Ali Efe, Dünya, Umut Yazıları, YAZARLAR

Rusya’daki gelişmeler – Ali Efe

Anglosiyonist emperyalizm Süleymani cinayetiyle dünyayı küresel bir savaşın eşiğine doğru sürüklerken Rusya’da Putin’in birden bire gündeme getirdiği anayasa değişiklikleri neredeyse hiç tartışmaya değer bulunmadı. Oysa açık ki bu anidenlik doğrudan küresel savaş süreçlerine ilişkin Rusya içindeki dengelerin tahkimatının bir gereği idi.

2024 yılında Putin’in görev süresi bir daha görev alamayacağı bir şekilde bitiyor ve dünya Nisan 2018 Doğu Guta’daki kimyasal saldırı provokasyonunda ve Süleymani cinayetinde olduğu gibi topyekûn savaş eşiğine daha şimdiden iki kez gidip gelmiş durumda. Yeniden paylaşımın bu hassas çizgisi üzerinde nerede ne zaman bir arşidük suikastının yaşanacağı belli olmadığı için, muhtemeldir ki Putin ve temsil ettiği Rus devlet sınıfları Süleymani cinayetinin hemen sonrasında Rusya’nın siyasal geleceği üzerindeki belirsizlikleri ortadan kaldıracak bir hamleyi uygun gördüler ve bunu küresel rekabetteki bütün hasımlarının karşısında kendilerini görece güçlü hissettikleri bir anda gündemleştirdiler.

Rusya’da İktidar Dengeleri

Bilindiği gibi bugün itibariyle Rus siyasal yapısı bir yandan geleneksel Rus devlet sınıflarıyla, Sovyet çöküşünün ortaya çıkardığı sermaye sahipleri arasındaki bir ittifaka dayanıyor. Tekelci kapitalizmin yüzyılı aşkın egemenliğinde geri ülkelerdeki burjuvazilerin varlığı artık fazlaca izah gerektirmiyor ama bu ülkelerde, kapitalizmin batılı serüvenine denk düşmeyen tarihsel eklentiler siyasal yapılarda kolayca tarif edilemeyen değişik formasyonlara yol açıyor. Türkiye’nin kemalistleri, Ortadoğu’nun baasçılığı, Latin Amerika’nın cadillo’su gibi Rusya’nın nomenklaturası da böyle bir tarihsel eklenti olarak günümüze kadar gelip tarih yapacak gücünü koruyan bir siyasal yapıdır.
Kadim tarihinin doğulu kurgusu içinde Slav komününün kentleşmezden evvel çevre toplumlar üzerinden medeniyete geçişinin yarattığı ilişkiler zinciri Rus toplumunu Marx’ın belirttiği gibi dışardan etkilerle yönlendirilir kılmıştır. Petro’nun cılız burjuvazi adına feodalizme yaptığı “tepedenci” dayatmalarda ve Lenin’in parti ve bilinci dışardan taşıyan yönteminin ontolojik gücünde Marx’ın işaret ettiği bu toplumsal yatkınlığı görmek mümkündür. Ve keza daha yakın zamanlar içinde Glasnost’cu karşı devrime karşı partinin parlamentoyu işgali ve buna karşı parlamentonun topa tutularak Yeltsin’in iktidar edilmesi gibi stratejik bir altüstlüğün 200 milyonluk bir toplumun seyrinde birkaç bin kişinin arasındaki itiş kakışmış gibi yaşanmasında aynı kurgu görülebilir. Ve elbette ki 70 yıllık sosyalizmin öne çıkan parti ve devlet egemenliği Rus nomenklaturasını, yönetici sınıflarını bir iktidar kimliği olarak günümüze ulaştırmıştır.

