetersizliklerini bir taktik yetersizliğe dönüştürmeme tasarrufu.. Bunu doçkalarını Türk hava saldırılarında kullanmayan Kürt savaşçılar gayet iyi anlayacaklardır.

Söylenenlerin siyasal özeti ise, TheSaker, blog yazarının şu sözlerindeydi: herhangi bir X ülkesi kendi problemlerini kendi çözsün.. Rusya’nın bu ülkenin sorunlarını çözmek için Amerika’dan daha fazla işi olmaz.

Bizim açımızdan ise bu tavrı “sattı”, “satıldı” ifadeleriyle dillendirmek her şeyden önce devrim ahlakı itibariyle yasaktır. Rojava devrimi alınır satılır bir politik piyasa değeri değildir. Her kim ki konuyu böyle tarif ediyorsa öncelikle Rojava devriminin nasıl öznelikten çıkarılarak nesneleştirildiğinin hesabını vermelidir.

İhanet mi? Rusya’yla Kürt devriminin tikel, dar kontakların dışında bağlayıcı hangi ittifak ajandası vardır ki bir ihanetten söz edilebilsin?

Bölgesel siyasal ve stratejik perspektifini kendi reel politik imkânlarının darlığına mahkûm eden Kürt siyasetinin Rusya’ya kızıp köpürmekten önce yapması gereken yeniden paylaşım konjonktürünün sahaya bindirdiği yükü çözümlemek, kendi devriminin siyasal ve stratejik öncelliklerini bu çözümlemeye dayatmak olmalıdır. Menbiç’ten itibaren uluslararası ve bölgesel statükonun giderek elimizden çekmekte olduğuRojava devrimini yeniden güçlendirmek, bölge devrimini yeniden yapılandırmak ancak böyle mümkün olabilecektir.

İlkesel siyaset ve stratejinin dışına çıkıldığında sadece politik alanın boşluklarında yol bulunur ve Suriye’de görüldüğü gibi, eğer kalmamışsa, ilerleme stratejiye bağlı güç ve ittifak düzenlemesi gerektirir.

Kürt Devriminin Öncülüğünde Sınıflar Sorunu

Rojava kurmaylarının zaaflı politikalarının sonucu gelinen nokta – o kadar kötü olmasa da- bir tür Kobane momentidir. PKK ve KCK yönetimi, çözüm sürecinin yanıltıcı atmosferi içinde, Kobane’de,  nasıl birden bire bir katliamcı imha tehdidiyle karşı karşıya kaldıklarını bildikleri için Rojava devrimini ve kadrolarını sıkça yapılan toplantılarla uyarmak ve eğitmek gayretinden hiç geri düşmemiştir. O kadar ki Rojava devrimi savaşçılar arasında “şoreşecivaka” (toplantı devrimi) gibi espirili bir kodlamaya dahi uğramıştır. Ancak devrimin yetişmiş kadro zayiatıyla sahada hızla alınan yol arasındaki çarpan ilişkisi sonuçta YPG’nin kendi değerleriyle rejimden miras kalan toplumsal ilişkileri örgütlemesinde zaaflar yaratırken, yanı sıra toplumun rejimden miras kalan ilişkileriyle YPG’yi ve hele SDG’yi örgütlemesine deimkân vermiştir. Şiddetli savaş partinin enerjisini ve dikkatini emmiştir. II. Savaş sonrasında Sovyet ülkesinde yetişkin kadro zayiatı ve toplumdaki savaş yorgunluğunun ideolojik ve siyasal oportünizme elverişli ortam sağlaması örnektir.. Talal Silo örnektir..

Özetle henüz dönüşümünde çok yol alınamamış rejim artığı toplumsal/sınıfsal yapı zeminindekiRojavadevrimi, savaş reel politiğinde ABD önderlikli uluslararası emperyalizmin bölge statükolarına direnme gücünü yeterince gösterememiş, giderek onun saha gücü haline gelmeye başlamıştır.

Karayılan daha Afrin öncesinde PYD çizgisine “bazı siyasi sebeplerle aramızda mesafe var” uyarısı yaparken bugün PKK ve KCK kurmaylığı, PYD-YPG değerlendirmelerinden farklı olarak, Türk saldırısına karşı uluslararası dengeleri hiç söz konusu etmeden devrimi doğru hedefe, TC sömürgeciliğine kilitlemeyi esas alıyor. Bu yönelim Rojava ve Kürt devrimi için yeni bir başlangıç olarak ele alınmalıdır.

