“İçimizde bir dünyayı yakacak ateşi büyüttük”: Şimdi onu harlamanın zamanı
Hayat bir şekilde akıp giderken bir yandan da güne kadınların, transların, çocukların katledildiği, tecavüze uğradığı, taciz edildiği haberleriyle başlıyoruz. Katillerin serbest bırakıldığı, hayatını savunan kadınların müebbet hapis cezası aldığını öğreniyoruz. Sosyal medyayı açıyoruz, onlarca kadının ifşa ettiği adamların yaşattıklarını okuyoruz. Televizyonlarda nefret söylemlerinin ardı arkası kesilmiyor. İçişleri Bakanı’nın LGBTİ+’ları azgın ilan etmesi, sokak ortasında transların üzerine molotof atılması, edepli kadının çıplak aramaya maruz kalmayacağı açıklamaları, grevdeki Migros işçisi kadınların 8 Mart öncesi dövülerek gözaltına alınması, tam o sırada bir gözaltı haberi, sonra bir tane daha, sonra belki siyah transporterlarıyla birini daha kaçırma haberi… Bitiyor mu peki, bitmez! Pandemi gündemimiz var daha. Emperyalist kapitalizmin pandemiyle birlikte yaşadığı kriz de giderek derinleşti. Ev içine kapanan kadınların, zaten yaşadığı emek sömürüsü giderek daha da arttı, görünmeyen emek sömürüsü ve ev içi erkek şiddeti yoğunlaştı. Kadın cinayetleri katlanarak arttı; her yıl takip ettiğimiz kadın cinayetleri istatistikleri yüzleri aşan sayılar koyuyor önümüze. Ve daha sayabileceğimiz onlarca şey…
Ama bu yazıda amacım neler yaşadığımıza dikkat çekmek, güncel durumun politik analizini yapmak değil. Bunları her gün yaşayan zaten biziz. Peki tüm bunların karşısında neler yapıyoruz? Daha fazla ne yapabiliriz? Biraz bunları konuşma, tartışma isteğinden doğdu bu yazı. Fakat en başta şunu da söylemek istiyorum, “şu yapılmalı edilmeli” gibi kendini kadın mücadelesinin üstünde gören, benim de rahatsız olduğum bir bakışla yazmak niyetinde değilim. Zaten kadın kurtuluş mücadelesi de böyle bir şey değil. Uzun yıllardır patriyarkal kapitalizmin kadınlara saldırısını tartışıyoruz; bitmeyen taciz, tecavüz, cinayetler için sokaklara çıkıyoruz, yazılar yazıyoruz. Fakat güncel analizler tek başına yetersiz kalıyor. Her sene yaptığımız klasik politik durum değerlendirmelerinden ziyade -çünkü kadın kurtuluş hareketi artık daha görünür ve neler yaşandığını artık daha çok takip edebiliyoruz- ne yapabiliriz tartışmasının feminist mücadelemize daha çok katkı sağlayacağını düşünüyorum. Bu bakımdan yaşadığımız mağduriyeti değil, birlikte neler yapabildiğimizi öne çıkarmak ve zorun örgütlenmesini tartışmak istiyorum.
