En Çok Okunanlar, Gündem, Umut Yazıları

Editörden| Hayat birleşik devrim güçlerini eyleme çağırıyor

6 Eylül 1981 tarihli New York Times gazetesinde Küba Devriminin önderi Fidel Castro’nun bir açıklamasından parçalar yer alıyordu. Castro açıklamasında, ülkesinde yaşanan Dang Humması salgınının CİA’nın biyolojik savaş araçlarıyla yaratıldığını iddia etmiş, 273 bin Kübalının hastalıktan etkilendiğini ve 158 Kübalının yaşamını yitirdiğini belirtmişti. ABD’nin Küba’nın devrimci liderlerini, halkını, doğasını, hayvanlarını her şeyini hedef aldığını dile getiren Castro, bu saldırılara karşı direniş çağrısı yapmıştı.

Dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan Castro’ya verdiği yanıtta, ABD’nin Küba’ya biyolojik savaş araçlarıyla saldırdığı iddiasının “bütünüyle temelsiz” olduğunu söylemiş, salgının nedeninin devrim olduğunu iddia etmişti. Küba devriminin “büyük bir başarısızlık” olduğunu ileri süren Reagan’a göre, Castro devrimin başarısızlıklarını ABD’yi suçlayarak gizlemeye çalışıyordu. (The US War on Cuba: From Economic Embargoes, Biological Warfare to US-Backed Terrorism, Timothy Alexsander Guzman, Global Research, August 1)

Castro bir hakikati dile getirmişti; ABD Küba’ya karşı yürüttüğü savaşı, ekonomik araçlarla, ambargolarla, biyolojik silahlarla ve karşı-devrimci milislerle çok yönlü örgütlemişti. Latin Amerika’da sosyalist ve anti-emperyalist mücadelelerin geriletilmesi için Küba örneğinin yok edilmesi gerekiyordu. Küba halkı devrimci önderliğinin rehberliğinde direnişi seçti, emperyalizme karşı direnişini büyüttü.

Amerika’nın tanınmış iktisatçılarından Prof. Nouriel Roubini Başkan Biden’ın ekonomi politikalarını değerlendirdiği yeni yazısında, Biden’in “neo-popülist” bir çizgiye yöneldiğini, 6 ayın sonunda ortaya çıkan tablo itibariyle Biden’ın Obama döneminden çok Trump dönemi politikalarını sürdürdüğünü saptıyor. Trump’ın Çin mallarına karşı yükselttiği gümrük tarifelerinin Biden tarafından uygulanmaya devam edildiğine vurgu yapan yazar, Biden’ın dile getirdiği “Amerikan malı satın al” sloganının Trump’ın uyguladığı politikaların devamlılığının bir göstergesi olduğunu dile getiriyor. (Biden has a better handle on economics than Trump – but there are still risks, Nouriel Roubini, Guardian, 3 August)

Biden sadece Trump’ın Çin mallarına karşı yükselttiği gümrük tarifelerini devam ettirmiyor; Çin’e yönelik baskıları çok yönlü sürdürüyor ve Trump’ın virüsün kaynağının Wuhan’daki Viroloji Enstitüsü olduğu yolundaki iddialarına uygun bir çizgi geliştiriyor. Biden’ın Çin’e yönelik hamleleri WHO (Dünya Sağlık Örgütü) üzerinde de etki yarattı ve WHO virüsün kaynağına ilişkin Çin’de daha geniş kapsamlı bir araştırma yapılması için talepte bulundu. WHO’nun bu talebi Çin ile gerilimin artmasına neden oldu.

Çin’de WHO’nun değişen yaklaşımına karşı tepki gelişirken, 100 ülkeden 300 temsilcinin imzaladığı bir metin 31 Temmuz’da yayınlandı. WHO’nun virüsün kaynağına ilişkin araştırmayı politikleştirdiğinin savunulduğu bu metinde, virüsün kaynağına ilişkin araştırmanın Çin’le sınırlandırılmasına karşı çıkılıyor, araştırmanın küresel bir kapsam kazanması gerektiği vurgulanıyor. İnternet ortamında dolaşıma giren bir başka metin yine Çin kaynaklı ve kısa zamanda 25 milyon imzaya ulaşmış durumda. Bu metin, WHO’dan virüsün kaynağına ilişkin araştırmayı ABD’de Pentagon’un kötü ünlü biyolojik araştırma laboratuvarı Fort Detrick’e genişletmesini talep ediyor. Çin’in önde gelen bilim insanlarından epidemelog Xeng Guang konuyla ilgili açıklamasında, ABD’nin kendi biyolojik laboratuvarlarında araştırılma yapılmasını engellediğini ancak WHO’nun Wuhan’daki enstitüde olduğu gibi burada da araştırma yapılması için ciddi adımlar atması gerektiğini belirtiyor.

