En Çok Okunanlar, Gündem

Editörden | Türkiye’den Bolivya’ya: Yükselen halk muhalefeti

Biden yönetimi mart ayı başında “Geçici Ulusal Güvenlik Stratejisi” belgesini yayınladı. Belge, Amerikan emperyalizminin dünya çapında hegemonya arayışının çerçevesini çiziyor ve belgede yer alan, “Amerika’nın kaderi bugün daha önce hiç olmadığı kadar içinden çıkılmayacak şekilde kıyılarımızın ötesindeki olaylara bağlı hale gelmiştir” saptaması, yeni yönetimin Güney Çin Denizi’nden Karadeniz’e, Basra Körfezinden Akdeniz’e askeri hareketliliği arttıracağına işaret ediyor.

Belgede küresel güç dağılımının değiştiği saptanırken, Çin ve Rusya gibi rakiplere işaret ediliyor ve ABD için yeni tehditlerin söz konusu olduğu vurgulanıyor. Uluslararası sistemin ABD tarafından şekillendirilmesi gerekliliğinin altı kalınca çizilirken, bunun aşınan ittifakların güçlendirilmesi ve yeni ittifaklar kurulması yoluyla sağlanması öneriliyor.

ABD’nin en güçlü askeri varlığı Hint-Pasifik ve Avrupa’da bulunduracağı belirtilirken, “Orta Doğu’da terör ağlarını bozmak, İran’ın saldırganlığını caydırmak ve diğer önemli ABD menfaatlerini korumak için gerekli miktarda kuvvet bırakacağız” deniliyor. İsrail’in güvenliğine bağlılık belgede vurgulanan bir başka noktayı oluşturuyor.

Belge, Amerikan emperyalizminin yönelişlerine çerçeve oluştururken, NATO şefi Stoltenberg’in “Çin’in yükselişine karşı Avrupa ve Kuzey Amerika’nın birlikte çalışmasının gerekliliği” açıklaması geldi. Stoltenberg’in açıklamasının üzerinden çok zaman geçmeden, üst düzey AB yetkililerinin sürdürmekte oldukları müzakereleri tamamladıkları ve Sincan’daki Müslüman Uygurlara yönelik muamele nedeniyle Çin’e yaptırımlar uygulama kararı aldıkları açıklandı.

Bu kararın alınmasından önce bir açıklama yapan Alman Dışişleri Bakanı Heiko Maas, yeni Başkan Joe Biden yönetimi altında Beyaz Saray’la ilişkilerin geliştirilmesi sayesinde ortak hareket etme yollarının açılacağını umduğunu belirtmiş, “Çin ve Rusya’nın insan hakları ihlallerine karşı Amerika Birleşik Devletleri ile ortak yaptırım kararları almak istiyoruz” demişti.

AB’nin Rusya’ya uyguladığı yaptırımlar uzatıldı ve Çin’e yönelik yaptırım uygulama kararı “aşınan ittifakların güçlendirilmesi” yolunda önemli adımlar atıldığını gösteriyor. AB’nin birkaç ay önce önemli bir ticaret anlaşması imzaladığı Çin’e yönelik bu kararı, yeni ABD yönetiminin yönelişlerine uyumlu bir çizgide konumlanacağını sembolize etmektedir. Almanya’nın Hint-Pasifik bölgesine bir fırkateyn gönderme kararını da bu kapsam içinde ele almak gerekiyor.

Biden’ın uygulanacak dış politikalar hakkında yaptığı bir konuşmanın ardından açıklamalar yapan Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky, “Basit bir sorum var. Başkan biz neden hala NATO’da değiliz?” demişti. Ukrayna’nın NATO ittifakına resmi olarak kabulünün, Rusya ile ilişkileri çok daha tehlikeli bir noktaya taşıyacağı açık, Trump döneminde NATO ittifakının kendi iç sorunlarının şiddetlenmesi böylesi bir hamlenin gerçekleşmesini engelledi.