Bağlam ortada; Afrin’de Amerikancı statükoya uyumla alınacak yolun sonundaki hayal kırıklığını Kürt devrim kurmaylığı Bakur’da Kürt liberal burjuvazisinin çözüm politikası sonuçlarıyla da yaşamıştı. Örnek olsun: Bir zamanlar AKP/RTE hükümetine basın üzerinden ricacı mektuplar yazan Aysel Tuğluk şimdilerde yüzlerce arkadaşıyla o iktidarın zindan eziyetindeyken, bugün Amerikan hükümetine gene basın yoluyla yakarıcı mektuplar yazan Afrin eş başkanı yoldaşımız Amerikan dışişlerinden Nato’ya kadar emperyalist güçler tarafından işgale hak tanımakla, Afrin halkının imhasına yol vermekle, YPG gerillasının koruyucu manevralarını sınırlama tehdidiyle yanıtını alıyor.

Bakur’da ve Rojava’da yaşananlar sömürge bir halk hareketinin temel doğrultulardaki politik zaaflarının sonuçlarını gösteren bir madalyonun iki yüzü gibi duruyor.

Sömürge bir halkın kurtuluş mücadelesinin iki ana parametresi anti sömürgeci ve anti emperyalist olmaktır. Kürt devrimi Bakur’da demokratik özerklik mücadelesini Kürt liberal burjuvazisinin öncülüğünden kurtaramadığı için bu sınıfın anti sömürgeci programda yol açtığı likidasyon sonuçta öz yönetim direnişlerinde halk hareketinden yeterli desteğin sağlanamamasını getirdi.

Ve şimdi Rojava’da, Rojava ve YPG ismini perdeleyecek kadar anti emperyalist çerçeveden geri düşüp, bölge halklarının kovmaya çalıştığı Amerika’ya bölgede varlık garantisi veren küçük burjuva reel politikerliğin geldiği yer, Afrin’eKobane’ye olduğundan çok daha geri düzeyde bir sahiplenme gösterilmesiyle cezalandırılıyor.

Gene de hiç ama hiçbir kuşku yoktur ki Rojava devrimi bütün zaaflarına karşın bugün Türk sömürgeciliğini ve gerici saldırganlığı dağıtacak ve Afrin ve Rojava halkı elde ettiği özgürlüğü emperyalistlerin ve sömürgecilerin bütün oyunlarına karşı koruyup ayakta tutabilecektir. Hem gücü, hem ideolojik ve siyasal örgütlenmesi, hem de bölge ve dünya halklarının desteği KCK’nin dediği gibi bu zaferi şimdiden Afrin halkına müjdelemektedir.

Ozanın dediği gibi Kürtler “teke tek kavgada hiç yenilmediler.” Ama gene ozanın dediği gibi gökteki sıra dışılıklar, yerdeki çok alışıldıklar Kürtlerin yoğunlaşmalarını dağıtıcı olabiliyor. Hele ki tarih biriktirdiği bütün geçmiş çelişkileri ve içerdiği bütün gelecek çözümleriyle birlikte beş yüz yıldır terk ettiği bir coğrafyaya yeniden dönüş yaptığında kafa ve olay kargaşası hiç mesnetsiz kalmıyor.

Tartışmamız Afrin’de ne olacağı üzerine değildir. Tartışmamız Rojava ve Kürdistan devriminin Kürt halkının kendi tarihine üstün gelip gelmeyeceği üzerinedir. Sınıfsal ve tarihsel bakış metodolojisi eksikliğinde Kürt toplum tarihinin vassallık karakterinden çıkmakta zorluk yaşanacağı üzerinedir.

Özelde Rojava devriminin genelde Kürt devriminin bu süreçten siyasal ve stratejik özgürlük ve eşitlik toplumuna çıkması özellikle 2012’den itibaren bütün sahalarda ayağına dolaşan uluslararası ve yerel statüko ögelerinden, işbirlikçi ve uzlaşmacı politik çizgi kuşatmalarından kendini kurtarması ve anti sömürgeci, anti emperyalist demokratik halk devrimi programını yürürlüğe sokmasıyla mümkündür.

