Gündem, Umut Yazıları

Çıkışlar bu taraftan… Sosyalizm (1) | Gamze Taşçı

Emperyalist kapitalizm, tüm dünyada halkları, işçi-emekçileri, kadınları sömürmeye, ezmeye, tahakküm altında tutmaya devam ediyor. Egemenlerin yaşamış olduğu kriz pandemi ile de birlikte derinleşirken, bu krizden halkların, işçi-emekçilerin, kadınların lehine bir sonucun kendiliğinden çıkmasını beklemek kaderimizi egemenlere teslim etmek olur. Bu yüzden devrimci hareketlerin süreci nasıl okuduğu, nasıl pozisyon aldığını belirlerken, nasıl pozisyon almak istediği sürece dair okumalarında açığa çıkmaktadır. Öyleyse bir süreç değerlendirmesinin temeline ancak işçi-emekçilerin, kadınların çıkarlarını oturttuğumuzda gerçekleri görebiliriz.

Sistemin içinde bulunduğu krizin yaşadığı ilk kriz olmadığını hatırlatmak gerekir. En “küreselinden” en “idealine” emperyalist kapitalizm yaşadığı krizlere rağmen bugün hala varlığını sürdürüyor. Elbette ki bu başarısını kendi ekonomik ve siyasal başarısına değil en temelde devrimci hareketin alternatif oluşturamamasına veya sistem içi kanallara sıkışmış olmasına borçludur. Bugün ise aynı alternatifsizlik ve “iktidar hedefsizliği” nedeniyle sistem karşısında yıkıcı bir güç tehdidi görememektedir. O nedenle emperyalist kapitalizmin yaşıyor olduğu krizin, onu bir ‘çöküşe/çözülüşe’ götürüp götürmediği “başka bir alternatifin” varlığına bakılarak ortaya koyulabilir. Eğer egemenlerin siyasal ve ekonomik “manevralarla” krizi “aşması” istenmiyorsa, yapılması gereken ona bu süreyi ve şansı tanımamaktır. İktidar hedefiyle devrimci kanalları örgütlemektir. Tek bir çıkış yolu vardır; o da sosyalizmdir.

Tüm dünyada emperyalist kapitalizm açısından denge değişimleri söz konusudur. ABD-Avrupa merkezli emperyalizm, dünyayı yöneten tek siyasal-finansal güç olmaktan çıkmıştır. Hatta ‘doğu’da nüfuzu zayıflamaya başlamıştır. Bu sürece tekabül Rusya-Çin hattının; Ortadoğu, Orta-Asya, Afrika, Uzak Asya’da vb. nüfuzunu arttırması emperyalist kapitalistler arası rekabeti derinleştirmiştir. Aynı zamanda kitlelerin yönetiminin ve sermayenin genişletilmesinin “eski tarzla” yürütülemeyeceğinin anlaşılması egemenlerin kendi ekonomi ve siyasi anlayışlarını tartışmalarını gerekli kılmıştır. Bu süreçte yaşanan “yeni” çıkar çatışmaları ve birliktelikler “yeni” küresel dengelere işaret etmektedir. Burada yeniyi, aynı zamanda tazelenme/ön plana çıkma anlamında da okumalıyız. Böylesi bir rekabet dolaysız bölgelerdeki hegemonya savaşlarının büyüyüp-yayılacağı, emperyalistlerin bölgelerdeki müttefik ülkelerinin aralarındaki hegemonya mücadelesinin kızışacağı ve kimi ülkelerinse emperyalist kapitalist rekabette bölge gücü olmak hedefi ile hegemonyasını genişletmeye çalışacağı sürece götürmektedir. Bütün bunların; Suriye’deki savaşta henüz sürüyorken gelişen olaylarla da birlikte Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da cereyan edeceği görülmektedir. ABD’nin Trump döneminde çekildiği İran ile yaptığı Nükleer Anlaşmaya Biden döneminde geri girilmek isteniyor. İran reddedeceğini söylüyor. Diğer yandan İsrail-İran arasında karşılıklı suikastlardan hemen sonra Suudi Arabistan ve BAE başta olmak üzere birçok Arap ülkesi İsrail’le çeşitli anlaşmalara ve birbirlerini desteklediklerini duyuran açıklamalara gitti. Yine Azerbaycan-Ermenistan arası Dağlık Karabağ çatışması Rusya aracılığıyla “çözülmeye” çalışılıyor. ABD-Avrupa ise, Minsk Grubu aracılığıyla dahil olma çabalarını sürdürüyor. Tüm bu küresel-bölgesel denge değişimleri ve daralan hegemonya ile de birlikte kendi yeni çıkış yollarını arayan ABD-Avrupa merkezli emperyalistler yapılan son NATO zirvesinde önlerine şu 3 başlığı koydu; 1. Rusya Tehdidi, 2. İran Tehdidi, 3. Anti-terörizm. Bu önümüzdeki dönem emperyalist kapitalizm içi rekabetin daha da derinleşeceğini göstermektedir. Derinleşen rekabetle de beraber, bölgedeki hegemonya savaşları büyüme-yayılma eğilimi göstermektedir. Bununla birlikte özelinde bölge ülkeleri arasında gelişen çatışmaların vekalet savaşlarının kızışacağı bir süreç içerisine girdiğimiz görülmektedir. İran-ABD, İran-İsrail ve Dağlık Karabağ süreci dışında Doğu Akdeniz’de Türkiye-Yunan rekabeti, Libya’da siyasal ve askeri müdahalelerin büyümesi bu çerçeveyi sunmaktadır.