Fort Detrick kötü ünlü ve Fort Detrick’teki faaliyetler Çinli bilim insanları tarafından değil, ABD’nin tanınmış araştırmacı-yazarlarından Stephen Kinzer tarafından ciddi olarak sorgulanıyor. Kinzer salgının başlangıcından beri Fort Detrick’in “sırları” hakkında yazıyor ve son yazısında, ABD’nin Wuhan hakkında çok konuştuğunu ancak öncelikle “kendi virüs sırları” üzerinde durması gerektiğini belirtirken Fort Detrick’e işaret ediyor. (America has its own virus secrets, Boston Globe, 29 July)

Kinzer ABD’nin dış ülkelerde yasadışı faaliyet gösteren gizli servisleri ve ABD’nin dış operasyonları üzerine yaptığı önemli çalışmalarla tanınıyor. Kinzer’in son kitabı Fort Detrick’te yöneticilik yapmış bir CİA uzmanının faaliyetleri hakkında. Kinzer kitabında, Fort Detrick’te CİA’nın zihin kontrolü projesini yöneten Sidney Gottlieb’in faaliyetleri esnasında işlediği cinayetleri ve Gottlieb’in denek olarak kullandığı tutukluların öldüğünün bilinmesine rağmen sahip olduğu dokunulmazlığı belgelerle gözler önüne seriyor. Fort Detrick’in kimyasal ve biyolojik silah geliştirme alanındaki kirli siciline odaklanan Kinzer, “Fort Detrick 1950 ve 1960’larda ABD’de yapılan en karanlık deneylerin merkeziydi” sözleriyle buradaki faaliyetlerin çerçevesini çiziyor.

600 binadan oluşan Fort Detrick’in ABD Ordusunun halen büyümekte olan biyolojik araştırma çalışmalarının merkezi olmaya devam ettiğini belirten Kinzer, 1949’da Fort Detrick’te oluşturulan Özel Operasyonlar Bölümü’ne dikkat çekiyor. Kinzer, Fort Detrick’in 2019 yılında salgının başlangıcından kısa bir süre önce “güvenlik ihlalleri” nedeniyle kapatılmasına işaret ederek, ABD’nin Çin’den önce kendi evine bakması gerektiğini dile getiriyor.

Kinzer, Gottlieb’in Küba önderi Castro ve Kongo’nun devrimci önderi Patrice Lumumba’ya düzenlenecek suikastlar için Fort Detrick’te zehirli maddeler geliştirdiği bilgisini veriyor. Fort Detrick hakkındaki iddiaların 1960’larda yaygınlaşması ve buranın kapatılması için düzenlenen eylemler sonunda, Başkan Richard Nixon 1970 yılında buradaki tüm biyolojik maddelerin imhası emrini vermiş. Fort Detrick’te yürütülen çalışmalar “savunma” kapsamında sürdürülmüş ve sürdürülüyor. Biyolojik savaş araçlarıyla gerçekleşecek olası saldırılara karşı “savunma” amacıyla yürütülen çalışmaların üzerinde kalın bir sis perdesi var ve kurumun kirli tarihi her türden kuşkuya kapı açıyor. Kinzer’in Fort Detrick ve Gottlieb hakkındaki kitabı ve salgın sürecindeki yazıları konunun daha berrak görülmesi bağlamında önemli katkılar sundu.

Virüsün kaynağına ilişkin karşılıklı iddialar ABD ile Çin arasındaki gerginliklerin yeni bir düzey kazanmasına yol açıyor ve “ticaret savaşları” ile başlayan, “teknoloji savaşları” ile devam eden çatışmanın boyutları “virüs savaşı” ile giderek genişliyor. Bu kapsamda yazan Çin’in Global Times gazetesi editoryası, ABD’nin müttefiklerini seferber ederek Çin’e karşı bir “Batı duvarı” örmek istediğini ancak Çin’in bu oyunu bozma kapasitene sahip olduğunu ve ABD’nin müttefiklerinin yararına olmayan bu girişimi engellemek için diplomasi ve ticaret alanlarına odaklanarak yol alması gerektiğini belirtiyor. Biden’ın Rusya’yı da kapsayan bir biçimde örmeye çalıştığı “Batı Duvarı” ciddi sorunlarla karşı karşıya.