Birlikten kuvvet doğdu
Son birkaç yılımıza bakarak başlayalım. Patriyarkal kapitalizm saldırılarını arttırırken, yöntemlerini de değiştirdi. Biz de bu saldırılar karşısında yerimizde saymadık. Giderek büyüdük, güçlendik, değişimler geçirdik, öğrenmeye ve tartışmaya devam ettik/ediyoruz. Güçlendik derken, boş bir ajitasyon yapmıyorum. Gerçekten güçlendik ve gücümüz sınırları aştı. İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması tehdidine karşı mücadele verirken birçok ülkeden destek gördük. Dünya basını yaşanılanları haberleştirdi. Polonya’da kadınlar bizim için eylem yaptılar, dünyanın dört bir yanından siyah beyaz fotoğraflar paylaşıldı. Aslında feminist mücadele bu büyümeyi yalnızca burada değil birçok ülkede yaşadı. Dünyanın farklı yerlerinde patriyarkanın kurumları ateşe verildi. Polonya’da kadınlar kürtaj yasasına karşı sokağa döküldüğünde meydanlarda adım atacak yer kalmadı. Amerika’da siyah kadınlar George Floyd’un katledilmesinin ardından sokağa çıktıklarında ırkçılığa karşı en önde durdular, en kuvvetli konuşmaları yapıp hepimize ilham oldular. Rojava’da ve MSA’da kadınlar, işgalci Türk devletinin saldırılarına karşı bir an bile tereddüt etmeden, yılmadan, bıkmadan öyle bir direniş gösterdiler ki Gare saldırısından sonra faşist Soylu “PKK kadın örgütüdür” diyerek çaresizliğini kanıtladı, kadınları hedef gösterdi. Yine aynı adamlar Boğaziçi direnişinde polis barikatının en önünde duran, direnen, cesaretle gökkuşağı bayrağını açan LGBTİ+’ların gücünü gördü ve yine korkularından çareyi hedef göstermekte buldular. Bunların hiçbiri öyle küçük şeyler değil. Adım adım ördüğümüz mücadelemizde ısrarla ve süreklilikle neler yapabildiğimizin sadece birkaç örneği.
Daha öfkeliyiz artık. Bu öfkemiz bize ufak da olsa çok değerli zaferler de getirdi bu sene. Birlikte ses çıkardığımızda ne kadar güçlüyüz artık biliyoruz. Bir örnek verecek olursam; öfkemizi ve yalnız olmadığımızı kadınların ifşasında gördük. Başımızdan geçenleri anlatmak çok zordu, en yakınımız bile bilmiyordu geçmişimizi. Anlaşılmayacağımızı, yargılanacağımızı düşünüyorduk. Çünkü; bitmek bilmeyen sorular gelecekti, o sorular bize aynı travmaları tekrar tekrar yaşatacaktı, anlattıktan sonra insanların bize farklı gözlerle baktığını hissedecektik, kanıtlamamız istenecekti, yıllar sonra neden anlattığımız sorulacaktı. Yani yıllarca içimizde biriktirdiğimiz bu yük bize başka yükler de getirecekti. Bu duyguları hala yaşayanlarımızın olduğunu ve sayılarının çok fazla olduğunu biliyorum. Ben de o kadınlardan biriyim. Ama ifşalar başladığında bizimle aynı şeyleri yaşayan kadınların olduğunu bilmek, bunu görmek, duymak ve birlikte anlatmak o kadar çok rahatlattı ki hepimizi… En çok rahatlatan şey de bize bunları yaşatanların bedel ödediğini ve birlikte olmanın getirdiği güçle bir şeylerin değişebileceğini görmek oldu. Biz bu adamların itibarlarını kaybetmelerini, bir daha artık o koltuklarda rahat rahat büyük sözler edemeyeceklerini, cezalandırılmalarını sağladık. Hepsi farkındaydı, bir daha eskisi gibi kasıla kasıla gezemeyeceklerdi. Ve işte o özgüvenle sesimiz daha bir gür çıkmaya başladı. Kadınlar dedi ki: “henüz teşhir edilemeyen bütün tacizci erkekler, sizi biliyoruz, tanıyoruz, uykularınız kaçsın, sıra size de gelecek”.
Boşuna değildi geçtiğimiz yıl feminist gece yürüyüşünde yazılan döviz: “Gece karanlıktan korkarsan, bu kenti ateşe veririz!”. Bir kadın buna inanmazsa yazmaz. O yüzden; boşuna değildi o dövizde yazanları Twitter’da tekrar yazan kadının bir gece ansızın gözaltına alınması. Bizi iyi biliyorlar ve korkuları boşa değil; çünkü gerçekten o kenti ateşe verebiliriz.
Ateşi harlamanın zamanı gelmedi mi?
