Örgütlendiğim ilk günlerde tanışmıştık Yasin ile. Bir 6 Mayıs anmasından sonra, o zamanlar Meşrutiyet Caddesi’ nde olan büromuzda satranç oynamayı teklif etmişti bana. Anma değerlendirmesi için diğer yoldaşlar salona çağırınca, “sonra alırım ifadeni” demiş, yarıda bırakmak zorunda kalmıştık. İlk orada gördüm onu. Yakın semtlerde oturduğumuz için birlikte yürümüştük otobüs durağına kadar. Ankara’da yaşayan dostlarımız bilir otobüs beklemek bir ömre bedeldir bazen. Onun için epey konuşma fırsatımız olmuştu. Bana Dev-Lis’ den bahsetti uzun uzun. “Önderlerimizi anmak mücadelenin parçasıdır her zaman, ama önderler ne yaparken can verdiler bunu anlamak mücadelenin kendisidir.” dediğinde epey etkilenmiştim. Yaşımız pek yoktu ama biliyorduk nerede olduğumuzu, ne yaptığımızı. O günden sonra bulduğum her fırsatta gittim büroya. Her gelişimde çevresinde bir grup yoldaş ile birlikte ülke ve dünya sorunlarına dair sohbetler örgütler, her seferinde bizim nasıl yorumlamamız, yaşanan bir olaya karşı sözümüzün nasıl olması gerektiğini anlatırdı. Yüksel Caddesi’ nde açtığımız standlarımızda en çok bildiriyi o dağıtır, bir yoldaşın lisesinde faşistlerle kavga çıktığında en önde o giderdi. Bu yüzden olsa gerek, derslerinde sınıfın en iyisi olmasına rağmen kendi okuluna gitmeye pek fırsat bulamadı. Okulunu bırakmadan hemen önce, kadınları sürekli taciz eden okul polisinin kolunu kırmayı da ihmal etmemişti. Bu olayla tanınırdı İncirli Endüstri Meslek Lisesi’ nde. Kendisini övmek pek ona göre olmadığından soranlara “haketti alçak” der geçiştirirdi. Üzerine düşeni yapmıştı ona göre. İyi de yapmıştı keza, 1 ay sonra daha “mülayim” bir okul polisi atamışlardı.
Hepimizin heyecanlı olduğu yeni bir döneme başlıyorduk 2012 senesinde. Yeni bir birlik yaşamıştık, daha güçlü hissediyorduk kendimizi. “Tek Ses Tek Yumruk Dev-Lis Geliyor” sloganı daha da bir anlam kazanmıştı o sene. Ankara’ da, ilçe ilçe örülen faaliyet birleştiriliyor, bölgeler üzerinden devam ediyorduk artık. Bize de 2. bölge düşmüştü. Altındağ ve Keçiören’ de daha önce tecrübe etmediğimiz, yeni bir örgütlenme metodunu hayata geçirmeye çalışıyorduk. Hemen komiteleri kurup ilk hedefimizi belirlemiştik. “Keçiören’ e büro açmak!” Yeni büro yeni masraflar demekti. İlk bulduğumuz işi hep birlikte yapmaya başladık. Yüksel Caddesi’ nde anket yapmak! Sıkı bir çalışma ile 1 ay içerisinde ihtiyacımız olan parayı biriktirebilirdik. Yeni örgütlenen yoldaşları bölgeden Kızılay’ da ki büroya getirmek yerine, büroyu onlara götürecektik. Bu bizim için çok önemliydi, zira yerelleşmek birinci kuraldı. Ankara’ nın ayazında, yine ellerimize çay dökerek ısındığımız soğuk bir günde, durmaksızın devam ediyorduk çalışmaya. Bir gün gece geç olduğu ve sabah mesaisine birkaç saatten az kaldığı için geceyi dışarıda geçirmeye karar verdik. Bütün parayı büro açma parasında kullanacağımız için taksiyi gereksiz masraf olarak değerlendirmiştik. Karda, bir karton üzerinde birbirimize sarılarak uyuduk o gece. Bütün bu tempo içerisinde bir yandan da dükkan arıyorduk. O zaman hedefimiz, potansiyeli yüksek olan İncirli Lisesi’ nde örgütlenmekti. Okula en yakın yerde bir dükkan bulduk. Ama ne gariptir ki, potansiyeli daha yüksek gördüğümüz İncirli Lisesi yerine, potansiyelini düşük bulduğumuz ve faşistlerin güçlü olduğu okullardan biri olan Kalaba Lisesi’ nde daha hızlı örgütleniyorduk. Paramızı tamamlayıp büromuzu açtık. O dönem merkez büronun da masrafları olduğu için, Yasin benden bir süre de merkez için çalışmamı istemişti. Ben 2 hafta daha çalışmaya devam edecektim diğer arkadaşlar büroyu hazırlayacaklardı. Soğuk havada çalışmaya devam ederken birgün Yasin aradı; “faşistlerler büroya saldırdı çabuk gel” diyordu. Hemen otobüse binip mahalleye geçtim. Büronun olduğu sokağın başında beni bekliyordu. “Sessiz ol içeri gireceğiz” dedi. İçeride ufak bir ışık, neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. İçeri girmemizle ışıkların yanması bir oldu. Küçük bir browni kekin üstüne dikilmiş, kekten iki kat daha büyük bir mum, doğum günü sürprizi yapmışlardı bana. “Nasıl kandırdım seni” diyen gülümsemesiyle hayatımda unutmayacağım bir doğum günü yaşattı o gün bana.