22 Temmuz’da ABD ile Almanya arasında varılan anlaşma sonucunda Kuzey Akımı 2 projesi ABD tarafından kabul edildi. Daha önceki açıklamalarında, projeye katılan şirketlere yaptırımlar uygulayacağını ifade eden ABD yönetiminin projeyi kabul etmesi, “Batı Duvarı”nın örülmesinin güçlüklerini gözler önüne serdi. Almanya’nın ABD baskısına karşı direnmesi ve kendi önceliklerinde ısrar ederek ABD’ye anlaşmayı kabul ettirmesi “Batı Duvarı”nın temellerinin sağlam olmadığının önemli bir göstergesidir.

Geçtiğimiz hafta sonu Avrupa’nın birçok kentinde alanları dolduran kitleler “Covid önlemleri” olarak sunulan ancak pratikte kapitalist hükümetlerin “kalıcı olağanüstü hal” rejimi oluşturma anlamına gelen politikalara karşı öfkelerini ifade ediyordu. Almanya ve Fransa’da polisin göstericilere yönelik sert müdahaleleri halk kitlelerinin muhalefetinden duyulan korkuyu dışa vurdu. Barışçıl protestolara yönelik polis şiddeti, “kalıcı olağanüstü hal” rejiminin yaratacağı ortamın önemli görünümlerinden birini sundu. Salgın sürecinin esas itibariyle bir sınıfsal saldırı dalgası olarak ilerlemesi, yoksulluk, işsizlik kıskacındaki emekçilerin demokratik ve sosyal haklarına yönelik saldırılar nedeniyle ortaya çıkan hoşnutsuzluğun yaratacağı politik sonuçlardan duyulan korku polis şiddetinin gerisinde yatan asıl unsurdu. Son birkaç ay içinde Avrupa’nın farklı ülkelerinde yenilenen ve güçlendirilen Terörle Mücadele Yasaları aynı korkunun ürünüydü ve “kalıcı olağanüstü hal” rejiminin yasal bir dayanak noktası olarak tasarlanmıştı.

Hafta sonu eylemlerinin kitleselliği, büyük sınıfsal saldırı dalgası karşısında mücadele dinamiklerinin harekete geçmeye başlamasının önemli bir işaretini sundu. Solun burjuvazinin çerçevesini çizdiği sağlıkçı anlayıştan kopup, kitlelerin gerçek talepleriyle bütünleşmesinin zorunluluğu bu eylemlerle daha görünür hale geldi. Salgın sürecinde burjuvazinin yerleştirdiği “sağlıkçı yaklaşım” çerçevesini aşamayan sol, gelişen kitle hareketlerinin dinamizmiyle buluşabildiği ölçüde politik bir aktör olma niteliğini kazanacaktır. Kapitalist hükümetlerin halk muhalefetinden korkularının düzeyini gösteren bir örnek yasa tasarısı Avustralya parlamentosuna sunuldu.

Yasa tasarısında, Avustralya’da gerçekleşen “Covid önlemleri” karşıtı protestolara katılanlara 5500 dolar, bu protestoların görüntülerini internet ortamında paylaşanlara 11.000 dolar para cezası verilmesi talep ediliyor. Bu yasa tasarısı kapitalist hükümetlerin kurumsallaştırmak için kolları sıvadığı “kalıcı olağanüstü hal” rejimine giden yolu aydınlatmaktadır, kapitalist hükümetler “halk sağlığı” gerekçesini kullanılarak halklara yeni kölelik biçimleri dayatmaktadır. Sol bu saldırılar karşısında hareketlenen kitlelere politik önderlik yapabildiği oranda gelişecek, toplumsal meşruiyet alanını hızla genişletecektir. Bu görev proletarya sosyalistlerinin omuzlarındadır.

“Covid milyarderleri” kavram haznesine yenilerde katıldı. Milyonlarca emekçinin yoksulluk, işsizlik ve güvencesizlik kıskacında var olma savaşı verdiği günlerde kavram dünyasına giren Covid milyarderleri, halkların yaşadığı büyük yıkımdan servetlerine servet katarak çıkanları anlatıyor. Covid bir sınıfsal saldırı olduğu için milyonların yıkımı Finans-kapital için yeni kar kaynakları anlamına geldi. Finans-kapitalin sözcüğün gerçek anlamında bir “Halk Sağlığı” sorunu olduğu salgın günlerinde daha da berraklaştı. Çok yüksek karlar elde eden Biontech ve Moderna şirketlerinin aşılarına geçen hafta yaptıkları zam Finans-kapitalin dünyasında “halk sağlığının” ne anlama geldiğinin en açık göstergesiydi. Halk sağlığının korunmasının tek gerçekçi yolunun Finans-kapital iktidarının yıkılmasından geçtiği dünya ölçeğinde bir gerçeklik olarak belirginleşti.