Tekrar yukarıda bahsettiğim büyümeye dönecek olursam; her hareket gibi kadın kurtuluş hareketi için de büyümek, güçlenmek çok önemli. Mücadeleyle kazandığımız haklarımız, kat ettiğimiz yollar çok değerli. Kadın kurtuluş mücadelesinde kullandığımız her yöntem, her mücadele biçimi de öyle. Hepsi bir bütünlük içinde ve her biri birbirini besliyor. Biri birinden daha değerli değil. Ev içinde sokağa çıkmak için aileyle verilen mücadele, kadın katillerinin cezalandırılması için peşini bırakmadığımız dava takipleri, birlikte yaptığımız teorik tartışmalar, LGBTİ+’lardan öğrendiklerimiz ve dayanışmamızın giderek daha da güçlenmesi, ifşalarımız, cinsiyetçi eğitime karşı verdiğimiz mücadele, önümüze konulan barikatları yıkmak, polise salladığımız tekme, inadına dalgalandırdığımız gökkuşağı bayrakları, patronların zulmüne karşı yapılan grevler, örgüt içinde veya dışında cinsiyetçilikle mücadele, başka bir mücadele biçimine karar verme ve geçtiğimiz o sınırlar, her bir karşı çıkışımız… O kadar kapsamlı ve her bir kadının katkısıyla, bir diğerinin elini tutmasıyla her seferinde bir kez daha büyüyen bir mücadele ki kadın kurtuluş mücadelesi. Her biri bir emek, kimi zaman canımız pahasına verilen bir bedel. Hiçbirinden tek bir adım dahi geri atmadan ilerlemeye çalışıyoruz. Yeni yol ve yöntemlerin konuşuluyor olması bazılarının küçümsediği o mini zaferlerimizin getirdikleri aslında. Çünkü bazen bunların yetmediğini görüyoruz. O yüzdendir ki Meksika’da kadınlar “adalet” sarayını yaktığında her birimiz “oh be” dedik.
Fakat bugün geldiğimiz noktaya baktığımızda, sanırım artık çoğumuz bunlarla idare etmek istemiyor. Samuel Beckett’in o ünlü sözü “Hep denedin. Hep yenildin. Olsun. Yine dene. Yine yenil. Daha iyi yenil” bizi artık eskisi kadar heyecanlandırmıyor. Neden ileri atılmayı konuşmak yerine yenilmeyi seçiyoruz ki tekrar tekrar? Yenilgilerimizi konuşmak elbette önemli hatta gerekli. Çünkü bunu yapmadan hatalarımızdan dersler çıkaramayacağız. Sol’un kaçtığı bu yöntem, yenilgilerini açıkça konuşmaktan çekiniyor olması şimdiye kadar hiçbir şey katmadığı gibi geriletti de. Bu hataya düşmeden yenilgilerimizi de konuşarak ve dersler çıkararak “ya zafer ya zafer” sloganında ısrarcı olmalıyız. Ayrı ayrı değil, birlikteyken ne kadar güçlü olduğumuzu deneyimlediğimiz bugünlerde zaferi umut ederek artık bir adım daha öne çıkmanın vakti geldi. Unutmayalım; cesaret bulaşıcıdır.
