Cenk Ağcabay, Gündem, Umut Yazıları

“Yeni Normal” ve Sınıfa Karşı Sınıf – Cenk Ağcabay

İngiltere’nin Telegraph gazetesi, “Açığa çıkarmış”…

İngiliz hükümetine koronavirüs konusunda danışmanlık yapan bilim heyetinin başındaki Sir Patrick Vallance, GlaxoSmithKline adlı sağlık tekelinin hissedarıymış. 2012 ile 2018 yılları arasında şirketin araştırma bölümünün başkanlığını yapmış. İngiliz hükümeti salgın sürecinde koronavirüse karşı aşı geliştirme projesi için bu şirketle sözleşme yapmış. Bu durumun “açığa çıkması” üzerine İngiliz kamuoyunda sorular sorulmaya başlamış. “Bu çıkarların çatışması” değil miymiş? Hükümet ise yaptığı açıklamada, ortada “bir çıkar çatışması” bulunmadığını, Sir Patrick Vallance’ın hükümete konuyla ilgili tavsiyelerde bulunan bilimsel danışma heyetinin başında olduğunu, koronavirüs aşısıyla ilgili ticari karar alma süreçlerine dahil olmadığını belirtmiş. Yani Vallance insanlığa ve ülkesine duyduğu sorumlulukla sadece “saf bilimle” uğraşıyor, meselenin ticari boyutlarıyla ilgilenmiyormuş. Tabii “saf bilimle” uğraşırken, hissedarı olduğu şirketin yeni sözleşmeyle elde ettiği yüksek kardan payına düşeni alacak.


Salgın sürecinde hükümetlere “bilimsel” olarak yol gösteren “bilim heyetleri” son derece görünür hale geldi. Bu “bilim heyetlerinin” esas olarak tekelci şirketlerin hissedar ya da yöneticilerinden oluşması istisna değil bir kural. Finans-kapitalizmin dünyasında başka türlüsü şaşırtıcı olurdu. Trump Mayıs ayında ABD’de koronavirüs aşısı geliştirme projelerinden sorumlu hükümet kurumunun başına GlaxoSmithKline’ın eski yöneticisi Moncef Slaoui’yi getirdi. Slaoui’nin bu göreve gelebilmesi için yasal mevzuat gereği elindeki 12 Milyon dolar tutarındaki GlaxoSmithKline hisselerini satması gerekiyordu. Slaoui’nin “bu hisselerin emekliliği olduğunu” açıklayıp hisselerini satmayı reddetmesi üzerine Beyaz Saray ona “özel bir statü” tanıdı ve göreve başladı. Amerikan hükümeti aşı sözleşmelerinden birini GlaxoSmithKline ile imzaladı ve aşı geliştirme çalışmaları için şirkete 2.1 milyar dolar ön ödeme yaptı. (Trump’s vaccine czar refuses to give up stock in drug company that benefits from his government role, Alternet, September 25) Amerikan basını da İngiliz basını gibi, burada bir “çıkar çatışması” olup olmadığını soruyor.
Finans-kapitalizmin dünyasında “çıkar çatışması” ancak tekelci şirketlerin “çıkarları” tehlike altına girdiğinde söz konusu olabilir ve zaten tüm “bilim heyetlerinin” onun hissedar ya da temsilcilerinden oluşması çıkarlarının güçlü kontrol mekanizmaları aracılığıyla garanti altına alınmasının ürünüdür. Bir kez daha belirtmek gerekir; Finans-kapitalizmin dünyasında başka türlü olması mümkün değildir, bu dünyada “saf bilim”, “halktan yana bilim” aramak abesle iştigaldir. Tıp bilimi tekelci sermayenin kontrolü altındadır. Tıp bilimi halk sağlığı için değil tekelci sermayenin çıkarlarının korunması ve geliştirilmesi için vardır.


