İsmail Güldere, Umut Yazıları

Her yerde 1 Mayıs- İsmail Güldere


1 Mayıs günleri uzun zamandır içerdiği sınıf, ayaklanma, isyan, birleşik mücadele, dayanışma, proletarya diktatörlüğü gibi bağlamları fazla konuşulmayarak hangi alanda kutlama yapılacağı gündemine sıkıştırılıp örgütleniyor. 1 Mayıs alanları bu anlamıyla iktidarın verdiği izinle, gösterdiği meydanla şekillenen yasal-yasal olmayan alanlar üzerine yapılan tartışmalara kitleniyor. İşçi sınıfının kendi haklarını kazanması noktasında ileri adımlardan biri olan ve örgütlenmesi itibari ile işçi sınıfının örgütlü gücünü burjuvazi karşısında sergileyen 1 Mayıs’lar bugün için bu tartışmalara boğulmayacak derecede dünden daha kritik bir noktada duruyor. Faşizm açısından işçi sınıfının eyleminin hep yasaklı olduğu unutularak bu gündemde ayrışmamak, faşizmi yıkmak noktasında birleşmek gerekiyor.


1 Mayıs işçi bayramı emeğin sömürüsünün derinleştiği, salgınla birlikte emeğin haklarının toptan yok edildiği bir döneme denk geliyor. Kod-29 başta olmak üzere ücretsiz izne çıkarmalar, grev yasaklamalar, işçi direnişlerine yönelik saldırıların artışı karşısında bu sene 1 Mayıs eşitlik, hak, güvence taleplerinden daha üstte bir anlam içeriyor. Çünkü esasen özellikle 1 Mayıs’tan sonraki süreçte işçi kıyımı Türkiye işçi sınıfını bekliyor. Ya faşist iktidarın yıkılacağı ya da işçi sınıfının başını kaldıramayacak kadar köleleştirileceği bir düzenin inşası AKP-MHP faşist iktidarı tarafından bu yönlü örgütleniyor. Türkiye sermayesinin ve faşist AKP-MHP iktidarının yoğunlaşması ve geleceği bu temelde Türkiye işçi sınıfının daha fazla sömürülmesi, köleleştirilmesi üzerine kuruluyor.


Son gündem tartışması olan Montrö boğazlar sözleşmesini ve Kanal İstanbul Projesini de işçi sınıfının sömürülmesi üzerinden okumak gerekiyor. Nasıl ki boğazlardan geçen gemiler üzerinden gelen paralar işçi sınıfının daha fazla sömürülmesi dışında bir yatırıma dönüşmüyorsa, kanal İstanbul’un da yapımında çalışacak işçiler için o kanal yapımında canlarını verdikleri, kanlarının üzerinde yüzecek ekonomik ranttan başka bir şeye dönüşmeyecek. Hem boğazlar hem de kanaldan geçen tek şey emperyalist-kapitalist sistemin dönmesini sağlayan uluslararası çarkları oluyor. Bu anlamıyla emperyalist-kapitalist sistemin farklı kanatları arasındaki ülke içi güç savaşında vatan, darbe diye tartıştıkları şey sömürünün kimin tekelinde gelişeceğidir. Bu konu için işçi sınıfı ve ezilenler cephesinde daha fazlasını tartışmamak gerekiyor.

1 Mayıs’a doğru giderken işçi sınıfının faşizmin yıkılması, sömürünün ortadan kaldırılması dışında gerçekçi tek bir gündemi bulunmuyor. Son açıklanan istatistik rakamları faşist iktidara karşı örgütlenmenin, birleşmenin gerekliliğini bir kez daha ortaya koyuyor. DİSK-AR yayınladığı bültende, günde ortalama 500 işçi, 2020 yılında 177 bin işçi Kod-29 bahanesiyle işten çıkarıldığını belirtiyor. TÜİK enflasyonun %20’ye yaklaştığını açıklıyor. Sadece Mart ayında 142 işçinin iş cinayetinde yaşamını yitirdiği istatistik verilerinde yerini alıyor.