Bulunduğu her durumu kollektif bir kazanca dönüştüren yoldaşımızdı. Ufak bir kalabalık toplanmışsa ve o an yapılacak birşey (okumalar dışında) yoksa, bu durumun ona ifade ettiği tek şey vardı. “Temizlik!”. Güzelce büromuzu yıkayıp, temizleyip kapımızı kilitledikden sonra arkasına dönüp bakışını hiçbir zaman unutmayacağım. Gözlerindeki parıltı, onca emeğin meyvesiydi.
Zaman ilerliyor, yılın ilk büyük eylemlerinden biri olan 30 Mart Kızıldere anması yaklaşıyordu. Bölgede varlığımızı duyurmak ve göstermek için de iyi bir fırsattı bizim için. Komitelerimizi çoktan kurmuş, sıkı bir çalışmaya başlamıştık. İmkanlar kısıtlı olduğu için sokak yazılamalarını yürüyerek yapıyorduk. Bir gece Keçiören’ den, Altındağ’ a yürüyerek yaptığımız yazılamayı hiç unutmuyorum. Sabaha karşı ancak varmıştık Altındağ’ a. Necdet Adalı’ nın okuduğu liseye yazılama yapacaktık. Okulun civarındaki uyuşturucu satıcılarını gördüğümüzde biraz çekindik. “Nasıl yapalım” diye tartışırken hâlâ tüylerimi diken diken eden o sözleri asla unutmuyorum. ” Ölürsekde birlikte ölürüz”. Bir çok anlam ifade ediyor bu söz. “Öleceksek de birlikte ölecektik” ama o gün oradan bir adım geri atmayacaktık. Yasin etrafı kolaçan ederken ben yazmaya başlamıştım. Kısa süre içerisinde ne yaptığımızı sormaya yanımıza geldiler. Yarı açık gözle ne yazdığımı okumaya çalışıyorlardı. Bir tanesi ” Kızıldere’ de kavga olmuş gardaş la” dedi. Öteki ” Kızıldere neresi gardaş bi orası kaldı mevzu yapmadığımız iki dakika rahat dur” dedi. Tabi ki gülmemek için zor tuttuk kendimizi. 10 dakika sonra Yasin çoktan sohbete başlamış ne yaptığımızı anlatıyordu. İçlerinden biri “ayan sen devam et biz ıhdahız” deyince, sohbetin de vermiş olduğu samimiyetle başladık kahkaha atmaya. O gece bir şekilde hem işimizi yapmayı, hem de sorunsuz olarak bizi oradan çıkartmayı başarmıştı Yasin. “Korkmadın mı? ” diye sormuştum daha sonrasında. Bana elindeki bıçak kesiğini gösterdi. Korkudan bir eli bıçağında, nasıl farketmeksizin tuttuysa, elini kesmişti. Bu olay üzerine epey gülmüştük.