Uluslararası proletaryanın devrimci önderi Friedrich Engels 1876’da “Ancak, insanın doğa karşısında kazandığı zaferlerle fazla övünmeyelim. İnsanlığın kazandığı her zafere karşı doğa bizden intikamını alır. Evet, her zaferin ilk etapta bize beklediğimiz sonuçları getirdiği doğrudur. Ne var ki ikinci ve üçüncü etaplarda ortaya çıkan hayli farklı ve önceden görülemeyen sonuçlar çoğu kez ilkini boşa düşürür” sözleriyle kapitalist soygunun tabiat ana üzerindeki etkilerine dikkat çekmişti. Dünya yanıyor ve dünyayı yakan kapitalist kundakçılar bir taraftan ateşe odun atmaya devam ederken, diğer taraftan “yeni yeşil gündem” türü projelerle, salgın sürecinde olduğu gibi “kurtarıcı” rolünde sahne almaya çalışıyorlar. Marx’ın Kapital’de, tabiat ile insan arasında metabolik bir ilişkinin varlığını ortaya koyar ve yine Marx’ın aynı yerde vurguladığı gibi, kapitalist toplumda bu ilişki bozulmuştur. İnsan ve tabiat arasındaki metabolik ilişkinin onarılması ancak “ortaklaşmış üreticiler toplumunda” yani sosyalizmde mümkündür. Tabiat ve insan arasındaki metabolik ilişkinin onarılmasının önkoşulu Finans-kapital iktidarının yıkılmasıdır.

Engels’in sözleri herhalde en güçlü karşılığını ülkesi Almanya’nın yaz ortasında yaşadığı sel “felaketinde” buldu. “Felaket kapitalizmi” Finans-kapital egemenliği koşullarında dünyanın yeni normali. Bu nedenle, yaşanan felaketlerin kaynağındaki sınıf iktidarını görmeyen, bu körlüğü nedeniyle Finans-kapital iktidarını hedef almayan “çevreci” yaklaşımların konuyu aydınlatma şansı yok. Bu yaklaşımlar kaçınılmaz olarak Finans-kapitalin “yeni yeşil gündeminin” kuyrukçuluğunu yapacak, Finans-kapitalin “Büyük Sıfırlama” programının yeşil savunucuları konumuna düşecektir. Tabiatın ve tüm insanlığın kaderi hiç olmadığı ölçüde uluslararası proletaryanın devrimci eylemine bağlanmıştır.

Türkiye yanıyor ve faşist blok sadece yangına odun taşımakla yetinmiyor, aynı zamanda yangınları halklar arası bir çatışmaya dönüştürmek için kesintisiz faaliyet yürütüyor. Faşist milisler yangın bölgelerinde ellerinde silahlarıyla Kürt avına çıkmış, kimlik kontrolleri yapıyor. Kürt mevsimlik işçiler faşist milislerin saldırılarına uğruyor. Konya Meram’da birkaç ay önce saldırıya uğrayan bir Kürt aileden 7 kişi evlerinde katlediliyor. Katliamcı faşist yakalandıktan sonra verdiği ilk ifadede, amacının aileyi daha önce uğradıkları saldırı nedeniyle verdikleri ifadeden vazgeçirmek olduğunu iddia ediyor. Katliamın planlı bir saldırı olduğu aşikar ve bu katliam faşist blokun ülkede kademeli olarak geliştirdiği ırkçı-şoven atmosferden bağımsız ele alınamaz. Artmakta olan yoksulluk, işsizlik ve güvencesizliğin sıkıştırdığı faşist blok tabanını tahkim etmek, faşist zorbalığına meşruiyet zemini yaratmak amacıyla Kürt halkına yönelik saldırılarını arttırıyor ve halkları düşmanlaştırmak amacıyla her fırsattan yararlanmaya çalışıyor. İktidarını korumak için bir tür “önleyici savaş” hamleleri geliştiren faşist blokun tehdidi en açık biçimde faşist şef Devlet Bahçeli tarafından Türkiye’nin “muhtemel iç kargaşa ve çatışma ortamına sürüklenme tehdidiyle yüz yüze” olduğu şeklinde ifade ediliyor.  