AKP-MHP faşizmi ve onun korumasında gelişen Türkiye sermayesi tam ortaklaşma sağlamış olmasa da işçi sınıfının sömürülmesi noktasında ayrılıklarını bir kenara bırakarak sınıf rollerini işçi sınıfını daha da fazla sömürerek oynuyorlar. Faşizmin Türkiye’nin en zenginlerini barındıran iş ortaklığı derneği TÜSİAD’la bu anlamıyla sorunları bulunmuyor. Ülke yönetimi konusunda hepsi birbirine eyvallah çekebiliyor, keza en son AB temsilcileri ziyareti ile bu eyvallah TÜSİAD’ın sırtını dayadığı Avrupa sermayesi tarafından da çekilmiş oluyor. Siyasi kozlar ekonomik kozlarla birleşiyor hem işçi sınıfı sömürülüyor hem de ezilenler bu sömürü dalgasının altında boğuluyor. 100. direniş gününe yaklaşan Migros depo işçilerine karşı korumaya alınan TÜSİAD YİK (Yüksek İstişare Konseyi) Başkanı Tuncay Özilhan’ın durumu bu ortaklaşmayı özetliyor. Çok değil 1 hafta önce TÜSİAD Olağan Genel Kurulunda konuşan Özilhan Türk Lirası’nın döviz karşısındaki şiddetli düşüşünün endişe verici seviyede olduğuna dikkat çekerek, Merkez Bankası Başkanlığındaki ani değişimleri eleştiriyor. Özilhan, “Kurumsal yapılarda öngörülebilirlik olmadan plan yapılamaz” diyor. Bu konuşmanın diğer satırbaşları da her biri faşist iktidarı, en başta da faşist Erdoğan’ın yönetimini eleştirirken, Özilhan’ın kapısının önünde duran polisler, her iktidara laf edene saldırdıkları bu dönemde, onu koruyor, işçilere saldırıyor. AKP-MHP faşizmi ve Türkiye sermayesinin işçi sınıfını sömürmekte omurgasızlaştığı bir dönem yaşanıyor ve kriz büyüdükçe sömürü mekanizması daha fazla birleşiyor. Ancak bu birleşmenin onlar için gelecek kâr, çıkar, rant çatışmaları yaşanıncaya kadar olacağını unutmamak gerekiyor.Faşist iktidar işçi sınıfına yönelik çok daha ağır bir sömürü sürecini bu ortaklıkla hazırlıyor. İşçi sınıfı için ise bu ortaklık karşısında Marx’ın o ünlü deyimiyle zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şey bulunmuyor. 1 Mayıs yaklaşırken işçi sınıfının isyancı, başkaldıran, ayaklanmacı yönünü yeniden canlandırmak sömürü çarklarını daha hızlı döndürmek isteyen kapitalist Türkiye ekonomisine bir yumruk indirerek faşist iktidarın yıkılış raundunu oynamaya başlamak gerekiyor.

Bu anlamıyla 1 Mayıs alanı neresidir tartışmasına, nerede iç cinayeti yaşanan inşaat varsa, nerede işçi hakları gasp edilen fabrika varsa, nerede keyfi işten çıkartmalar yaşanan atölye varsa orası diyerek her yerde 1 Mayıs bayrağını dalgalandırarak başlamak gerekiyor.

Migros Depo, Sinbo, PTT, Cargill, CPS Otomotiv gibi işçi direnişlerinin yaşandığı noktalar başta olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında süren tüm işçi direnişleri 1 Mayıs’ların örgütlenme merkezleri ve taşıyıcı gücüne dönüşmesi gerekiyor.


Bu anlamıyla 1 Mayıs’a Tuncay Özilhan’ın ve onun gibilerin evlerinin, villalarının önünden başlayarak, 1 Mayıs halayları buralarda kurularak ancak, sadece halayla kalmayıp o sömürü yuvaları, şirketleri, holdingleri, plazaları, fabrikaları da başlarına yıkarak, ateşe vererek 1 Mayıs meydanlarına doğru bir ayaklanma kitlesine dönüşerek gitmek gerekiyor.
AKP-MHP faşizmi ve Türkiye burjuvazisinin korktuğunun başına gelmesini sağlayacak tek şey ayaklanan bir işçi sınıfı ve 1 Mayıs’ın eylem iradesi, kararlılığı olabilir.


Hiç kuşkusuz bu 1 Mayıs alanlarından en önemlisi tarihsel anlamıyla beraber Taksim meydanıdır. Orada ısrarcı olup, işçi sınıfının hesabını sorma, işçi sınıfının iktidarını kurma noktasında bir kararlılıkla duruş sergilemek gerekiyor. 1 Mayıs günü, sadece o günün kutlanması eylemi ile sınırlandırılmadan işçi sınıfının gücünün bilince çıkartılması doğrultusunda, değil haftaya yayılan 1 Mayıs’tan sonra da sürecek bir ivmeyle birleşik ve militan bir çizgide örgütlenmesi faşizmin ve sermaye cephesinin yıkılmasını, Türkiye işçi sınıfı ve ezilen halklarının özgürlüğü kazanmasını sağlayabilir.

Paylaşın