Hükümetler salgın sürecinde sektörün tekelci şirketlerinin temsilcilerinden oluşan “bilim heyetlerine” “danışıyorlar” ancak bir de Bill Gates türü ulus-ötesi ölçekte danışılan küresel aktörler var.
Bill Gates’in aşı geliştirme çalışmalarındaki nüfuz alanı sınırları aşıyor. Kolay değil, Bill Gates’in vakfı ABD’nin ilişkilerini dondurmasının ardından Dünya Sağlık Örgütünün en büyük fon sağlayıcısı konumuna geldi. Şu anda dünyadaki hiçbir devlet Bill Gates’in vakfının Dünya Sağlık Örgütü’ne sağladığı mali fonların yanına dahi yaklaşamıyor. Bill Gates aşı alanındaki faaliyetlerini ve Dünya Sağlık Örgütü ile ilişkisini insanlığa duyduğu sorumlulukla açıklıyor. Onun bilişim sektöründe zirveye tırmanış öyküsü hakkında epeyce yazıldı, çizildi. Dünyanın en büyük birkaç kapitalistinden biri olan Gates’in insanlığa karşı ne tür sorumluluklar duyduğu bilişim sektöründeki pratiklerinden çok iyi biliniyor.


Vallance’ın “saf bilimiyle”, Gates’in insanlığa duyduğu sorumluluk aynı kapsam içindedir. Tekelci kapitalizmin dünyasında belirleyici olan tek unsur şirketlerin daha fazla kar elde etmesi ve hissedarların daha büyük servetlere ve güce ulaşmasıdır. Bu yolda her şey meşrudur. Gates, insanlığa duyduğu sorumluluk kapsamında bilişim sektöründeki faaliyetleriyle yetinemez, bir taraftan İngiltere’de özelleştirilen hapishaneleri işletir diğer taraftan da aşı üretimine el atar. Bu durum gerçekte Finans-kapitalizmin temelini oluşturan tekelci sektörel genişleme ve yayılma eğiliminin ürünüdür.


Salgının ve eve kapatmaların tepe noktasını gördüğü günlerde Nisan ayında konuşan New York Valisi Andrew Cuomo, Gates Vakfı’yla “Eğitimi Yeniden Keşfetmek” başlığında bir ortaklık kurduklarını duyurdu. Bill Gates’in “vizyoner” olduğunu vurgulayan ve konuşmasında Gates’in “sahip olduğunuz tüm bu teknolojiye rağmen neden bu fiziksel sınıflar, bu binalar” sözünü aktaran Cuomo, “pandemi Gates’in düşüncelerine katılmak ve bu düşünceleri geliştirmek için tarihsel bir moment yarattı” demişti. “Tarihsel moment” yaratan pandemi, Gates’in insanlığa duyduğu büyük sorumlulukla yeni alanlara açılmasına olanak sundu. Son yıllarda yoğunlaşan emperyalist müdahalecilik yeni bir kavramın sıkça kullanılmasına neden olmuştu: Hibrid Savaş. Hibrid Savaş kavramı, emperyalist müdahaleciliğin yeni savaş yöntemleri ve yeni enstrümanlarla geliştirilmesi nedeniyle üretilmiş ve yaygın kullanılmaya başlamıştı.


Pandeminin yarattığı “tarihsel momentle” yaygın kullanılmaya başlayan yeni kavramlardan biri son zamanlarda sıkça duyduğumuz “Hibrid Eğitim”. Bill Gates’in hayali, uygulanmaya başlayan “Hibrid Eğitim” modeli ile bu sonbaharda büyük ölçüde gerçeğe dönüştü. Sınırlı sayıda öğrencinin belirli günlerde sınıfa gelmesi, diğer günlerde eğitimi evden sürdürmesi “Hibrid Eğitim” modeli olarak kavramlaştırıldı. “Hibrid Eğitim” başladı ve şimdi uygulama hakkında tartışmalar gündemde. Sadece anaokulları ve engelli çocukları kapsayan okulların sınıflarda eğitime başladığı; ilkokul, ortaokul ve liselerin “uzaktan eğitime” devam ettiği New York örneği Amerika’da “Hibrid Eğitim” modelinin test edildiği en önemli birim olarak dikkatle izleniyormuş. New York örneği, Amerika’nın diğer büyük kentlerinin eğitimle ilgili kararlarının şekillenmesinde etkili olacakmış. (‘All Eyes Are on New York’: Can It Pull Off Hybrid Learning in Schools?, New York Times, September 25) Anlaşıldığı kadarıyla, New York’ta kurulan “Eğitimi Yeniden Keşfetmek” ortaklığı “Hibrid Eğitim” modelinin gelişiminde önemli bir paya sahip. Bill Gates, aşı geliştirme alanındaki küresel nüfuzuna, Amerika’da eğitim sisteminin yeniden yapılandırılmasına sunduğu katkılarla yeni nüfuz alanları ekliyor. Hiç kuşkusuz, bunlar pandeminin yarattığı “tarihsel moment” sayesinde realize oluyor.