Baharın gelmesiyle dönemsel eylemlilikler de artmaya başlamıştı. Nisan ayı her zaman yoğun geçer. 1 Mayıs, 6 Mayıs derken mahallede iyice güçlenmeye başlamıştık. 30 Mayıs günü merkezdeki arkadaşlardan telefon geldi. Kızılay’ a çağırıyorlardı bizi. Gezi Parkı eylemleri Ankara’ ya sıçramış, Kuğulu Park’ ta azımsanmayacak bir kitle toplanmıştı. Bir süre sonra TOMA’lar su sıkmaya başladı. Herkes kaçışmaya başlarken Yasin bir an için durdu, arkasını döndü. Yerden bir taş alıp TOMA ya attı. Yanımızdaki bir başkası da aynısını yaptı, sonra bir başkası daha…derken bir anda grup hep birlikte taşlamaya başladı TOMA’ yı. Geride kalanlar da geldiler. Yasin taş atmayı bırakmış şaşkınlık içerisinde etrafına bakıyordu. Polis yavaş yavaş geri çekilmeye başlayınca, halk bir anda polisin üzerine koştu ve polisi alandan kovdu. Bir ara ikimiz de şok olmuş bir şekilde göz göze geldik. ” Ne yaptım ben ” dedi bana. Bütün hayatımızı değiştirecek olan ayaklanmanın ilk taşını o atmıştı. Yaptığı buydu. Her zaman olduğu gibi bir yolunu bulup işleri yoluna sokmayı başarmıştı. Diğerlerinden farklı olarak bu defa bir halk ayaklanması takip etmişti ama. Gezi eylemlerinden sonra mahalleye yoğunlaşma kararı almıştık. Mahallenin gençleri büromuzu ziyaret etmeye başladılar. Bir süre sonra bir yekün oluştu.Yasin onlara “Pançovilla’ nın ordusu” diyordu. Daha sonra hepimiz bu isimle seslenmeye başladık onlara. Büroda nöbetçi oluyorlar, gazete dağıtımına geliyorlardı. İçlerinden bir tanesi Yasin’ in liseden arkadaşıydı. Mahallede eylem yapmaya karar verdik. “Pançovilla’ yı” da çağırdık. 20-30 kişilik bir grupla başladığımız eyleme, biraz “Pançovilla” nın tehditkâr davetleri, birazda mahallenin taşıdığı potansiyelin etkisiyle 400-500 kişi olmuştuk. Kitlenin kontrolünü tamamen kaybetmiştik artık. “Pançovilla” yönetiyordu. İçlerinden en büyüğü megafonu almış, hafif argo barındaran ajitasyonlar çekmeye başladılar. Merakla ne yapacaklarını beklerken grubun doğal lideri, faşistlerin bölgesi olan belediyeye doğru kitleyi yönlendirmeye başladı. Yasin, bana “gel kaçalım bunlar çıldırdı” demesiyle, kendimizi büroya atmıştık kahkahalarla. Daha sonrasında güzel bir konuşma yaptı Yasin, “Pançovilla” ya. Bir sonraki eylemlerde daha dikkatli oldular.
Geziden bir müddet sonra sürecin çok daha kesinleşeceğini biliyorduk. Buna göre de yeni rotasyonlar yapıyorduk. Bu rotasyonlarin sonucunda ben Ankara’ nın başka bir semtinde,Yasin ise İstanbul’ da faaliyet yürütmeye başlayacaktı. İlk defa birbirimizden farklı yerlerde faaliyet yürütecektik. İstanbul’ a gitmesi için para biriktirmesi gerekiyordu. Bazen babamın taksisini kaçırıp birlikte işe çıkıyorduk. İki kişi olduğumuzdan kimse binmek istemiyordu. Daha sonra bir inşaatta bulduğu gece bekçiliği işini kısa bir zaman birlikte yaptık. Onun ardından bir süre sonra ben de gittim İstanbul’ a. Faaliyet bölgem uzaktı ama ara ara görüşüyorduk. Çok geçmeden bizim de içinde olduğumuz bir operasyon yaşadık. 