Konuş, sesin durmasın
Gün doğdu ve battı
Kuşluğu atladık, uzun kuşluğumuzu
Sen gelmeden önce, ceylan yavrusuna bastı karanlıkta
Suyun gözesine düşen sarı yaprak dönendi dönendi akıp gidemedi
Deniz kabarmayı boşuna bekledi, kumlar boşuna bekledi
Konuş, sesin durmasın
Uzun bir kuşluğu muştulayan sesin
Susup dinlemeye girdi rüzgâr, ağaçlar kulak kesildi ormanda
Tedirgin bekliyor tuzaklar
Sözlerin mavzer kurşunu, kentin delip geçiyor duvarlarını
Dağlar, çoğaltıp dağıtıyorlar
Konuş, sesin durmasın
Gülten Akın
Kız kardeşlerimiz,
Size bu mektubu çok uzaklardan değil, sınırın hemen ötesinden yazıyoruz. Yazıyoruz, çünkü söylemek istediklerimiz açıklamaların, bildirilerin ve sloganların içerisinde yer alamayacak kadar özel ve politik. Hani sözleşip bir kafede oturmuşuz gibi. Çenemiz düşmüş de çaylar masada soğumuş gibi. Yüreğimizden birkaç cümle, bir çağrı özgürlüğe. Ama en çok sesimiz sesinize karışsın, sizi bulsun diye.
Dünya ölçeğinde gelişen emperyalist ekonomik kriz dünyanın her yerinde faşizmi yükseltiyor ve gericiliği körüklüyor, yapılandırıyor. Patriyarka ve kapitalizm hep olduğu gibi yine en çok biz kadınlara saldırıyor. Kadınlar sömürüye dayalı tüm sistemler için her zaman bir tehlikeydi bugün çok daha büyük bir tehdit. Koltuklar sallanıyor, sistem teyakkuzda. Beden politikalarıyla, emek sömürüsüyle, doğrudan saldırılarıyla, işgalleriyle faşizm kendini en çok kadınların üzerine basarak ayakta tutmaya çalışıyor. Kadınlar ve LGBTİ+’lar faşist iktidar tarafından durmaksızın hedef gösteriliyor. Patriyarka, kapitalist-emperyalist sistemin çarkına varillerle su taşıyor. Erkek devlet şiddeti artıyor, biçare son çırpınışlarını yaşıyor. Nafile, faşizm ve patriyarka çoktan teşhir oldu. Yürütülen her mücadele sonuna kadar meşrudur.
Dünyanın dört bir yanında mücadelemiz hiçbir gücün önünü alamayacağı şekilde isyanlarla, direnişlerle, yangınlarla ve feminist grevlerle büyüyor.
Latin Amerika’daki compeneraslarımız yaktığında olmayan adaletin sarayını, Avrupa’da çekilmediğinde kız kardeşlerimiz sokaklardan, Ortadoğu’da kadın mücadelesi sıyrıldığında karanlıktan çarşaf çarşaf, Kürdistan’da erkekliğin en vahşi biçimlerine direndiğinde ve işgali yerin dibine gömdüğünde kadın savaşçılar, yüreğimiz onlarla birlikte atıyor. Bir yerden yükselen sesimiz dünyanın her köşesinde yankılanıyor. Mücadelelerimiz birbirine karışıyor, birbirine örnek oluyor. Bilinçle, örgütlülükle ve birleşerek patriyarkayı yıkmak için doğruluyoruz. Sistemin altında en çok ezilenler, çifte sömürüye maruz kalanlar misyonlarının büyüklüğünün gittikçe daha çok farkına varıyor, biz bu sistemin köküne kibrit suyu dökeceğiz. Patriyarkanın bize biçtiği tüm rolleri reddederken sahneleri de terk etmeyeceğiz elbet. Biz rollerin en güzeline soyunduk, senaryosu bize ait, toplumcu gerçekçi ve feminist.
8 Mart’a günler kaldı ve hepimiz o günü bekliyor, o güne hazırlanıyoruz. Herkes harıl harıl çalışıyor kendi köşesinde. Gazetelere, dergilere ve duvarlara yazılar yazılıyor heyecanla. Yürüyüş ve mitingler için en güzel renklerle bin bir emek pankartlara mücadele işleniyor. Süpürgeler ve çek-paslar birkaç gün sopasız kalacak. Hangi mor elbise giyilecek belirlendi bile. Bir kadının hiç mor kıyafeti yok mu, hemen ‘al bunu giy’ denilecek. Elbette bütün kadınlar da mor giyinmeyecek ama evet, o gün için en güzellerini seçecek. Her telefon görüşmesi, her sohbet mücadeleye bir çağrı. O gün birlikte olunacak, yürünecek, gülünecek. Belki bir kadın hayatı boyunca atmadığı bir kahkaha atacak rahat rahat, karınlarımızda şimdiden hissettiğimiz o sevincin ve onurun getirdiği garip ama dayanılmaz güzel his tavan yapacak, dayanışma ile güçlenilecek, şarkılar söylenecek, öfke haykırılacak, hesaplar hep bir ağızdan sorulacak. Sonra, kolluk gücü patriyarkanın temsilcileri olarak dikilecek karşımıza. Polisin ‘Yakışıyor mu sizin gibi hanımefendiye?’ densizliğine tekmeyle karşılık verilecek. Saldırdı mı direnilecek, bu sokak, bu cadde, bu meydan, geceler bizim denilecek.

Peki sonra?