Ortadoğu’daki petrol rezervleri, enerji kaynakları, ticaret yolları, demografik yapısı; Ortadoğu’da bitmek bilmeyen emperyalist rekabetin/müdahalelerin temelini oluşturmaktadır. Yaşanan krizlerle de beraber Ortadoğu’nun ekonomik ve siyasal önemi ön plana alınmıştır. Çatışmaların derinleşme potansiyeli ve aynı zamanda masalarda güçlenme hedefi devletleri silahlanma yarışına sokmuştur. Olası çatışma ihtimallerine karşı kapitalist devletler arası ortaklıklara gidilen süreçte konjonktürel kalan birliktelikler dahi önümüzdeki dönemde Ortadoğu’da değişen dengelere işaret etmektedir. İsrail’le Arap ülkeleri arasındaki anlaşmalar bu yönlü de okunabilir.

Diğer bir taraftan krizi aşmak isteyen emperyalist kapitalizm sömürüyü ve sömürgeciliği derinleştirmiştir. Bu da dünya işçi-emekçileri, halkları açısından sefalet, ırkçılık, siyasal baskı/zor anlamına gelmektedir. Bunların kitlelerdeki siyasallaşmaya daha büyük zemin sunduğunu ve kitlelerin yönetiminin bu şekilde sürdürülemeyeceğini gören egemenler devlet zorunu daha ön plana çıkarmıştır. “Demokrasicilik” rafa kaldırılmış, iç güvenlik paketleriyle kolluk gücü ve denetim arttırılmıştır. Buna en son büyük etkiyi 2019-2020 ayaklanmaları/isyanları yapmıştır. Fransa-ABD-Ortadoğu-Latin Amerika vb. tüm dünyaya yayılan ayaklanmalar söz konusuydu. Pandemi ve iktidarların aldatmacalarına, demagojilerine rağmen kitleler sokaktaydılar. Özellikle Latin Amerika ve Ortadoğu’nun bazı ülkelerinde ayaklanmalar öyle boyutlara ulaştı ki emperyalist kapitalizmin müdahaleleriyle ya darbeler eliyle ya da geçici hükümet kurma yöntemi ile eski iktidarlar “devrildi.” Kitlelerin sisteme güveni yeniden oluşturulmaya çalışıldı. Bu yolla bitirilemeyen isyanlar hala var. Bu isyanların sadece ekonomik değil siyasal yanlar taşıması ayrıca önemli bir nokta. Buna rağmen ülkelerde devrimin gerçekleşememesinin iki önemli noktası var; öncü inisiyatifi ve iktidar hedefi. Bunlardan çıkarılacak derslerde önümüzdeki dönem dünyada, Kürdistan’da ve ülkede gelişecek süreçte devrimci konumlanmanın anahtarını sunacaktır.