Emperyalistler, Sovyet çözülüşü sonrasında yeni döneme ilişkin ideolojik ve siyasal çerçevesinin yeterince şekillenmediği ve toplum üzerindeki hakimiyetinin tam olarak oturmadığı koşullarda devlet sınıflarının Rusya’daki tarihsel ağırlığını ölçemediler. Rus devlet sınıflarının “koruma ve kollama” misyonu Balkan krizi sırasında açığa çıktı. Eski Sovyet topraklarının sömürgeleştirilme sürecinde Yeltsin bile direniş göstermeye başlamıştı ki görevi Putin’e devretti. Hemen ardından Balkan krizi Rusya’nın Priştina müdahalesiyle durduruldu. Geçen zaman içinde Putin ve Rus devlet sınıflarının çizgisi giderek küresel bir ağırlık kazanmaya başlayınca emperyalistler hâkimiyeti nasıl da ellerinden kaçırdıklarına dair pişmanlıklarını ortaya sermeye başladılar; Çeçen savaşının iktidarın Yeltsin’den Putin’e devri için devlet sınıflarınca provoke edildiğini hikâye eder oldular.

Ancak elbette tarihin motoru sınıflar mücadelesidir. Son tahlilde devlet sınıfları denen yönetici sınıfın ideolojik ve siyasal yönelimi tarihsel olarak toplumda örgütlü olan sınıfın yönelimi tarafından belirlenmektedir. Sovyet çözülmesiyle birlikte toplumda proleter hâkimiyet biçimlerinin dağılışa uğradığı ve uluslararası finans kapitalizmin “tarihin sonu”nu ilan ettiği bir dünyada devlet sınıflarının alışageldik hâkimiyetlerini burjuva mülkiyet ilişkilerinin üzerinde korumaları ve sürdürmeleri elbette mümkün olamayacaktı. Anglosiyonist sömürgeciliğin unsurları olarak bir anda ortaya çıkan Yahudi oligarkların gene bir gecede tasfiye edilmelerine karşın Rus devlet geleneğinin burjuva yapıda hangi ölçüde kurumlaştırılacağı özellikle yeniden paylaşım konjonktürünün kaotik süreçlerinde oldukça kafa karıştırıcı bir nitelikteydi. Devlet sermayesinin yağmalanmasıyla hızlı bir şekilde yayılan ve semiren Rus burjuvazisinin bir kanadı uluslararası finans kapitalizmle işbirliği içinde hem Rusya’yı batı kapitalizmleriyle barış içinde, itaatkâr tutmaya çalışıyordu, hem de Rus pazarını ve imkânlarını batı kapitalizmlerinin hizmetine sunmayı esas alıyordu. Bu eğilim literatüre Atlantikci entegrasyon savunucuları olarak geçti ve siyasal temsilini Medvedev üzerinden gösterdi. Diğer tarafta ise Rus pazarı üzerindeki hâkimiyetini ve Rus pazarının genişlemesini esas alan ulusal burjuvaziyle onun siyasal temsilini üstlenen Rus devlet sınıflarının Avrasyacı egemenlik eğilimi bulunmaktaydı. Bu eğilim batı emperyalizminin Asya’daki yayılım politikalarına karşı Rusya’yı Avrupa ve Asya pazarlarını birleştirici alan olarak görmekte ve bunu Asya pazarının İran, Hindistan, Çin gibi bölge aktörlerinin de egemenliğini tanıyan bir eklemlenmeye bağlı olarak projelendirmektedir. Bu eğilimin siyasal temsilini Putin üzerinden görmekteyiz. Bugüne kadar bu ittifak Putin-Medvedev tandeminde somutlaşarak işlerlikteydi.

Söylemeye gerek yoktur ki bu dengelerde proletarya ve halk sınıfları kendi örgüt ve temsilcileriyle yer almamaktadır. Her şey Rus devlet sınıflarının burjuva ideolojik ve politik normları üzerinden yürütülmektedir. Halk sınıfları açısından herhangi bir istikrarlı zemine sahip olmayan bu dengelerde politik kayma hep beklenir bir gelişmedir. Nitekim Medvedev hükümetinin hazırladığı emeklilik yasası emeğin hakkının burjuvaziye aktarımı olarak Rus toplumundan büyük tepki görmesine karşın Putin tarafından onaylanmıştı. Putin’in devlet başkanı seçilirken aldığı destek oranı –bir sürü rakam çiftinin bileşkesi üzerinden söyleyecek olursak- bu yasa sonrasında yarı yarıya düştü.