NATO Ukrayna’yı silahlandırdı ve silahlandırmaya devam ediyor ancak Ukrayna’nın resmi olarak NATO ittifakına katılması çok farklı bir anlam taşıyacak. Üye ülkeleri koruma sorumluluğu, Donbas ve Kırım bağlamında NATO’yu savaşın doğrudan tarafı konumuna getirecek. 12 Mart’ta Rusya basınında, Donbas’ta uzun bir aradan sonra çatışmalar yaşanmaya başladığı haberleri geçti. Ria Novosti, “bölgede durumun keskin bir şekilde kötüleştiğini” bildirdi.

Türkiye’nin ürettiği SİHA’ların Ukrayna Ordusuna satılması ve tatbikatlarda kullanılması, aynı kapsam içinde ele alınmalıdır; Türkiye’nin NATO ittifakına bağlılığının bir ifadesidir. Donbas’ta uzun zamandır yaşanmayan çatışmaların başlaması, yeni Amerikan yönetiminin Rusya’yı sıkıştırma politikasının bir unsuru olarak devreye girdi.

ABD’nin savunma ve dışişleri bakanlarının Güney Kore ve Japonya’yı kapsayan yolculuğu dün başladı. Yapacakları görüşmelerin güvenliğe ve diplomatik meselelere ilişkin olacağı belirtilmişti. ABD Savunma Bakanı görüşmelerle ilgili açıklamasında, görüşmelerin partnerlerinin “ABD’nin kapasitelerinin ve operasyonel planlarının Çin’i caydırmak için yeterli olduğuna emin olmalarını” sağlamayı amaçladığını belirtti. İttifakları güçlendirme ve genişletme genel hedefinin ürünü olan bu görüşmeler Çin’i çevreleme politikasının ürünü ve doğal olarak en fazla Çin’i ilgilendirdi. Konuyla ilgili bir baş yazı yayınlayan Global Times gazetesi, Çin yönetiminin görüşmelere nasıl baktığını ortaya koydu.

Yazıda, ABD’nin konuya yaklaşımının mantıksal bir tutarsızlığa sahip olduğu belirtilmiş; Güney Kore ve Çin’in çok güçlü ekonomik bağlarına dikkat çekilmişti. Güney Kore’nin Çin’den ayrılmasının mümkün olmadığı çünkü bir ayrılma durumunda Güney Kore’nin büyük kayıplarının ABD tarafından telafi edilmesi olanağının bulunmadığı belirtiliyordu. Japonya’nın ABD ile ilişkilerini daha da geliştirmek istediğinin bilindiği vurgulanıyordu ancak ABD çıkarları için Çin’i arkadan bıçaklamak amacıyla avuçlarına konacak ABD bıçaklarının bu ülkeler tarafından kabul edilmeyeceği dile getirilmişti. Japonya ve Güney Kore’ye ABD’nin niyetlerine dikkatle bakmaları önerilmişti.

Transatlantik ittifakı güçlendirilir, Hint-Pasifik alanında ittifak güçlerinin “emin olması” sağlanmaya çalışılırken, Çin ve Rusya arasında uzay çalışmalarında işbirliği yapılacağı ve bu işbirliğinin tarafların eşitliğine ve karşılıklı çıkarlarına dayanacağı açıklandı. Çin ve Rusya arasında giderek gelişen işbirliği alanlarına önemli bir unsur eklenmiş oldu. Birleşmiş Milletler’de bir araya gelen 16 ülkenin oluşturduğu “Birleşmiş Milletler Şartının Dostları” koalisyonu, koalisyonun kuruluş amacının “tek taraflı güç kullanımı ve yaptırımlara karşı çıkmak” olduğunu açıkladı.

İran, Rusya ve Çin’in öncülük ettiği belirtilen oluşuma, Filistin, Suriye, Kuzey Kore, Venezüela, Küba, Cezayir, Angola, Belarus, Bolivya, Kamboçya, Eritre, Laos, Nikaragua, Grenada ve Saint Vincent kurucu üyeler olarak katılım gösterdi. Lübnan basınına konuşan bazı politikacılar, Rusya’nın bölgedeki gelişmeleri değerlendirmek üzere üst düzey bir Hizbullah heyetini Moskova’ya davet ettiğini açıkladı. ABD’nin hamlelerine paralel olarak Doğu cephesinde de ittifakları güçlendirme ve genişletme çabaları hız kazanmış görünüyor.   

