Gündem

“Aynur’un izinden militan kadın mücadelesi ve öncülük”

Kadın Kömünarlar Birliği/Kadın Özgürlük Gücü (KKB/KÖG) 9-16 Mayıs Ölümsüzler Haftası‘nda ölümsüzleşen kadın yoldaşlarını da anarak militan kadın mücadelesi ve öncülük üzerine bir yazı yayınladı.

“Aynur’un izinden militan kadın mücadelesi ve öncülük” başlıklı yazıda devrim, sosyalizm ve kadın kurtuluş mücadelesinde ölümsüzleşen kadın yoldaşlarının deneyimleri hatırlatılarak “Cemre kadın eylemine saldıranlara karşı elindeki mor bayrağını, Aynur faşistlere karşı törpüsünü, Asiye ve İdil barikatlarda sloganlarını erkek egemenliğine karşı bir silah olarak kullanmayı bilmiştir. Aynı kadınlar kahkalarıyla, danslarıyla ve şarkılarıyla toplumsal cinsiyet rollerine karşı isyanı yükseltmişlerdir. 8 Mart Taksim Feminist Gece Yürüyüşü eylemlerinden, Rojava cephelerine yankılanan aynı özgürlük tutkusudur.” denildi.

Yazının tamamı şöyle:

“Dünyanın her yerinde patriyarkal kapitalizme karşı çeşitli mücadele biçimlerinde devrimci kadınlar mücadelenin devamcısı, öncüleri ve kurucuları olarak yer almışlardır. Nasıl ki proletarya için zaferi kazanmak kendiliğinden olmayacaksa, kurtuluşunu ancak proleterya partisi öncülüğünde kendi zor gücüyle kazanacaksa, kadınlar da kendi kurtuluşlarını ancak kendi özgün mücadeleleri ve örgütlülükleri ile kazanabilir.

Marksizmin güncelliğini koruyan, zor ve baskı aygıtlarının, ezme ve ezilme ilişkilerinin ancak zor yoluyla yıkılacağı temel teziyle verilen direnişlerde ve gerilla mücadelelerinde kadınlar tarih boyunca her zaman yer almışlardır. Tupamarolar’da, Sandinistler’de, Zapatistalar’da, RAF’da, Japon Kızıl Ordusu’nda, FHKC’de savaşan kadınlar patriyarkal kapitalizme karşı silahlı mücadelenin tarihsel örnekleridir. Keza yakın tarihte Türkiye ve Kürdistan coğrafyasında ortaya koyulan devrimci savaş pratiği içindeki kadın özneler de aynı tarihsel sorumluğu üstlenmişlerdir.

Kendini kayıtsız, koşulsuz devrimci mücadeleye ve kadın mücadelesine adamış devrimci kadın öncülerin tarihin akışına yön verecek olan pratikleri, kadın kurtuluş mücadelesi ve proletaryanın kurtuluş mücadelesinin bütünleşmesinin özüdür. Silahlı mücadelenin siyasal bir mücadele olduğu, tüm sömürü ilişkilerini ortadan kaldırmayı hedefleyen politik mücadelenin devamı olduğunun suretidir.

Devrimci zor ve devrimci zor aygıtlarında kadın kurtuluş perspektifiyle mücadele eden kadınlar, ellerinde silahlarıyla erkek egemenliğe, militarizme, devlete karşı içsel ve dışsal yürüttükleri mücadeleleriyle bizlerden koparılmış, bizlere yabancılaştırılmış, kadın ve savaşmak, yönetmek, komuta etmek kavram ve pratiklerini ‘erkeklerden’ zorla kopararak kazanmışlardır.

Patriyarkal kapitalizmin yıllardır ön plana çıkardığı ‘mağdurlaştırılan’ kadın figürüne karşı savaşçı kadınlar güçlü bir isyan ediş biçimi olarak öne çıkmışlardır. Bu açıdan kadınların tüm yöntem ve araçları kendi kurtuluş hedeflerine ulaşmanın bir parçasıdır. Slogan atmakdan tutalım silahlı direnişe kadar kadın kurtuluş mücadelesinin bu anlamda bir bütünlüğü vardır. Toplumsal mücadeleler tarihi boyunca kadınların her isyanında ve bu isyanlardaki var oluş biçiminde erkek egemenliğine derinden bir karşı çıkış söz konusudur.