Egemen ittifakın iç dengeleri açısından da benzer oynaklıklar izlenebilmekteydi. 2018 Mayısı’nda Netanyahu Sovyet Zafer gününe davet edildi ve ardından Siyonistlerin Suriye ve hatta Irak üzerine saldırıları yoğunlaştı. İran’ı ve ittifaklarını aşırı rahatsız eden bu gelişmeler dengelerde bir kaymanın başladığına dair tartışmalara yol açtı. Putin’in ve devlet sınıflarının gelecek yönelimleri üzerine ciddi karamsarlık havası yarattı. Keza Amerika ve Türkiye ile sürdürülen ilişkiler Rus devlet sınıflarının bir taraftan Avrasya politikası yürütürken öbür taraftan batıyla ilişkilenme yönelimi olarak değerlendirildi. Geçtiğimiz Ekim ayında Sovyet iktisadını Rusya’ya uygulamaya çalışan Glazyev’in iç ekonomi yetkilerinden alınarak Avrasya ekonomileri yönetimine atanması Rusya’da burjuva egemenliğin siyasal tahkimatından endişe edenleri iyice korkuttu. Glazyev dolarsızlaşmayı, ekonomide devletin lokomotif karakterini savunuyordu. Diğer taraftan Putin’in Glazyev’in rakibi olarak görülen ve neo liberal ekonomiyi bütünüyle uygulamayı öneren Kudrin’e yönelik açık eleştirileri siyasal yöneliminin klasik Rus devlet sınıfları ve halk dengesi üzerinde yürüdüğüne dair umutları canlı tutabilmekteydi. Kudrin, maliye bakanıydı, milyarlarca dolarlık yabancı sermaye kaçışını Putin’in Amerikalı bir fon yöneticisini tutuklamasına bağlıyordu. Görevden alındı. Bütün bu oynaklıklar içinde uluslararası emperyalizm ve Atlantik ittifakı savunucuları kendi zamanlarının gelmesini beklemekteydiler. Emperyalistler kendi gerileme süreçlerinin önemli bir siyasal faktörü olarak Rus ulusal inisiyatifinin ve bunu temsilen Putin’in payının oldukça farkındaydılar. Dolayısıyla Rusya’nın geleceğinde Putin’siz ya da daha genel bir ifadeyle Rus devlet sınıflarının siyasal basıncından yalıtılmış bir iktidar şekillenmesinin koşullarını kollamaktaydılar. 2024’te görev süresi dolduğunda Putin’in yerine geçecek Medvedev’le bu gelişmenin sağlanabilir olma ihtimali oldukça yüksekti. Bu gelişme karşısında Rus devlet sınıflarının yapabilecekleri hamlenin Putin’in görev süresini üçüncü bir periyod için uzatmaktan daha öte olmadığı ortadaydı. Böyle bir ihtimalin gerçekleşmesinin iktidardan püskürtülmekle eş anlamlı olacağı açıktı. 2021’den itibaren giderek sertleşeceği beklenen küresel siyasetin ortaya çıkaracağı sorunları aşmak için kendini zorla iktidara yapıştıran bir siyasal önderliğin yeterli olamayacağı, bunun Rus siyasal yapısında büyük çalkantılara neden olacağı, bunun da emperyalist zorlamalar karşısında büyük zaaflara yol açacağı ortadaydı. Küresel savaş konjonktüründe emperyalizme karşı iç istikrarsızlıktan doğacak telafisi mümkün olmayan kayıpların Sovyet çöküşünden sonra nomenklaturanın bir kez daha uzun yıllar iktidar imkânını ortadan kaldıracağı belliydi. Ancak Putin’in önerdiği anayasa değişiklikleri bütün bu beklenti ve hesapları altüst etti.

