“Söylenildiği kadar baskı olduğunu düşünmüyorum. Bundan daha açık bir toplum görmedim ben. Bir kere böylesine bir iletişim çağında yaşarken, sosyal medya hayatımızın bu kadar içindeyken kim kendini baskı altında hissedebilir ki? Kimse baskı altında değil, bilakis herkes fazla özgür. Çok fazla atıp tutuyorlar.”
Yeşilçam filmlerinin ünlü aktrisi Hülya Koçyiğit, Posta Gazetesi’ne verdiği demeçte günümüz Türkiyesi’yle ilgili yukardaki sözleri sarfetmiş ve gündem olmuştu. Bu demecin üzerinden Hülya Koçyiğit döneminin Yeşilçam Sineması’na bir göz atmakta fayda var. Çünkü dönemin sineması genel hatları itibariyle egemenlerin politikalarını besleyen bir şekle sahipti.
Türkiye’de sinema seyircisinin taleplerine baktığımızda genellikle komedi ya da dram filmlerinin rağbet gördüğünü görüyoruz. Ancak popüler yapıtları incelediğimizde sinema seyircisinin ilgi alanları ve taleplerine bakıp, birtakım çıkarımlar yapabilmek pek tabi doğaldır. Recep İvedik gibi “kabalığın sinemasının” ana akım tarafından tutulduğu ve desteklendiği şu günlerden geriye gittiğimizde aslında durumun çokta farklı olmadığını görüyoruz. Bugün çeşitli imkanlar ve imtiyazlar tanınan filmlerdeki karakterler ve hikayeler iktidar politikalarıyla ve yaratılmak istenen “Yeni Türkiye İnsanıyla” birebir örtüşmektedirler.
Sinema, tiyatro, edebiyat gibi sanat dalları tarih boyunca muhalif olan, sorgulayan, direten ve üreten insanların kendilerini ifade biçimleri olmuştur. Ancak tersinden yönetenlerin de hegemonyalarını sağlamalarında araç olarak kullanılmışlardır. Sanatın bir propaganda aracı olarak kullanılıp, kullanılmaması gerektiği farklı bir tartışmanın konusudur. Ancak ana akımının amaçları için sanat, korkunç derecede bayağı ve ahmakça sonuçlar verebilmektedir.
Yeşilçam Sineması’ndaki klişeler dar bir eksene sıkışmış ucuz bir romantizmin portreleridir ve biat kültürüne hizmet ederler.
Zengin-Fakir Çatışması
Bir dönemin neredeyse bütün filmlerine riayet eden temel çıkış noktasıdır. Filmlerdeki fakirleri çoğu zaman yoksulluğa rağmen mutlu ve umutlu görürüz. Buradaki umut bir mücadele arzusundan doğmamıştır. Boş bir umuttur. Karakterler genelde hayatın akışında sürüklenir ve gerçek kahramanını/kahramanlarını beklerler ve Allah’a dua ederler. Zenginler ise gaddar ve kural tanımaz insanlardır. Fakir insanları görmezden gelirler, yollarına çıktıklarında ise hayatı onlara zindan ederler. Fakat bir şekilde absürt mucizeler oluşur ve gelişir. Fakir insanlar gururlarıyla ve “insanlıklarıyla” zenginleri yenerler. Ya kendileri de zengin olurlar (ama “iyi zengin” olurlar çünkü fakirlikten gelmişlerdir) ya da zenginler gibi kirlenmektense fakir ama mutlu hayatı tercih ederler, zenginlere iki çift laf edip, onlara hayatı sorgulatırlar.
Hastalık gibi felaket temaları
Yeşilçam romantizminin klişelerinden biri daha aşıkların felaketler geçirmeleridir. Bu bazen trafik kazası bazen tüberkülozdur. Aşk ve ölüm gibi sıkça yan yana getirilen iki olgu komik denilebilecek hikayelerle servis edilir. İzleyenler karakterlerle kendilerini özdeşleştirip, gözyaşlarını tutamazlar.