Ezilenlerin hafızasında yer eden her tarihsel dönemeçte mücadeleyi taşları, sloganları, bayrakları ve silahlarıyla devralmış sayısız kadın devrimci ve direnişçinin izleri mevcuttur. Tarihin ezme ezilme ilişkilerinin nihayetinde sınıf savaşımları tarihi olduğundan yola çıkarak aynı tarihin kadınların direniş tarihi olduğunu vurgulamak gerekir. Mevcut ezme ezilme ilişkileri ve baskı mekanizmalarıyla gelişkinleşmiş kadın sömürüsü her ne kadar ısrarla mevcut sınıf mücadelelerinde görünmez kılınmış olsa da kadınlar adeta tırnaklarıyla kazıyarak kendi mücadele deneyimlerini tarihin ve erkekliğin ‘tozlu, kirli ‘ raflarından özenle ayırmış ve yaratmışlardır. Kadınlar kendi tarihlerinin yazımını, alışagelmiş anlamı itibariyle- vakanüvis* icrasıyla değil mücadeleleri, pratikleri, kazanımları ve öncülükleriyle örmeyi becermişlerdir. ‘71 Paris Komünü’nde göğün zaptına çıkmaktan geri durmayan kadınlar, 1917 Mart’ındaki grevleriyle Ekim Devrim’nin ‘fitilini’ ateşleyen St. Petersburg tekstil fabrikası kadın işçileri, Rojava’da IŞİD ve T.C ordusuna karşı amansız bir savaş veren kadınların mücadelesi farklı coğrafyalarda farklı görüngelerdeki düşmana karşı yürütülmüş olsa da özü itibariyle aynı savaştır. 1848 Haziran Ayaklanması’nın proleter sokak barikatı savaşında, yanı başındaki yoldaşı vurulunca bayrağı kaparak muhafızların üzerine yürüyen isyancı kadın ve Serkaniye barikatılarında aynı bayrağı kapıp düşmanın üzerine yürüyen Aynur’un mücadelesi birdir.

Ölümsüzleşen komünar kadınlar; Aynur, Cemre, İdil ve Zahide aynı tarihin özneleri, aynı direniş tarihinin devamcılarıdır. Mücadeleyi sürdüren diğer kadınlar gibi onlar da ısrarla koparılmaya ve ayrıksılaştırılmaya çalışılan kadın kurtuluş mücadelesinin sınıf mücadelesiyle bağını, kadınların silahlı mücadelesinin ve eyleminin güncelliğini bir kez daha göstermişlerdir.

Bu bağlamda tarihsel düşmanlarımızsa doğrudan erkek egemen sömürünün devamlılığını sağlayan tüm kurum ve araçlar, dolayısıyla erkek iktidarlar ve güncel olarak patriyarkal kapitalizmdir.

AKP-MHP faşizmi patriyarkal kapitalizmin kendi coğrafyamızda cisimleşmiş halidir. Faşizmle mücadele, kadınların kurtuluş mücadelesinin bir parçasıdır. Şiddetin, özellikle de erkek şiddetinin sürekli üretildiği AKP-MHP faşizminin, neo liberal politikalarıyla kadınların tüm yasal ve yaşamsal hakları tehdit altındadır. Sömürünün yeniden üretimi kaçınılmaz olarak baskıya dayalıdır. Mevcut iktidar açısından bu sömürünün devamlılığı kendi bekasıyla bütünleştiğinden, baskı hayatın her alanına sızmıştır.

AKP-MHP faşizmi için ne imzacısı olduğu uluslarası anlaşmaların ne de mevcut anayasasında yer alan yasaların herhangi bir karşılığı yoktur; bunlar erkek iktidar için bir çırpıda vazgeçilebilir yahut hiç uygulanmayabilir maddelerden ibarettir. Erkek devlet aygıtı, karşısında bir kadın isyanı ve baskısı görmediği müddetçe çıkardığı yeni yasa maddeleriyle her fırsatta kadınları hedef almaktadır. Tüm uygulamaları ve yönelimleriyle apaçık ortadadır; AKP-MHP faşizminin varlığı karakteristik olarak erkek egemenliğine ve kadın sömürüsüne dayanır. Kadının emek sömürüsü özel ve kamusal alanda derinleşmiştir. Kadınların üzerindeki erkek tahakkümü her anlamda artmıştır. Devlet tüm mekanizmalarıyla kadının emek ve beden sömürüsünü yoğunlaştırmaktadır.