İktidar Dengelerinde Kayma

Hazırlığın derin olduğu değişiklik paketinin felsefesinden, önermelerinden ve işlerliğe sokulma hızından anlaşılmaktaydı. Bir çalışma grubunun anayasayı hazırlamakla görevlendirilmesinden beş gün sonra değişiklikler parlamento onayına sunuldu ve kabul edildi. Hazırlıkların yeterince olgunlaşmasına karşın hamle zamanlamasının gene de düşünülenden erken gündeme gelişi Medvedev’in bile dinlerken yerinden sıçramasından ve küresel dünyanın bir şok sessizliği içine gömülmesinden anlaşılmaktadır. Ancak hükümetin açıklanmasından sonradır ki emperyalist dünyadan “Putin darbesi”, “Ocak devrimi” gibi –elbette kötüleyici tarzda- ifadelerle gelişme tartışılmaya başlandı. Bu gözlemler itibariyle konunun, daha önceleri Priştina, Osetya, Kırım ve Suriye’de inisiyatif alma tarzını izlediğimiz Rus devlet sınıflarının Rusya’nın geleceğindeki belirsizliklere karşı benzer tarzda hızlı ve keskin bir müdahalesi olduğunu söylemek pek de yanıltıcı olmayacaktır. Ve bunun Anglosiyonist sistemin büzüşmesinin yol açabileceği büyük bir savaşa karşı hazırlık amaçlı olduğu kolayca görülebilmektedir.

Muhalif analizlerde belirtildiği gibi önerilen anayasal değişikliklerle Rus devlet yönetimi Sovyet presidium sisteminin bir tür uyarlanması haline sokulmaktadır. Başkan ve başbakan üzerinde genişletilmiş yetkilerle düzenlenen merkezi güvenlik konseyi örgütlenmesi bütün yürütme erkini kendine bağlayarak devlet sınıflarının siyasal yönetim ve yönelimler üzerindeki hâkimiyetini güvencelemiş olmaktadır. Medvedev’in bu konseyin başkan yardımcılığına getirilmesi ise bir taraftan Atlantikçilerle dengenin gözetilmesini ama diğer taraftan, Medvedev’in ya başkan olmasının engellenmesini ya da başkan olsa da yetki ve inisiyatifinin kısıtlanarak kontrol altında tutulmasını sağlayarak Avrasyacıları verili dengede daha öne çıkartmış olacaktır. Medvedev yeni değişiklikle icat edilmiş prestijli bir göreve ama aynı zamanda etkisiz bir konuma oturtulmuş durumdadır.

Bu hamlenin gelecekten ziyade verili konjonktürün yönetiminde Putin ve Rus devlet sınıflarına önemli bir avantaj getirdiği de gözden kaçırılmamalıdır. Anglosiyonist emperyalizmin Ortadoğu’dan giderek püsktürtüldüğü bugünkü sürecin küresel savaşlara gebe bir gerilim dinamiğinde ilerlediği göz önüne getirildiğinde giderek bir “topal ördek” statüsüne düşecek Putin iktidarının aşırı derecede zorlanacağı açıktı. Oysa şimdi 2024’e kadar sürecek kısa ama emperyalizmin krizi itibariyle aşırı derecede kritik dönem 2024 sonrasına ait egemenlik özgüveniyle ve siyasal istikrar içinde yönetilebilecektir. Anayasa teklifiyle birlikte hızla yapılan hükümet değişiklikleri hem önümüzdeki birkaç senenin belirsizliğini ortadan kaldırmış hem de sonrasında Putin’in ve Rus vatanseverliğini ideolojik çerçeve olarak kabul eden Rus devlet sınıflarının siyasal hâkimiyetini pekiştirmiş olmaktadır.