“Devrimci zor, zor değil”
Ben bu satırları yazarken aynı saatlerde Kadın Komünarlar Birliği (KKB) 8 Mart öncesi kız kardeşlerine yazdığı mektubu yayımladı. Bu mektup benim kadar birçok kadını da umutlandırdı. Yayınlanan mektupta KKB’li kadınlar hem kendilerini silahlı mücadele veren sosyalist feministler olarak tarif edip tarihi bir açıklama yaptılar hem de bize zoru nasıl örgütleyebilirizi anlattılar. Hiç öyle boş ajitasyonlara, altı boş sloganlara gerek duymadan hem de. Sade bir dille feminist şiddet de mücadelemizin bir parçası dediler. Umarım bu mektup dili, anlatımı, mücadeleye çağrı biçimiyle bizim cenah için de bir örnek olur. O mektubu okuduktan sonra açıkçası ben bunun üzerine daha ne yazabilirim ki dedim. Mektupta zorun örgütlenmesinin anlatıldığı paragrafı alıntılayarak öyle devam edeceğim yazıma:
“Eğer gerçek bir özgürlük istiyorsanız ve biliyorsanız ki bu mücadele bir devrim olsa dahi sürecek, o zaman asla idare edemezsiniz. Biliyoruz sistemin çizdiği sınırlara sığmıyor bazılarınızın yüreği, aklı. Her yerde okuyoruz, yöntem tartışıyorsunuz, bir adım ötesini düşlüyorsunuz. Bir kadın katili elini kolunu sallaya sallaya çıktığında çürümüş devletin kurumlarından, göğsünü gere gere dolaştığında sokaklarda, biliyorsunuz adaletin devletten gelmeyeceğini. Başkanıyla, bakanıyla her gün üzerimize saldıran, hedef gösteren, askeriyle tecavüz eden, polisiyle katleden devleti adalete çağırmak? Verili mücadele araç ve yöntemleri yanlış değil elbet ve fakat yetersiz. Evet bütün bunları biliyorsunuz. Bir konteynerı devirmek ne kadar güç ister? Bir bez parçasının tutuşması için bir çakmak, hatta bir kibrit bile yeterlidir. Ortamda oksijen olduğu müddetçe her şeyi yakabilirsiniz. Taş, hala geçerliliği olan bir mücadele aracıdır ve daha bir sürü şey. Devletin doğrudan korumaya aldıkları dışındaki kadın katilleri hapiste değilse nerede? Oyunun dışına çıkılmalı, masa dağıtılmalı, bize çizilen sınırlar tanınmamalı. Gülten Akın’ın dediği gibi ‘içimizde bir dünyayı yakacak ateşi büyüttük’ bizi değil patriyarkayı yakmalı. Devrimci zor, zor değil. Hiçbir mücadele mevzisi boş bırakılmamalı, tamam. Kadın mücadelesinde cephe gerisi yoktur, her yer cephedir evet, doğru. Ama ileri mevziler vardır. Düşmanı daha iyi gören, stratejik mevziler.”[i]
Bu devlet kadın ve transları katleden katilleri koruyor. Bu devlet tecavüzü, tacizi kadınlara hak görüyor o yüzden de cezasız kalmalarını sorun etmiyor. Bu devlet en çok biz kadınlara saldırıyor, en çok bize saldıranları koruyor. 3 yıl önce, tesadüf (!) budur ya bir 8 Mart günü, devrimci bir kadını kaçırarak 6 ay boyunca işkence ettiğini, beraat ettiği dosyadan tutukladığını saklamıyor. Mesaj vermek istiyor. Bunu göstere göstere yapıyor. Onlar için en büyük tehdit olduğumuz çok açık.
Madem onlar birbirlerini bu kadar kolluyor, birlikte saldırıyor o zaman bize düşen de birbirimizin elini bırakmadan faşizme, erkek-devlet şiddetine, patriyarkal kapitalizme karşı birbirimizi kollamak ve bir adım daha öne çıkmak. İstanbul’daki 8 Mart kadın buluşmasında trans kadınlar gözaltına alınırken yine tarihi bir kare düştü önümüze. Kadınlar birbirini bırakmadı. O taksinin kapılarına kenetlendi arkadaşlarımızı vermeyiz, alacaksanız bizi de alın dedi. Birbirimiz için kendimizi öne atmaktan çekinmiyoruz. Ne olacaksa olsun, siz gideceksiniz, biz buradayız diyoruz.
Kurtuluşumuz için yol aradığımız tarihsel bir süreçten geçiyoruz. Kimse baskıya, tacize, tecavüze, dayağa, ölüme boyun eğmek istemiyor. Özgürlüğümüz için, nefes almak için direniyoruz ve savaşıyoruz. Fakat bunu tekil olarak, örgütlülükle yapmadığımız zaman geçici zaferler kazanabiliyoruz en fazla. Yöntemlerimiz bunların ötesinde hayatlarımızı da dönüştürebilecek, hesap sorabilen bir şekle dönüşmeli. Elimizde kaybedebileceğimiz daha neyimiz kaldı ki?