AKP-MHP faşizminin özgürlüğe, karşıtlığa, direnişe tahammülü yoktur. Halkların, işçi sınıfının, doğanın ve kadınların düşmanıdır. Özellikle kadın isyanına, kadın direnişine ve savaşçı figürüne karşı, siyasi ve askeri olarak sürekli saldırı halindedir. Onlar için kadınlar tevekkül eden, sömürüsü ‘doğallaşmış’ canlılardır. Tıpkı Hitler’in Nazi Ordusu gibi kadın devrimci ve savaşçılarını doğanın ve fıtratın ‘bozulması’ olarak görürler. Kadını saran toplumsal rolleri pekiştirirler, kendi toplumsal mühendisliklerinde bu roller öyle sıkı sıkıya çizilmiştir ki bu çizginin dışına çıkan kadınlar her defasında onlar için büyük tehlike arz etmiş, ‘hizaya’ getirilmek istenmiştir.

Bu nedenle daimi olarak erkekliği beslemiş, kadın katillerine ‘özgürlük’ dağıtmaktan, yeni katliamlara fırsat yaratmaktan, taciz ve tecavüzleri meşrulaştırmaktan geri durmamıştır. Yayılmacı, sömürgeci işgallerinde kadın ve insanlık düşmanı IŞİD ve türevi çetelerle işbirliği yapmakta beis görmemiştir. Türkiye’de sokak ortasında kadınlar katledilirken, bölgede kadınlar köle pazarlarında satılmıştır. AKP-MHP faşizmi bölgesel kadın düşmanı gerici güçlerin destekçisidir.

Pandemi süreci faşizmin ve patriyarkal kapitalizmin bu karakterini bir kez daha su yüzüne çıkarmıştır. Güvenli diye işaret ettikleri evler yıllardır kadınları hapsetikleri dört duvarlardır. Koronavirüs bahanesiyle kadın katilleri, taciz, tecavüz, istismar suçluları salıverilmiştir. Serbest bırakılan erkeklerin devlet desteğiyle ‘yarı bıraktıkları’ saldırılara devam ettikleri hemen hemen her gün haberlere yansımıştır. Yaşanan emperyalist kapitalist bunalıma ek olarak pandemi etkisiyle derinleşen ekonomik krizin etkisiyle ilk işten çıkarılan yine kadınlar olmuştur. Kadınlar ekonomik anlamda zorunlu olarak aileye mahkum edilmiştir. Keza pandeminin yani dünyaya yayılmış ‘hastalığın’ kaçınılmaz karşılığı bakım emeği dolasıyla kadın emeği sömürüsüdür.

Tüm bunlardan dolayı kadınların kendi özgürlüklerini, yaşam haklarını kazanması, ağırlaşan emek, beden ve kimlik sömürüsüne karşı kazanımları AKP-MHP faşizmine karşı mücadeleyle mümkündür.

Faşizme ve erkek egemenliğe karşı militan kadın mücadelesi

Saldırı altındaki tüm kazanımlarımıza sahip çıkabilmek ve sonal olarak erkek egemenliğine son verebilmek, özgürlüğümüzü kazanmak için kadın mücadelesini yükseltmemiz ve kaçınılmaz olarak verili mücadele yöntemlerini zorlamamız gerekir. Eylem, Asiye, İdil ve Aynur’un mücalede rehberliğiyle inşaa edilecek kadın komünarcı mücadale tarzını yaygınlaştırmak, bize ‘nefes alma’ hakkı tanımayan erkek egemenliğine karşı kendi nefes alanlarımızı yaratmak demektir. Kadın komünarcı ruhla bizi kuşatan erkek egemenliğin tüm baskı mekanizmalarına karşı isyanımızı güçlendirmek, öncüleşmek yani özetle Aynurlaşmak bizi zafere götürecektir.

Patriyarkal kapitalizm bize evden, okuldan, sokaktan, mahkemeden, cepheden saldırıyorsa hepsinden karşılık bulmalıdır. Mücadelenin hiçbir biçimini dışsallaştırmadan, ehemsizleştirmeden, küçümsemeden hapsedildiğimiz mevcut sınırları zorlayan militan kadın örgütlülüğünün zemininde mevziler kazanmalı, kadın dayanışmasının gücüyle kadın isyanını büyütmeliyiz. Bu isyanı büyütmek saflarda, barikatlara herkesten önce koşmak; Aynur olmak, Eylem, Asiye ve İdil olmak demektir.