Bu “tarihsel moment” Gates için yeni nüfuz alanları yaratırken (sektörel genişleme ve yayılma), milyonlarca emekçi için işsizlik, güvencesizlik ve açlık tehlikesi; milyonlarca küçük esnaf için iflas, yıkım yarattı. Eğitimin ve sağlığın piyasaya tabi kılınma süreci bu “tarihsel moment” sayesinde yeni boyutlar kazanarak derinleşiyor. Bill Gates’in küresel aşı projeleri de “kamu-özel sektör işbirliği” çerçevesinde gelişmişti, New York’un “Hibrid Eğitim” örneği, bu modelin yeni uygulama alanlarına uzandığına işaret ediyor.


Yeni çalışma biçimleri de büyük ölçüde bu “tarihsel momentte” hayata geçti. Yaygın kullanılan yeni kavramlardan biri “uzaktan çalışma”. “Uzaktan çalışma” daha önce “evden çalışma” olarak adlandırılıyordu ve yeni bir çalışma biçimi olarak salgından önce varlık kazanmıştı ancak bu “tarihsel moment” sayesinde kapsamını çok genişletti. Uzun yıllardır konuyla ilgili çalışmalar yapan Stanford Üniversitesi’nden Nicholas Bloom’un sunduğu verilere göre, salgının başlangıcından bu yana Amerika’daki çalışanların % 42’si işi evinden yürütüyor, yani “uzaktan çalışıyor”. Bloom’a göre, “uzaktan çalışma” salgın bittikten sonra da devam edecek çünkü artık bir “enformasyon ve esnek ekonomi” döneminde yaşıyoruz. İnsan Cuomo’nun Gates’ten naklettiği sözleri anımsamadan edemiyor: “sahip olduğunuz tüm bu teknolojiye rağmen neden bu binalar” ya da sınıfların yerine neden bu “ofisler”?
Uzaktan çalışmanın kapsamını hızla genişletmesi “enformasyon ve esnek ekonomi” döneminin yerleşikliğine işaret ederken; Steven Hill, şirket yöneticilerinin “uzaktan çalışan” personelini gözetim altında tutmak ve denetlemek için kullandıkları dijital izleme teknolojileri hakkında bilgiler verdiği yazısında, yaşanan gelişmelerin uzaktan çalışanlar için “alarm çanları çaldırması” gerektiğini belirtiyor. Hill, bazı şirket yönetimlerinin uzaktan çalışan personelinden bilgisayar ve akıllı telefonlarına bazı yazılımlar indirmesini talep ettiklerini ve bunlar aracılığıyla personelleri üzerinde etkili bir denetim kurma olanağına sahip oldukları belirtiyor. Novartis adlı sağlık tekelinin İsviçre’deki yöneticilerinden Steven Baerf bir İsviçre gazetesine, çalışanlarının çok büyük çoğunluğunun pandemi sürecinde uzaktan çalıştığını, çalışanların yüzde 97’sinin şirketin dijital kontrol anlamına gelen taleplerine olumlu yanıt verdiğini çünkü şirketine güvendiğini sadece yüzde üçlük bir grubun bu talebe muhalefet ettiğini anlatıyor. Baerf, pandemi sürecinde yoğunlaşan uzaktan çalışma nedeniyle çalışanlarının “verimliliğinde” herhangi bir düşüş olmadığını vurguluyor.


Şirketlerin “uzaktan çalışan” personelini daha güçlü denetlemek için kullandıkları teknolojilerdeki gelişme bu “tarihsel momentte” oldukça hız kazanmış görünüyor. Şirket yönetimleri, Hubstaff olarak adlandırılan bir yazılım aracılığıyla, çalışanların Mouse hareketlerini, ziyaret ettiği siteleri, elektronik postalarını, dosya transferlerini ve kullandığı aplikasyonları kontrol edebiliyor. TSheets adlı bir başkasının akıllı telefonlara yüklenmesiyle çalışanların lokasyonları izlenebiliyor. Time Doctor adlı bir yazılım bilgisayar karşısındaki çalışanın her on dakikada bir fotoğrafını çekip yönetime iletebilirken, Washington Post’un haberleştirdiğine göre, InterGuard adlı bir başkası, “kullanılan her app ve web sitesini dakika dakika izleyip bunları ‘üretken’ ya da ‘üretken olmayan’ şeklinde tasnif edip, çalışanların üretkenlik skorunu” patrona rapor edebiliyor. Salgının başlamasından bu yana, sözü edilen yazılımları satan şirketlerin ürünlerine olan talep üç kat artmış.