10 yaşındaki kızının önünde boşanmak istediği adam tarafından katledilen Emine Bulut’un “Ölmek istemiyorum” çağrısına devletten adalet beklemediğimize göre nasıl cevap vereceğimizin, nasıl hesap soracağımızın ve sorulacak hesabı nasıl patriyarkanın insafına bırakmayacağımızın cevabını bulmamız gerekiyor. Biz onlardan adalet bekledikçe ilerleyemeyeceğimizi biliyoruz.
Bu yüzden tıpkı KBB’li kadınların dediği gibi oyunun dışına çıkmalıyız. Önümüzde duran taşları artık elimize alıp birlikte fırlatmalıyız. Onlar sınırlarını yıllar önce çoktan aştı. İnsafı onlara bırakmamak için bizim de sınırlarımızı aşmamız gerekiyor. Her ülkenin mevcut koşulları birbirinden farklı olsa da kadınlara karşı neredeyse aynılar. Meksika’da, Arjantin’de kadınlar sınırlarını aştıklarında zafere biraz daha yaklaştılar. Bu bizim için de geçerli. Pratik anlamda ülkenin koşullarını, gerçekliğini, kendimizi ve yapabileceklerimizi analiz ederek fakat faşizmin saldırılarının da tesirine girmeden, gücümüzün dönüştürücü gerçekliğine inanarak bir hat inşa etmemiz gerekiyor. Yoksa Twitter’dan hashtag açmanın ötesine gidemeyeceğiz. Tekrar altını çiziyorum, bunu önemsiz ve değersiz gördüğümden değil, birçok katilin böyle tutuklandığına şahit olduk çünkü, buna takılıp kalmanın bir zaman sonra işe yaramayacağını anlatmaya çalışıyorum. Saray faşizmi yerinde saymıyor. Kolluğunu daha çok ekipmanla donatıyor, helikopterini hazırlıyor; yargı, hak, hukuk desen söylemeye gerek bile yok, zaten epeydir onların insafında. Sosyal medya paylaşımlarından ötürü insanların tutuklandığı şaka gibi bir ülkede yaşıyoruz. O bakımdan Twitter hashtaglerinin etkisi de bir süre sonra kalmayacak. Geriye gitmemek için, ilk başta bahsettiğim tekrar aynı yenilgileri yaşamamak için bütün bunları görerek kendimizi her anlamda hazırladığımız yeni bir sürecin içine girmeliyiz.
Evet, bu bahsedildiği gibi bir konteynerı devirmek de olabilir, bir bez parçasını tutuşturmak da. Ama asıl olarak feminist mücadelenin bir parçası olan şiddeti ve zoru, örgütlü bir şekilde yaparak yol alacağız. Nasıl geceleri rahat yatırmadıysak o çok “önemli” tacizcileri, devleti arkasına alarak kadınları öldüremeyeceklerini de öğrenecekler. Nasıl yüzleşmek zor geldiği için intihar ettiyse o tacizci adam, bize televizyonlarda had bildirmeye çalışan utanmazlar da utanmayı öğrenecek. Belki yüzleşemeyecekler bile yaptıkları zulümlerle, bizlerle, ve belki de bu yüzden onların da sonu kendi sonlarını getirmek olacak. Ve evet, nasıl Göze’miz lise sıralarından başladığı mücadelesini Rojava’da kadınların ve halkların kurtuluşu için devam ettirdiğiyse, eline aldığı silahı başka kadınlara ilham oldu ve mücadeleye kattıysa biliyoruz ki daha binlerce Göze de bunu görecek ve bir adım daha ileri sıçrayacak.
Yeter ki biz bir yerden başlayalım, gerisi zaten gelecek.
[i] Kız kardeşlere mektup, https://umutgazetesi20.org/arsivler/50700
6 Mart 2021