Yeni Amerikan yönetimi Ortadoğu’da İran’ı hedef alan politikaları sürdürme kararlılığını İsrail, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri savaş uçaklarıyla birlikte gerçekleştirdiği devriye uçuşlarıyla gösterdi. ABD’nin ağır bombardıman uçakları bölge üzerinde dolaşırken, değişik noktalarda bu ülkelerin savaş uçaklarıyla ortak uçuşlar yaptı. Biden yönetimi İran’a uygulanan yaptırımlarda herhangi bir esneme olmayacağını ilan etti ve İran’ın anlaşma masasına yaptırımlarla birlikte dönmesi dayatmasını yineledi.

Devriye uçuşları, Trump döneminde İsrail ile Körfez Krallıkları arasındaki ilişkiyi güçlendirme ve derinleştirme amacıyla uygulanan “Asrın Anlaşması” politikasının ürünü olarak kabul edilebilir ve ABD Dışişleri Bakanı Blinken, bu politikanın iyi sonuçlar yarattığını ve sürdüreceklerini açıklamıştı. Bir tür Ortadoğu NATO’su olarak adlandırılabilecek bu ittifakın güçlendirilmesi yolunda adımlar atılıyor. Katar’ın Suudi Arabistan ve BAE ile yaşadığı ciddi sorunları çözmeye yönelik bazı girişimlerin hızlanması bu kapsam içine girmektedir.

Yeni Arap ortaklarıyla konumunu güçlendiren İsrail’in daha da pervasızlaşması olasılığı yükseldi. İran Suriye’ye petrol taşıyan bir gemisine sabotaj yapıldığını açıkladı ve saldırıdan İsrail’i sorumlu tuttu. İran’ın bu açıklamasından iki gün sonra, Wall Street Journal gazetesi konuyla ilgili geniş bir haber yayınladı. Haberdeki bilgilerin üst düzey ABD istihbarat servisi yöneticileri tarafından aktarıldığı özellikle vurgulanmıştı.

ABD istihbaratçıları saldırının İsrail tarafından düzenlendiğini teyit ediyor; bunun ilk saldırı olmadığı, 2019 yılından beri düzenlenen 12. Saldırı olduğu bilgisini veriyorlardı. Vurulan gemilerin sivil ticaret gemileri olmasına dikkat çekilmişti. Eski MOSSAD şeflerinden bazı önemli politik aktörlere, İsrail’de konuyla ilgili açıklamalar yapan isimler, saldırıların yanlış olduğunu ve bölgedeki gerginlikleri arttırdığını belirtti. ABD’nin Ortadoğu NATO’sunu örerken İsrail’i kontrol altında tutma isteğinin ifadesi olan bu gelişmeler, Netanyahu’ya bir takım sınırlar çizme hedefine sahip.

Ortadoğu’da yaşanan bu gelişmelere uyumlu bir konuma yerleşme arayışları AKP-MHP iktidarının yeni hamlelerini karakterize ediyor. Bu çerçevede, Tayyip Erdoğan’ın uluslararası Finans-Kapitalin yayın organlarından Bloomberg’e yazdığı makaledeki bazı ifadeler dikkat çekici. Rusya ve İran’la Astana sürecini yürüten Erdoğan makalesinde, “Biden yönetimi, kampanya döneminde verdiği sözleri tutarak, Suriye’deki trajediyi sonlandırmak ve demokrasiyi müdafaa etmek için bizimle birlikte çalışmalıdır” çağrısını yaptı. Doğrudan ABD yönetimine yapılan bu çağrı, Ortadoğu NATO’su içinde kendine güçlü bir alan açma arzusunun ifadesidir.