4 günlük gözaltı sürecinden sonra Yasin, ben ve 3 kişi daha tutuklandık. Daha önce üzerine sohbetlere çok dinlediğimiz ama hiç deneyimlemediğimiz bir yere gidecektik. Metris Hapishanesi girişinde sözleşmistik. Ne yaparlarsa yapsınlar çıplak arama yaptırmayacaktık. Gardiyan ilk beni çağırdı arama için. Üzerimdeki her bir kıyafeti cikartmamı istedikten sonra dönüp Yasin’ e baktım. Sonunda bakışlarıma cevap verdi kısık bir sesle ve gülmemek için sıktığı dişleriyle “ne dönüp bakıyorsun durmadan ” dedi. Onun bu cevabına sinirlenerek gardiyana döndüm ve “çıkartmıyorum üstümü, siyasi tutukluyum ben” dedim. Gardiyan “çok meraklıydık seni görmeye” deyince, Yasin’ in kıkırdadıgını duydum arkadan. Arama zaten bu kadarmış, arkadaşlara girişte söylemişler ama bana ilk hapishane şakasını yapmak için söylememişler. İlk başta kızdım ama sonradan ben de çok güldüm. Sabah olunca bahçeye, diğer yoldaşlarla tanışmaya çıktık. Başka davalardan tutuklu ve hükümlü olan yoldaşlar epey ilgilendiler bizimle. İkimizin de hiç unutmadığı bir yoldaş, kendi beyanına göre “sinir hastasıymış, zorla askere alınmış, askerde olduğundan utandığı için zamanında bedenini ateşe vermiş. Roboski eylemlerinden sonra, bir avukatın yaptığı oyun sonucu tutuklanmış” Dılbirin. Metris’ ten Silivri’ ye sürgün olduğumuz gün bir olay üzerine tepesi atmış, hücresinin camını yumrukluyordu . Daha sonrasında gardiyanlar götürmüşlerdi bizi. Epey merak etmiştik onu. Zorunlu “sevk” sonrası vardığımız, Silivri, Metris’ ten daha çok “hapishane” gibiydi. Içeri girdiğinde hissediyorsun farklı bir yer olduğunu. Orada yaklaşık 5 ay kadar daha zaman geçirdik, ilk mahkemede ikimiz de tahliye olduk. Daha sonra ki celselerde mütaala aşamasında savcı “suçlarımızı” okurken ikimizde kıkırdıyorduk. Ondan olsa gerek mütaalanın sonunu daha yüksek ve sinirli bir ses tonuyla tamamlamıştı savcı bey. Pek de umurumuzda değildi açıkçası.
Bana bu satırları yazdıran gerçekliği kabul edemiyorum. Yasin yoldaş hepimiz gibiydi aslında. Dev-Lis’ de tanıştı mucadeleyle. Sınıfının en başarılısıydı. “Biz her zeminde başarılı olmalıyız” derdi. O, dosta da, düşmana da en anlamlı mesajı vererek bugün beden olarak aramızdan ayrıldı. Ancak her direnişte yeniden karışıyorlar aramıza. Bugün, ” başımı öne eğemezsiniz” diyen Dev-Lis’ linin bakışında, “Cesaret edin, korkmayın” diyen Dev-Lis’ linin sesinde ki kararlılık da çıkıyor karşımıza. Bugün Yasin’ in yürüdüğü yoldan yürüyen Dev-Lis li yoldaşlar, onun inancına, iradesine, değerlerine ayna oluyorlar. Şimdi o, başını öne eğmeyen Dev-Lis’ linin iradesinde yaşıyor. Yoldaşını polise vermeyen Dev-Lis’ linin cesaretinde yaşıyor. Öyle bir nesil bıraktılar ki gidenlerimiz, kendileri gibi teslim alınamayan, cesur, iradeli. Kanun yazanlar saldırıyorlar Dev-Lis’e, devrimcilere. Haklılar da. Yüzlercesi yeniden doğuyor geliyor aramıza. Onlarca Yasin, İmranlaşıyor…
Bize öğrettiklerini hiçbir zaman unutmayacağım yoldaşım. Yaşadığımız onca şey, paylaştıklarımız, hoş bir seda olarak kalmayacak dillerde. Senin kavgan kavgamız, uğruna defalarca bedelini ödediğin mücadelen mücadelemiz, ona layık olan, devam ettiren omuzlardadır. Bugün 50. yılında ezilenlerin kavgasını, her zamankinden daha dinamik, enerjik ve kararlı taşıyan, yasakları yırtıp atan Taksim’den seslenen bir Dev-Lis var. Gözün arkada değil üzerimizde olsun yoldaşım.