Kadın kurtuluş mücadelesi ya da feminist mücadele (bizim için aynı şey bu iki kavram) adına ne dersek diyelim çok yönlü ve çok geniş. Binlerce yıllık bir hesap bu ve elbette kolay kapanmayacak. Kamusal ve özel alanlarda mücadelemiz gittikçe büyüyor. Yeni yöntemler kazanıyoruz. Yaşamın her alanında artık daha çok varız. Hiç bu denli güçlü ve bu kadar birlikte olmamıştık, bu çağ gerçekten bizim çağımız olacak inanıyoruz.
Hiçbir alandaki mücadele değersiz, önemsiz değil. Genç bir kadının ailesine karşı verdiği mücadele de, ekonomik özgürlüğünü kazanmak da, hukuksal kazanımlar da, kazanımları koruma mücadelesi de, akademik çalışmalar da, cam tavanı zorlamak da, eğitimde eşitlik mücadelesi de, tacizi tecavüzü ifşa da, sokağa çıkmak da… hepsi mücadelemiz, hepsi gerekli ve önemli. Hiçbirinden tek bir adım dahi geri atmamak ve durmadan ilerlemek lazım gelir. Bilimde, akademide, sendikada, siyasette, her yerde ayrı ayrı ama bir bütünü tamamlayan mevziler tutuyoruz. Birbirimizden güç alıyoruz, öğreniyoruz. Kendimizi tanıyoruz, kendimizi tanımlıyoruz. Kendi tarihimizi kendimiz yazıyoruz. Çok güzel bütün bunlar ama yeterli mi? Bazılarınız için yeterli olabilir, bunu savunabilir ve bizi marjinal ya da maceracı bulabilirsiniz.
Bazılarınız için ise kesinlikle yeterli değil. Eğer gerçek bir özgürlük istiyorsanız ve biliyorsanız ki bu mücadele bir devrim olsa dahi sürecek, o zaman asla idare edemezsiniz. Biliyoruz sistemin çizdiği sınırlara sığmıyor bazılarınızın yüreği, aklı. Her yerde okuyoruz, yöntem tartışıyorsunuz, bir adım ötesini düşlüyorsunuz. Bir kadın katili elini kolunu sallaya sallaya çıktığında çürümüş devletin kurumlarından, göğsünü gere gere dolaştığında sokaklarda, biliyorsunuz adaletin devletten gelmeyeceğini. Başkanıyla, bakanıyla her gün üzerimize saldıran, hedef gösteren, askeriyle tecavüz eden, polisiyle katleden devleti adalete çağırmak? Verili mücadele araç ve yöntemleri yanlış değil elbet ve fakat yetersiz. Evet bütün bunları biliyorsunuz. Bir konteynerı devirmek ne kadar güç ister? Bir bez parçasının tutuşması için bir çakmak, hatta bir kibrit bile yeterlidir. Ortamda oksijen olduğu müddetçe her şeyi yakabilirsiniz. Taş, hala geçerliliği olan bir mücadele aracıdır ve daha bir sürü şey. Devletin doğrudan korumaya aldıkları dışındaki kadın katilleri hapiste değilse nerede? Oyunun dışına çıkılmalı, masa dağıtılmalı, bize çizilen sınırlar tanınmamalı. Gülten Akın’ın dediği gibi ‘içimizde bir dünyayı yakacak ateşi büyüttük’ bizi değil patriyarkayı yakmalı. Devrimci zor, zor değil. Hiçbir mücadele mevzisi boş bırakılmamalı, tamam. Kadın mücadelesinde cephe gerisi yoktur, her yer cephedir evet, doğru. Ama ileri mevziler vardır. Düşmanı daha iyi gören, stratejik mevziler.
Size bu mektubu yazan kadınlar olarak biz hepimiz sosyalist feministiz, kadın kurtuluş mücadelesi veriyoruz ve evet, silahlı. Patriyarkal kapitalizme, emperyalizme, AKP-MHP faşizmine karşı savaşıyoruz. Doğrudan çarpıştıklarımız genelde sakallı adamlar ama esas düşmanlarımız onların arkasındaki temiz suratlılar. Kararlıyız, o ‘temiz’ suratlarını çizeceğiz. Mücadelemiz gerçek özgürlüğümüzü sağlayacak olan komünizme kadar sürecek.
Biz, Kadın Özgürlük Gücü yani kız kardeşleriniz 8 Mart’ta kimimiz dağlarda, kimimiz şehirlerde, kimimiz nöbette olacağız. Ama şunu bilin, insanın aklına en güzel şarkılar nöbette gelir. Mücadelede ölümsüzleşen kız kardeşlerimizi, Aynur, İdil, Zahide, Cemre, Ceren, Heval, Raperin, İvana, Destan, Mercan, Sarya, Esmer’i ve adını sayamadığım tüm kadınları bir kez daha anacağız 8 Mart’ta. Bir defa daha söz vereceğiz, ‘kız kardeşim, yoldaşım uğruna canını koyduğun düşü, özgürlüğü kazanacağız’ diye. Belki saldırı olacak ve çatışacağız. Belki de halay çekeceğiz, horona duracağız, kendimizce flamenko yapacağız. Ama mutlaka o kalabalığı hatırlayacağız, şarkılarınıza eşlik edeceğiz ve yüreğimiz sizinle olacak, daima.
Emeğine, bedenine, kimliğine, tarihine sahip çıkan, aklı, sözü, kalemi, silahı ile dünyanın her yerinde patriyarkaya, kapitalizme ve faşizme karşı mücadele yürüten tüm kız kardeşlerimize selam olsun.
Yaşasın 8 Mart!
Kadın Komünarlar Birliği/Kadın Özgürlük Gücü Savaşçıları