Bir soygun, talan ve zulüm makinasına dönüşmüş faşist iktidar yitirmeye başladığı dayanak noktaları nedeniyle dışarıda ABD emperyalizminin yeni politikalarına uyumlanma manevraları geliştiriyor, bu çerçevede Afganistan’da emperyalizmin fedailiği görevine talip oluyor. Afganistanlı göçmenler bu bağlamda faşist blokun oluşturduğu ırkçı-şoven atmosferin yakıtı olarak kullanılmaya çalışılıyor. 27 Temmuz’da Tunus’ta politik İslamcı Nahda Partisi’ni hedef alan fiili darbenin emperyalist merkezlerde kayıtsızlıkla karşılanması ve Nahda’nın sokak çağrılarının karşılıksız kalması AKP şefleri için yeni bir uyarıcı oldu. Faşist blok ABD için daha fazla kullanılır olma manevralarını gerçekleştirmeye çalışıyor ancak bu süreçte önüne konulacak faturanın ağırlığı için bölgede yaşanan son gelişmelere daha yakından bakmak gerekiyor.

İsrail’de Netanyahu’nun devrilmesi ve Naftali Bennett’in başbakanlığında yeni bir hükümetin kurulmasıyla gerçekleşen makyaj operasyonu sonrasında, Irak ve Lübnan’da hareketlilik arttı. ABD’nin Irak’ta Haşdi Şabi üyelerine yönelik saldırısı ve buna yanıt olarak ABD üslerine düzenlenen saldırılar ülkedeki son derece hassas dengeleri sarstı. ABD’nin Irak’ta bir iç çatışma yaratmak amacıyla Irak hükümeti üzerinde ciddi baskı kurduğu biliniyor. ABD’nin Irak hükümeti üzerindeki baskısı İran’a yakın milis güçlerin silahsızlandırılması ve dağıtılmasını hedefliyor. Irak hükümetinin bu yönde adımlar atması bir iç çatışmanın fitilini ateşleyebilir. Biden yönetimi Ortadoğu’da Trump dönemi politikalarından farklı bir yöneliş göstermedi. İran’la nükleer anlaşmanın yenilenmesi yolunda öne sürdüğü koşullar, masaya oturmayı imkansızlaştırıyor. İran’da oluşan yeni hükümetin bileşimi ABD’nin daha sert bir dirençle karşılaşacağını gösteriyor.

Büyük bir ekonomik ve politik kriz sarmalıyla boğuşan Lübnan 2006’dan bu yana ilk İsrail hava saldırısının hedefi oldu. Lübnan’dan İsrail’e ateşlendiği iddia edilen 3 roketi gerekçe gösteren İsrail Hava Kuvvetleri Lübnan’a hava saldırısı düzenledi. Hava saldırısı, bir süredir İran ve İsrail arasında devam eden deniz çatışmalarının yeni bir boyut kazandığı zaman kesiti içine yerleşti. Umman kıyılarında bir tankerin vurulmasından İran’ı sorumlu tutan İsrail yetkilileri, İran’a yönelik askeri bir saldırı tehdidini savurmaya başladı. İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz yaptığı açıklamada, “İran’ı vurmaya hazırız” ifadesini kullandı. İsrail ve ABD yetkililerinin bu konuya ilişkin toplantılar yaptıkları dünya basınına düşen bilgiler arasında. Bu gelişmeler, ABD ve İsrail yetkililerinin “İran’ın kollarını kesme” olarak adlandırdıkları yönelişe yani Irak, Lübnan ve Suriye’de İran’a yakın gruplara yönelik operasyonları gündeme alma opsiyonuna ulaşmış olabileceklerine işaret ediyor. Bu yönelişin hangi yoğunlukta yaşama geçirilebileceğini kestirmek şimdilik mümkün değil ancak ABD politikalarıyla uyumlanmaya çalışan faşist bloka bu noktada önemli misyonlar verilmesi çok muhtemel. Bu durum faşist blokun kendi iktidarını sürdürebilmek için bölgeyi kan gölüne çevirme potansiyeline sahip bir çatışma sürecine baştan kara dalma tehlikesini yaratıyor.

Faşist blokun içeride kaba zor ve baskıyla bir korku iklimi yaratarak, dışarıda emperyalizme daha fazla hizmet ederek iktidarını sürdürme çabaları halk sınıflarında öfke ve enerjiyi biriktiriyor. Düzen muhalefetinin “yumuşak geçiş” formülünün inandırıcılığı hayatın akışı içinde giderek daha fazla geçersizleşiyor. Bu durum, devrimci bir seçeneğin zeminini güçlendiriyor. Tam bu noktada, birleşik devrimde ısrar eden devrimci güçlerin sözlerini eyleme geçirmesinin gerekliliği yaşamsal bir önem kazanıyor. Birleşik Devrimin nesnel zemini güçlenirken, hayat birleşik devrim güçlerini eyleme çağırıyor…   

Paylaşın