David Heinemeier Hansson büyük şirketlere uzaktan çalışan personelleri için yazılım platformu sağlayan bir şirketin kurucu ortağı. Guardian gazetesine verdiği bilgilere göre, salgından bu yana “ürünlerine bunaltıcı yoğunlukta bir talep var” ve talep “ofiste yaptıklarını devam ettirmek ve geliştirmek isteyen büyük şirketlerden” geliyor. Şirketler çalışanları üzerindeki gözetim ve denetimi sıkı tutmalarını, uzaktan çalışmanın çalışanları “gevşetebileceği”, “verimliliklerinde düşüşe yol açabileceği” gerekçesiyle savunuyormuş. “Tarihsel moment” sayesinde, şirketler evleri ofislere dönüştürdü, çalışanlar ofislerinde uyamaya başladı ve bu “yeni normal” oldu. ABD Ulusal Ekonomik Araştırma Bürosu’nun sunduğu bazı araştırma sonuçları, başlangıçta bir tür “özgürleşme” olarak sunulan ve algılanan uzaktan çalışmanın gerçek doğasına ilişkin önemli açıklıklar sunuyor. Kurumun Amerika’da 3 milyon uzaktan çalışandan elde ettiği verilere göre, pandemiden bu yana uzaktan çalışanların katıldığı toplantı miktarı % 12.9 artmış, araştırmacılar bu süreçte “ortalama işgününün önemli ve sürekli bir artış gösterdiğini” saptamışlar ve bu oranın % 8.2 olduğunu belirtiyorlar. (Working from home was the dream but is it turning into a nightmare? Guardian, 15 August) Görüldüğü gibi, uzaktan çalışanların “yeni normali” daha uzun çalışma ve iş dışı zamanın şirketler tarafından daha fazla işgal edilmesi. Bu nedenle, konu hakkında ciddi çalışmalar yapan John Naughton, “evden çalışma bir hayaldi ama şimdi bir kabusa dönüşüyor” diyor.


Big Brother Watch isimli gözetim karşıtı platformun yöneticisi Silkie Carlo, evden çalışanların şirket yönetimleri tarafından gözetim altında tutulmasının çalışanların “otonomi, haysiyet ve ruh sağlığı” açısından ciddi bir sorun oluşturduğunu vurguluyor. Carlo’ya göre, şirketlerin gözetim faaliyetleri giderek “daha vahşi sonuçlar” doğuracak. Gelişmelerin ciddiyeti hakkında uyarıda bulunan Carlo, uzaktan çalışanların şirket yönetimleri tarafından gözetim altında tutulması konusunda yeni koruyucu yasalara gereksinim duyulduğunu belirtiyor. Konuyla ilgili son dönem artmaya başlayan haberlerde dikkat çeken bir unsur, durumdan rahatsız olduğunu belirten çalışanların genelde ismini ve işyerini açıklamaktan kaçınması. Çalışanların ezici çoğunluğu durumdan rahatsızlığını dile getiriyor ancak işini kaybetme korkusuyla gözetimi kabullenme ortak noktaları olarak belirginleşiyor.