AKP-MHP iktidarının borazanlığını yapan yayınlarda son zamanlarda daha sık görülmeye başlayan İran karşıtı söylem, bu arayışların bir başka göstergesidir. AKP’nin bu tip manevralarla konumunu güçlendirdiği süreçler oldu ancak bölgedeki karmaşık durum ve Kürt halkının kazanımları karşısındaki duruşu bu süreçte hareket alanını daraltıyor. Donbas’tan Basra Körfezi’ne uzanan hat emperyalizmin desteğini arkasına almak için ona uygun bir ortam sunuyor ancak bu ortamı değerlendirebilmesi için manevralarını genişletmesi gerekiyor.

Son zamanlarda faşist iktidar tarafından gündeme taşınan “yeni anayasa”, “demokratikleşme” başlıklarının gerçek anlamı Erdoğan’ın makalesindeki “Demokrasi, özgürlük ve insan haklarının yeniden moda olduğu şimdilerde” ifadesinde bulunmaktadır. O modaya uyum sağlamak için bu söylemleri kullanmaktadır. Yeni ABD yönetiminin dillendirdiği bu söylemlerin sadece moda olduğunu çok iyi bilmektedir.

Papa’nın Irak seyahatinin ABD ve AB kamuoyuna yansımaları ve Barzani’ye yönelik genel yaklaşım, emperyalizmin Kürdistan siyasetinin temsilinde Barzani’ye daha geniş bir alan açma yönelişini aksettirdi. Barzani’ye açılan alan Kürt özgürleşmesinin işbirlikçi kanallar aracılığıyla düzen siyasetine eklemlenmesinde bir manivela işlevi görebilir. AKP-MHP faşizminin yönelişlerine uygun bir zemin oluşturma potansiyeli taşımaktadır. Kürt Özgürlük Hareketi Gare zaferinin moralini Newroz’a taşıyabilirse sahadaki gerçek inisiyatifi kendisinin temsil ettiğini dosta da düşmana da gösterebilir.

AKP-MHP faşizmi ekonomik sıkışmanın toplumsal ve siyasal sonuçlarından doğacak muhalefet dinamiklerinin devrimci siyasal kanallarla buluşmasının ne tür sonuçlar yaratacağını çok iyi biliyor. Bu nedenle, hemen her muhalefet odağının üzerine baskı ve zor aracılığıyla yürüyor. Yoksulluk ve işsizlik kıskacındaki milyonlarda öfke büyüyor. Faşist iktidar Boğaziçi ile başlayan, 8 Mart eylemiyle yükselen dalganın önünü kesmek için hamleler geliştirdi ancak Gazi’deki 12 Mart eylemi gösterdi ki, halk muhalefeti akacak kanallar arıyor.

Metropollerde gerçekleşecek güçlü Newroz eylemleri, birleşik devrim perspektifinin somutlanması, Kürt ve Türk halklarının mücadele birliğinin daha sağlam temellerde inşa edilmesi için önemli olanaklar sunuyor. Doğal olarak bu alanda en önemli iş birleşik devrim perspektifinde buluşan devrimci hareketlere düşüyor.

Bolivya’da geçen yıl gerçekleşen Amerikancı darbeye karşı direnişi sokak sokak ören halk güçleri, darbecileri dize getirmişti ve geçtiğimiz günlerde darbeden sonra kendini devlet başkanı ilan eden Amerikan kuklası Jeanne Anez gözaltına alındı. Bolivya’da halkçı-demokratik hükümet darbecilerin üzerine gidiyor. Bolivya örneği, pandemi aracılığıyla büyük bir sınıfsal saldırıya uğrayan tüm ezilen ve sömürülenlere ancak direnişle başarıya ulaşılacağını net olarak gösteriyor.

Bahar ayları sadece doğanın canlanışını haber vermiyor, ülkemizde ve dünyada yükselen sınıf mücadelelerinin de habercisi. Ülkemiz devrimcilerini birleşik devrim perspektifinde yeni mücadele günlerine çağırıyor.  

Paylaşın