Kadın öncülüğünde Aynur olmak demek donanımlı, yılmaz bir Kadın Komünar olabilmek, kadın perspektifiyle öncüleşmek, komutanlaşmak, her zeminde kadın dayanışmasını örebilmek demektir. Gerçek manasıyla devrimci kadınların içinde var olan ve hiç de birbiriyle zıtlaşmayan bu özellikleri kendinde bütünleştirmek, anlık kargaşaya gömülmeden ileriyi görebilmek ve her alanda ileriyi zorlayabilmektir. Evin, ailenin, patriyarkal sistemin bize sunduğu ‘kadınlık’ rollerinin dışına çıkarak, kadın özne olabilmeyi zorlamak, mücadelenin yine sistem tarafından belirlenmiş sınırlarını bozabilmeyi hedeflemek ve kadın komünar öncüleşmeyi kendinde gerçekleştirmek demektir. Aynurlaşan kadın öncüler, patriyarkal sömürüye karşı kadınların adalet, özgürlük ve kurtuluş mücadelesinin araçlarını birbirinden koparmadan, politik özneleşmeyi ve taaruzu esas alan bir tarzla hareket etmeli, var olanla yetinmeyip ‘zora’ meyledebilmeli, zoru inşaa etmelidir. Kadın komünarlar, tüm kadın mücadelesi pratiğini kendi mirası olarak görür, kurtuluşu için sosyalizm ön koşullu mücadeleyi benimser. Mücadelede zoru araç olarak kullanabilmeyi, alışagelmiş eylem biçimlerinin dışına çıkabilmeyi yeniden ve yeniden kazanabilmeyi hedefler. Kadınlara yaşamın bir parçası olarak dayatılan, erkek ve devlet tarafından sürekli uygulanan şiddete karşı ‘kitlesel’ ve örgütlü şiddetin öncüsü ve uygulayıcılığı pasifist, kendiliğindenci, reformist eylemsel hattan kendini ayrıştırmayı gerekli kılar. Kadın komünar öncüler, bu ayrışmanın işaretidir. Kadın komünar özneler, kadın mücadelesini ‘tali’ görme ve ‘bölme’ haline karşı çıkıştır. Kadın komünar öncüler kadın perspektifiyleriyle savaşmanın hiç de erkek işi olmadığını, erkekleşmeden mücadele etmenin yöntemlerini, stratejik olarak kadın kurtuluş mücadelesini ‘küçük burjuva’ görmenin ne denli büyük bir yanılgı olduğunu kanıtlamışlardır.

Cemre kadın eylemine saldıranlara karşı elindeki mor bayrağını, Aynur faşistlere karşı törpüsünü, Asiye ve İdil barikatlarda sloganlarını erkek egemenliğine karşı bir silah olarak kullanmayı bilmiştir. Aynı kadınlar kahkalarıyla, danslarıyla ve şarkılarıyla toplumsal cinsiyet rollerine karşı isyanı yükseltmişlerdir. 8 Mart Taksim Feminist Gece Yürüyüşü eylemlerinden, Rojava cephelerine yankılanan aynı özgürlük tutkusudur.

Kadın devrimci ve öncülerin mirasıyla kadın özgürlüğü için mücadele eden tüm direnişçilerin ve kadın özgürlük güçlerini açığa çıkaranların izlerinden yürüyerek kadın kurtuluş mücadelesini büyütmeliyiz. Onların mirası kendilerini görmezden gelen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne karşı kendi haklarının peşinden koşan süfrajetlerden, özel olanın politikliğini bilince çıkarıp kendi sömürülerinin maddi kökenlerini ortaya koyarak buna karşı mücadeleyi ideolojik ve pratik yükseltenlerden, Ulrike Meinhof, Clara Zetkin, Nadejda Kruspkaya, Aleksandra Kollontai, Sakine Cansız, Leyla Halid, Arin Mirkan, Ivana Holfmann, Meryem Recavi, Aynur Ada, Cemre Heval, İdil Güler ve Zahide Rosa Suk’la aynı cesaretle yol yürümektir. Kadın komünarların izinden tüm erkeklik biçimlerine karşı mor bayrağı yükseltmeli, onların bıraktığı yerden hayatın her alanında aynı ruhla Aynurlaşmalı, Cemre, İdil, Ceren ve Zahideleşmeliyiz.”

Paylaşın