Amerika’da büyük bir teknoloji şirketinde üst düzey yöneticilik yapan Jessica Powell, New York Times gazetesinde, bir uzaktan çalışma taraftarı olduğunu belirttiği yazısında, salgının başlangıç döneminde pek çok büyük şirketin uzaktan çalışmada “verimlilik artışı” kaydettiklerini ancak geçen zaman içinde ciddi bir huzursuzluğun ortaya çıktığını belirtiyor. Çalışanlarda ilk dönemdeki verimlilik artışının esas olarak yaşanan zorunlu kapanma süreci ve işini kaybetme korkusundan kaynaklandığını düşünen Powell, uzaktan çalışmanın bir yöneticiye sunduğu avantajlardan söz ederken, “bir yönetici olarak ben ne kadar tarafsız düşünebilirim bir önemi yok, benimle çok küçük kişisel teması olan bir çalışanı işten çıkarmayı belki daha kolay bulurdum” diyor. Zor olan işten çıkarma konuşmasının bir ekran karşısında yapıldığında çok daha kısa tutulabileceğini belirten Powell, daha sonra kahve odasında karşılaşma şansınız bulunmayan birisini ekran aracılığıyla işten çıkarmanın çok daha kolay olduğuna vurgu yapıyor. “Yeni normalin” uzaktan çalışanlara ve iş ilişkilerine neler getirdiği herhalde bundan daha doğrudan ve daha isabetli anlatılamazdı. (The Rise of Remote Work Can Be Unexpectedly Liberating, September 25)
Powell bu çalışma tarzının yaratacağı olası sonuçlar hakkında konuşurken, uzaktan çalışmayla çalışanların işyerindeki sosyal bağlarını kaybetmesinin onlara “beklenmedik bir kurtuluş” sunabileceğini, çalışanları “işyeri ötesinde yeni dostluklara, kimliklere bakmaları için cesaretlendirebileceğini” iddia ediyor. Powell’a göre, işyerlerindeki sosyal bağların kopuşu çalışanları bir tür “paralı askere” dönüştürüp onların işyerleriyle olan diğer ilişkilerinin kopmasına yol açabilir. Powell’ın gözlem ve bazı saptamalarının temsil ettiği sınıfın süreci kavrayışını yansıttığını kabul ettiğimizde, “yeni normalin” içerdiği bazı unsurları daha yakından görme olanağını buluyoruz. Ama, izole bir ortamda daha fazla çalışmaya zorlanmanın ve bunu işini kaybetme korkusuyla kabullenmenin “yeni dostluklara, kimliklere bakınma” için bir cesaret faktörü, “beklenmedik bir kurtuluş” için imkan olmasının savunulmasının “yeni normale” Finans-kapitalizm cephesinden ideolojik meşruiyet yaratma girişiminin bir parçası olduğunu teşhis edebiliyoruz.


Temmuz ayında yayınlanan bir araştırma, Avrupa ve Amerika’da salgından ölümlerde bakım evlerinde kalan yaşlıların çok yüksek bir orana sahip olduğunu gösterdi. (Long-term care facilities as a risk factor in death from COVID-19) Araştırmayı yapan akademisyenler, ulaştıkları sonuçlar nedeniyle olası bir ikinci dalgada hükümetlere “yaşlılarını koruyucu politikalar benimsemelerini” öneriyorlar. Şaka gibi… Bütün o “büyük kapatılmanın” zaten bunun için olduğu söylenmemiş miydi? Covid-19’un özellikle yaşlı ve kronik hastalığa sahip olanlar için büyük tehlike oluşturduğu ilk günden beri en fazla söylenen söz değil miydi? Emekçiler ve yoksullara büyük bir yıkım getiren bütün bu “tedbirler” en ciddi tehlike altında olanları korumak için alınmamış mıydı? Bilinen hayat durduruldu, insanlar evlere kapatıldı ancak eldeki verilere göre, salgında en ciddi tehlike altında olan bakım evlerinde ölümler toplam ölümlerin yüzde 50’den fazlasını oluşturuyor. Anlaşıldığı kadarıyla, o hengame içinde en ciddi tehlike altında olan binalar ve içindeki yaşlılar unutulmuş. Başka türlü bu rakamlar nasıl ortaya çıkar?


Salgın sürecinin Finans-kapitalin büyük bir sınıfsal saldırı hamlesine dönüşmesi şekillenmekte olan bu ilişkilerle daha görünür hale geldi ve dünyanın her yerinde “yeni normal” olarak sunulan sınıfsal saldırıya karşı öfke büyüyor. Devrimci-sosyalistlerin “yeni normale” karşı büyüyen öfkeyi merkeze alan yeni mücadele örgüt ve yöntemlerini geliştirmesi bir öncelik olarak siyasi gündemin tepesine yerleşmelidir. “Yeni normale” karşı mücadele ancak sınıfa karşı sınıf perspektifi içinde anlam kazanacak ve devrimci bir yönelişin ateşleyicisi olacaktır.

Paylaşın