Yeni Yönelimin Yönü

Burada Rus devlet sınıflarının vatanseverlik ideolojisine özellikle eğilmek gereklidir. Anayasa teklifinin gündeme gelişiyle Yahudi soykırımının yıldönümü eşzamanlı oldu. Gerici faşist Polonya başbakanının Nazizme karşı Sovyet halklarının zaferini gölgelemek isteyen söylemine karşı hem Putin hem de Dışişleri sözcüsü Zakharova pek de diplomasiye sığdırılamayacak şekilde öyle ağır sözlerle saldırdılar ki Polonya cumhurbaşkanı Holocast’ın lanetlendiği genel seremoniye katılamadı. Görülmektedir ki, Putin ve diğerleri vatanseverlik ideolojisini kurumlaştırmada hiçbir sınır kabul etmemektedirler.

İkinci savaştaki Sovyet vatanseverlik söylemi bugün Rus devlet sınıflarının ideolojik paradigması durumundadır. Bu ideolojik söylemin bugün yeniden yükseltilmesi açıktır ki Rus toplumunun sosyalizmle ilişkisini de güçlendirmektedir. Putin’in değerlendirmeleri de sıklıkla eleştirel ya da onaylayan konumda Lenin ve Stalin parantezinin içine düşmektedir. “Çar devletini cilalamak” gibi Lenin’in eleştiri aralığından Rus devletini güçlendirecek tarzda Stalin’e sahip çıkışı ve bu zeminde askeri savunma konseptinin saldırı esaslı kurulması bugünkü Rus devlet sınıflarının organik aidiyetinin dayandığı Sovyet mirasını her türlü iradenin dışında topluma taşıyıcı olmaktadır. Gerekli referanslar o tarih içinde bulunup güncellenmektedir. Rus toplumunda sosyalist geçmişe ve önderlere bağlılık yavaş ama istikrarlı bir yükseliş göstermektedir.

Bu bağlamda yeni hükümette savunma (Shoigun) ve dışişleri (Lavrov) gibi Avrasya egemenliği çizgisindeki kadroların tümü değişmeden kalmış durumdadır. Bu sabitlikler küresel bağlamda Rus askeri ve politik süreçlerinin değişmeden devam edeceğini göstermektedir. Askeri ve politik kadrolar değişmeden kalırken başbakanlığa siyasal kimliğinden ziyade vergilendirme yöntemlerindeki başarısıyla bilinen Mihail Mişustin’in atanması ise önümüzdeki dönem Rus devlet sınıflarının en az savunma ve dış politika gibi bir ağırlıkla ekonomik temelde iç politikaya da yöneleceklerini işaret etmektedir. Açık ve anlaşılırdır; devlet sınıflarının vatanseverlik paradigmasının toplum tarafından benimsenmesi devletle toplum arasındaki yabancılaşmanın ortadan kaldırılmasıyla mümkündür. Rus devlet sınıflarının yeni dönem felsefesi ve politik yönelimleri geçmiş süreç itibariyle oldukça sorunlu olan bu alana göre şekillenmektedir.

Analizciler yeni hükümetin her biri kendi alanında başarılı ve büyük bir ağırlıkla devlet kurumlarından gelen teknokratlardan oluştuğunu söylüyorlar. Atlantikçi kadrolardan Maliye bakanı Anton Siluanov görevinde kalmışsa da başbakan birinci yardımcısı görevinden alınıp bu göreve Andrei Belousov’un getirilmesiyle iç dengeleri fazla kurcalamadan ekonomideki kontrolün de Avrasyacı kanada geçtiğini saptıyorlar.