Cehalete gülmek
Komedi türündeki filmlerde ise ana karakterler genellikle “olmamaları” gereken statülerde olurlar (bir kadının şoför olması ya da yine bir kadının maço erkek gibi davranması vs). Ya da güldürü unsuru “bilmemektir”. Kısaca cehalet yani. Şimdiki komedi filmlerine de baktığımızda genel hatlarıyla çizgilerinden çokta taviz verdiklerini söyleyemeyiz.
Kadercilik
Dönem Türkiyesi’nin sanayileşmesinin ivme kazandığını baz aldığımızda köyden kente göçün müzik ve sinemaya da yansımalarının olduğunu görebilmek mümkün. Müzikte arabesk sinemada ise boş umutlar kadercilik başlığında birbirlerini tamamlıyorlar. Hatta dönemin arabesk sanatçıları bir çok filmde başrol oynayıp, hemen hepsi aynı hikayeyi farklı senaryolarla canlandırmışlardır.
Peki bu senaryolar ve yapımlar neden bu kadar popüler oldu? Yapımcı ve yönetmenler neden yıllarca bu klişe hikayelerle filmler çektiler? Çünkü sansür perdesine takılmadılar. Dönem Türkiyesi’nin baskıcı ve otoriter yapısı bu eserlerden zarar görmedi. Çünkü temelinde kadercilik, razı gelme ve biata dayalı temalar işlenmekteydi. Aynı zamanda bu herkes için para da demekti. Tıkır tıkır işleyen bir çark: Türkiye endüstriyel sinema sektörü. Hem izleyici alt metne maruz bırakılıp, sisteme dair düşünmesinin önüne geçiliyor hem ucuz romantizmle sinema salonları doldurulup, para kazanılıyordu.
Hülya Koçyiğit’in sanat hayatı bir çok ödülle dolu. Kariyeri Metin Erksan gibi kıymetli bir yönetmenle ve beraberinde ödüllerle başlamış ama ne yazık ki bugün klişe yeşilçam filmlerinin ucuz romantik karakterleriyle hatırlanmaktadır. Bir zamanlar hizmet ettikleri bu algıya karşı didiklerseniz illa ki istisnai işlerini bulabilirsiniz ancak genel hatlarıyla kendisi kaderci ve biatçı sinemanın oyuncusudur.
Sanat yaratıcılık temelli bir olgudur. Yaratıcılık ise bireydeki ifadeyi ve yorumu besler. Toplumdaki nitel değişimler dönemin sanatına yansır. Bu bazen sansüre karşı sanat hareketini bazen de toplumcu eserleri doğurabilir. Bazen anlaşılmazlık merkezde olabilir bazen de aforizmaları gözünüze sokulabilir. Bunun bir kalıbı yoktur. Türkiye’de gerçek sanat olması gerektiğinden çok uzaktadır ve devlet eliyle yozlaştırılmaktadır. Böyle bir dönemde toplumun sanatçı üretebilmesi istisnai örneklere kalmıştır. İktidarlar ise kendilerini doğrulayacak ve destekleyecek suni bir aydın zümresine her zaman ihtiyaç duyarlar. AKP döneminde bu durum Şafak Sezer, Uğur Işılak, Şahan Gökbakar klasmanında sanatçılarla denenmiştir. Başarısızdır. Geçmişin ünlülerini ısıtıp ısıtıp servis etmeleri bundandır. Gerçek sanatçılar ve entelektüeller tıpkı geçmiş dönemlerde Yılmaz Güney, Tuncel Kurtiz, İhsan Yüce gibi büyük isimlerin başardığı gibi kendi eserleri ve fikirleriyle tarihte yer edineceklerdir, sanat düşmanlarının korkusu mücadelenin de simgeleri olacaklardır.
Nasıl bir toplum içerisinde yaşadığımızı görebilmek için alim olmaya gerek yok. Binlerce öğrencinin ve onlarca gazetecinin tutuklu olduğu, her türlü fikrin ve görüşün açıkça yasaklanabildiği ve bunların yasalaştırılabildiği bir ülkede yaşıyoruz. Ama mucizeler sadece ucuz filmlerde olurlar ve biz ucuz bir filmin içerisinde değiliz. Burada mücadele de hayat kadar gerçek.