Ek olarak NATO’nun açıkladığı anti-terörizm başlığının içeriğini bir yanını olası ve mevcut isyanların önüne geçmek/bastırmak oluşturuyor. Diğer yanda ise özelinde Ortadoğu’daki emperyalist kapitalizmin konjonktürel çıkarları için besleyip büyüttüğü bugün için kullanışsız hale gelen veya kontrolden çıkan -çoğunluğu cihadist gruplarla olan ilişkilerine içkin sıkıştırma politikaları da artacaktır.

Burada bitirmeden bir başlık açmak gerekir. Öncelikle ABD seçimlerinde Biden’ın zaferle çıkması; ABD’nin ve Avrupa merkezli emperyalizmin hem Avrupa stratejik ortaklığı hem de Doğu hamleleri açısından Trump sürecine göre değişimler göstereceği açıktır. Bu yüzden hem kendi aralarında kuracakları ilişkilerde hem de Ortadoğu ülkeleri ile kuracağı ekonomik-siyasal ilişkilerde farklılıklar olacaktır. Kısacası Biden’ın ilk açıklamalarında belirttiği gibi; Avrupa emperyalistlerinin Doğu’ya açılımı konusunda stratejik ortaklığı daha önemsenecek, ön planda tutulacaktır. Trump döneminin Ortadoğu’da “başına buyruk” hamleleriyle oluşturduğu/büyüttüğü Macron merkezli “daha işbirlikçi” askeri ve siyasal birliktelik arayışının önü bu yolla kesilecektir. Ortadoğu’da NATO ve AB üyelik/aday üyelikleri eliyle de ve yahut tarihsel olarak oluşturulmuş “stratejik ortaklıkların” dağılma gösterdiği konjonktürel ve taktik ortaklıklara dönüştüğü bir sürece müdahale edilecektir. Söz konusu ülkeler finans kapitale entegre politikalara daha fazla zorlanacaktır. Bunlar önümüzde dururken belirtilmesi gereken önemli nokta emperyalizmin izlemiş olduğu güzergahın belirleyenin iktidarı “siyasal kimliğine” indirgenemeyeceğidir. Denebilir ki; bütün bunlar bizzat sistemin krizden çıkma koşul ve yöntemlerine ilişkin girdiği yönelimle ilgilidir. Sistemin sömürüyü, sefaleti derinleştirmeye ve kitleleri yönetebilmek için devlet zorunu ön plana çıkarmaya ihtiyaç duyduğu bir gerçektir. Bu sebepten Trump sürecinde derinleşen faşizan uygulamaların, daha görünür hale gelen ve devlet kolluğu tarafından daha açık-vahşi gerçekleşen ırkçı saldırıların Biden’la beraber bir anda ortadan kalkacağını düşünmek yanıltıcıdır. Hatta bu değişimin küresel anlamda etkisiyle genel atmosferin “demokratikleşeceğini” düşünmek daha da yanıltıcıdır. ABD’nin demokratikleşmesi ile beraber “bizim iktidarların da” “demokratikleşmeye” zorlanacağı ve eğer bu sağlanmazsa kullanışsız hale geleceğini düşünmek- uluslararası sınıf mücadelesinin de zayıf olduğu düşünüldüğünde- halkları kaderine terk etme ve kendi “katilinden” medet umma siyasetini doğurmaktadır. “Devrimci hareket” nefes alma beklentisi ile kitlelerin boğulmasına müsaade etmektir. Devrimci hareket bu siyasal anlayıştan kopuştuğu ve işçi-emekçiler ve halkların öz-gücüne dayalı bir devrimci mücadeleyi merkezine aldığında başarı şansı yakalayabilir.

Son söz olarak tekrarlamak yerinde olacaktır. Egemenler “şu an itibariyle” çıkış yollarını aradığı bir kriz içerisindedir. Bunun yanında dünya halklarının devrimci dinamiği kaynamaktadır. Eğer egemenlerin siyasal ve ekonomik “manevralarla” krizi ‘aşması’ istenmiyorsa yapılması gereken ona bu süreyi ve şansı tanımamaktır. İktidar hedefiyle devrimci kanalları örgütlenmektir. Emperyalist kapitalizmin halkların üzerine çökmemesi için tek çıkış yolu vardır; o da sosyalizmdir.

Gebze Kapalı Kadın Hapishanesi / Gamze Taşçı

Paylaşın