Burada vurgulanması gereken şey Avrasya eğiliminin böyle bir iktisadi sorumluluk ve yükümlülük altına girdiği dönemin gene bu kadrolar tarafından son derece zorlaylıcı olacağının öngörülmesidir. Bu öngörü itibariyle emperyalist pazarla uzlaşma değil ona meydan okuyarak ayakta kalmak tercih edilmektedir. IMF başkanı Georgiava’nın küresel ekonominin hızla 30’ların “Büyük Buhran” sürecine doğru ilerlediğini söylediği günlerde Putin Amerikan askeri yapısından ziyade 23 trilyonluk borç yüküne dikkat edilmesini ifade ediyordu. Rus ekonomisi geride kalan dönem boyunca dolar rezervlerini tüketerek, petrolün varil fiyatının 40 dolar üstünü tasarrufa ayırarak altın rezervlerini güçlendirmişti. Şimdi bu hazırlıkların elverirliği içinde Putin, Mişustin’i görevlendirirken “vatandaşların refahını artırma ve devleti güçlendirme” yi “ulaşılabilir hedefler” olarak yeni hükümetin önüne koydu; Mişustin de halkın yaşam seviyesini iyileştirme kapsamında çocuklu ailelere destek, sağlık ve eğitim reformları ve sosyal yardım gibi programlar üzerine tekmil tekrarı yaparak görevi devralmış oldu.

Komşuda Pişen, Bize Düşen

Bütün bu veriler üzerinden anlaşılmaktadır ki Rusya’da kapitalizm Rus devlet sınıflarının öncülüğünde bir devlet kapitalizmi olarak kendini iktisadi, siyasal ve sosyal zeminde daha da güçlendirme yoluna girmektedir. Koşullar el verdiğince sosyalize edilen, özel sermayenin tekelciliğine yol verilmeyen bir devlet kapitalizmi işlerlikte olacaktır. Mişustin özel sermayenin kayıt dışı birikime yol vermeyecek tarzda yerinde denetlemeyi %0.18’e düşüren bir sistemin kurucusu olarak görev almıştır. Daha gelişkin ölçüler içinde olmakla birlikte Rus devlet kapitalizmi Türkiye’de cumhuriyet kapitalizminin başlangıç konağındaki iç devinimleri taşıyor görünmektedir ve bunun haliyle bir geçiş devleti olduğu söylenebilir. Bu sürecin doğrusal gidişi sermaye merkezileşmesi ve yoğunlaşması itibariyle ve tekelci piyasanın rekabet basıncı altında Rus devlet kapitalizminin bir finans kapital fideliğine dönüşmesidir.
Ancak açıktır ki anglo siyonist emperyalizm tarafından dünya pazarı hâkimiyetinde doğrudan hedefe oturtulmuş Rusya’nın egemen yöneticileri olarak devlet sınıfları ideolojik ve siyasal egemenliği taşıyabilecek bir toplumsal bütünleşme çarkını işletmeyi ısrarla sürdürmek zorunda kalacaklardır. Bu zorunluk itibariyle geçiş süreci ivmesinin bir miktar düşük olması önemli bir ihtimal payı taşıyacaktır. Bir başka açıdan ve başka sözlerle yineleyecek olursak durum aynı zamanda şöyle ifade edilebilir: Neoliberal sistemin bütün sorunlarıyla tıkanmaya başladığı ve yeni birikim modeli olarak post-neoliberal arayışların öne çıkmakta olduğu bir dönem içindeyiz. Post- neoliberalizmin ekonomide devlet ağırlığını talep eden ve halkın devletle yabancılaşmasını öteleyen politik gerekleri Rus devlet kapitalizminin finans kapital egemenliğine dönüşmesini geciktiririci olabileceği gibi anılan geçiş sürecini dünyanın ekonomik kaos sürecinden çıkışına koşullanmış bir vadeye yayabileceğini şimdiden söyleyebiliriz.
Tersinden bir bakışla bu durumun bir yanıyla Rus proletaryası ve Rusya halklarında Sovyetik hafızanın canlanmasına yol açması da azımsanmayacak bir ihtimaldir. Ama biz daha içe dönük bir bakışla Rusya’daki öngörülebilir gelişmelerin bizim devrimimize tahvilini ele alacak olursak, Rus devlet kapitalizmindeki verili gelişme anglosiyonist emperyalizmin bölgesel yayılmasına getireceği engelle birlikte, bizim stratejik planlamamızın dolaylı dış yedek güçler kaleminin bugünkünden daha kötü olmasına imkân tanımayacağı gibi daha iyisinin ortaya çıkmasını da umut olarak önümüze koyabilmektedir.

Paylaşın