Bir halk hareketi olmanın bütün zenginliği Kürt devriminde mevcuttur. Halk hareketi yanlışlarında bile büyümenin imkânını sağlayacak bütün devinimlere ve üretici güçlere sahiptir. Kürt devrimi açıktır ki bugün 2012’de hesaba katmak zorunda olduğu düşman gücünün büyük bir kısmını görmezden gelebilecek kadar daha güçlü, daha yaygın, daha örgütlüdür. O halde devrim, özyönetim gerilemesinden bu yana içinde bulunduğu durgunluğu bir “kültür devrimi” enerjisiyle Bakur’da ve Rojava’da dağıtmalı, bölge ve dünya sömürge halklarının anti sömürgeci anti emperyalist bayraktarlığını yeniden üstlenmelidir.

Bize gelince..

Gündemin Devrimci Bir Reorganizasyon Konusu Olarak Ele Alınışı

Her şeyden önce enternasyonalizm doğru kavramlaştırılmalıdır. Doğru kavramlaştırılabilmelidir ki, Kürdistan devrimiyle bizim devrimimizin enternasyonalizmi aşkın organik ilişkilenmesi doğru kurulabilsin.

Sollarımızın bir kısmı sosyal şovenlikten sıyrılma çabasının savrulmasıyla, bir kısmı Kürt liberal burjuvazisinin politik eğilimlerinde kendi düzen içi oportünist çizgisine hayat bulabildiğinden güncelde baskın Kürt politikasına kolayca angaje olabilmektedirler. Sahaya ilişkin en uç örnekleriyle analım: Daha ilk resmi temasta omuza atılan Amerikan elini taşımayı bile hırsla reddedecek kadar güçlü yanki düşmanlığının Guantanamo mecburiyetini SDG yönetiminin Amerikan mandacılığına haklılık zemini olarak sunan demagojik yaklaşım.. ya da tam da Afrin öncesinde Amerikan ve Rus hava kuvvetlerini Kürt devriminin hava gücü sayacak kadar Kürt reel politiğine angaje sol liberal düşüklük.. Bu sahtelikler ezen ulus marksizmine, enternasyonalizmine ait değildir.

Öğrenilmelidir; Stalin’in Gürcistan’a müdahalesinden beri yeterince modern toplum farklılaşmasına uğramış, yani proletaryası, burjuvazisi belirmiş toplumlara enternasyonalist yaklaşım ezilen ulusun proletaryasından yana, ezilen halkından yana olmaktır. Yani Bakur’da Kürt halk hareketini Dolmabahçe’ye tahvil etmek isteyen liberal Kürt burjuvazisine, Rojava’da Amerikan varlığını bölge halklarına dayatarak kendi egemenlik alanını kurmaya çalışan Kürt küçük burjuvazisine karşı Kürt halk hareketinin öncü ışığını Kandil’de görmektir.

Bununla birlikte Türkiye devrimci hareketinin sorunu Kürt devrimine bakışını, onunla ilişkilenme meselesini aşkın bir sorundur. Öyle olsaydı Rojava’daki siper yoldaşlığımız ülke siyasetinde oportünizme galebe çalar, daha ileri örgüt ve taktik düzeyleri tartışıyor olurduk.

O halde bulunduğumuz yeri bir iskandil edelim:

İnsanlığın yeniden paylaşımın kritik darboğazındaki seyri sürüyor.

Dünyada; uluslararası emperyalizmin amiral gemisi Amerika, nükleer savaşla kendi içine çökme sarkacında.. uzakbatıdan liberal solcuların ütopik “21. yüzyıl sosyalizmi” çağrısına karşılık uzakdoğudan Çin işi gerçekçi bir “sosyalizm çağı” sloganı yükseliyor.

Bölgede; küresel ve bölgesel güçler DAİŞ temizliği sonrasında olabilecek yeni bir Ortadoğu’yu iç gerilimleriyle birlikte haritaya dökmeye çalışıyor.. İran, yeniden paylaşımın hal ve düzeyinin nasıl olacağına ilişkin sorulara cevabın dolaysız bir konusu olarak odaklaşırken doğulu devrimin özgünlüklerine karşı hala “fransız” kalmaktan kurtulamayan solun ahmaklıklarını teşhirine ve marksizmin batılı ideolojik bunalımına son verilmesine zemin sağlayacak önemli bir tartışma konusu olarak öne çıkmaya başlıyor.

Daha yakında; Kürt özgürlükçülüğünün ta kuruluşundan beri bildiği gerçeği, TC sömürgeciliğini, yeniden yüksek sesle haykırmaya başlamasıyla liberallerin kimin HDP’ye başkan olacağı üzerine tartışmalarının kesiştiği yerde ortaya çıkacak ağırlık, yani Bakur’da özgürlük mücadelesinin öncülük sorunu Kürt halkının yeniden paylaşımın neresine yerleşeceğini belirleme konusunda stratejik önem arz ediyor.

Ülkede; çok alametler belirmesine karşın Erdoğan gitti gider tartışmaları irade ve maddi güç boşluğundan dolayı bir türlü nasıl’a ve sonrasına ilişkin sorgulamalara geçemiyor. Bütün sınıflarıyla ve bütün ideolojileriyle politika sürünüyor.

Gündemde Rojava sömürgeci TC’nin işgal ve imha saldırısı altında..

Ve bu dökümün bizimle ilgili sonucu: En dışardan en içeriye bütün bu konularda Türkiye devrimci hareketinin üzerine konuşulabilecek hiçbir özne değeri yok.

Nerede, nasıl, hangi taktikle hangi güçleri, ne boyutuyla, ne yöne doğru harekete geçirmemiz gerektiği üzerine yüzyıllık bir komünist tarihin sonrasında hala başlangıcın “ne yapmalı”, “nereden başlamalı” aşamasındayız.

Zor sorular.. Zor oldukları için de bu soruları zorluğuyla soran pek yok. Zorluğun arkasına dolaşıp sormaya cüret edildiğinde, cevapların gerektireceği irade ve kararlılık yokluğu ise cevapları yenilgin ve tasfiyeci kurguluyor.

“Zenginin malı züğürdün çenesi” diyalektiği bütün sol edebiyatta egemen. Devrimin politik düşüklüğü karşı devrimin politik zenginliğe alan açıyor. Emperyalist, gerici, sosyal demokrat, liberal bütün eğilimleriyle uluslararası ve yerel karşı devrim politika sahasında cirit atıyor, sol seyredip ahkâm yarışına giriyor. En mikro analiz derinlikleriyle bezenmiş sayfalar dolusu değerlendirmeler finalde bir iki cümlelik iman ve niyet tazelemeyle kapatılıyor: “Halklarımız, emekçiler kazanacak. Direnişi güçlendirelim!”

Zor soruları samimiyetle sorup cevaplamakta zorlanıyorsak kendi cevabımızı düşmanın bize yöneliminde bulabiliriz.

12 Eylül’den bu yana karşı devrim bizi sınıf ilişkilerimizde, üniversitelerde, sokaklarda, örgütlerimizde güçlü olmaktan düşürdü ama içinde bulunduğu konjonktürel ve oligarşik kaos itibariyle düşmanın devrimden ve devrimciden korkusu, Gezi Haziranı’ndan ve Soma öfkesinden korkusu güncelde taşıyamayacağı pratik bir düzeydir. Düşmanın bize yöneliminin şiddeti ve yönü bunu bize gösteriyor. En basit muhalif tutuma, en basit gösteriye baskı, şiddet ve hapishaneyle yöneliyor.

Şimdi Afrin savaşı var. Biz gene ve zaten Afrin’de, Rojava’da mevzideyiz. Görev bu mevzinin Türkiye metropollerindeki cephesel karşılığını kurabilmekse, birinci olarak, kendi durumumuzu aşmak, devrimi emperyalizm ve oligarşi için gerçek bir tehlike haline getirebilmek için bir taraftan en basit, en güçlü pratik tutumu –örneğin TTE’de, örneğin metalci grevinde- en daraltılmış, en tok taktik hamle haline getirerek, diğer taraftan liberal, oportünist, post modern marksizm dışı akımların en masum tezahürlerine bile tahammülsüz keskin bir ideolojik ve siyasal mücadele yürüterek bir devrimci özne olmaya yoğunlaşılmalıdır. Kendimizi iyice seyrelterek ittifak genişliği aramaktansa, potansiyel müttefiklerimiz bizim tokluğumuzda bizi bulsun.

İkinci olarak, HBDH eleştirel/özeleştirel bir değerlendirmeyle yeniden yapılandırılmalıdır. Proletarya devrimi Rojava’da,Afrin’de Kürt devrimiyle birleşik devrimin organik çerçevesini dokurken Türkiye’de Rojava devrimciliğini örgütleyememenin hesabına oturmalıdır. Sömürgeciliğin Afrin saldırısı ve yasaklanan grevler sömürgeci ve sömürücü TC’ye karşı birleşik devrim bayrağının Türkiye fabrikaları ve sokaklarında dalgalandırılmasının imkânını bize vermektedir.

 

 

Paylaşın