10 Aralık 2021 Cuma günü, İngiltere Yüksek Mahkemesi, ölüm cezası tehdidi altında olmasına rağmen Julian Assange’ın ABD’ye iade edilmesine karar verdi. Bu ceza, Assange’ın bir gazeteci ve aktivist olarak artık bataklığa dönüşmüş emperyalist ilişki ağına ait kirli çamaşırları ortaya dökmesinin karşılığı…
Bilindiği gibi Assange tarafından 2006 yılında kurulan WikiLeaks 2010 yılından itibaren kamuoyunda geniş yankı bulan pek çok belgeyi ABD kaynaklarından sızdırarak yayınlamıştı. Bunun üzerine hakkında pek çok ülkede tutuklama kararı çıkartılan Assange, Londra’daki Ekvador büyükelçiliğine sığınmış, 2019’a kadar burada kalmıştı. 11 Nisan 2019 tarihinde burada yaka paça göz altına alınan Assange, İngiltere tarafından cezaevinde tutuluyor. İngiltere mahkemeleri Ocak ayında Assange’ın ABD’ye iade edilmesine dönük talepleri reddetmiş, ABD ise davayı Yüksek Mahkeme’ye taşımıştı.
WikiLeaks’in 2006-2016 arasında yayınladığı belgeler, ABD tarafından işlenen pek çok savaş suçunun ortaya dökülmesini sağlamıştı. Buna göre, ABD’nin Afganistan ve Irak’ta kimyasal ve biyolojik silahları mühimmat olarak bulundurduğu, Irak’ta sivil katliamlar gerçekleştirildiği, Suriye’de çok sayıda gizli operasyon yapıldığı, Guantanamo’daki tutsaklara yapılan işkencelerle Cenevre Sözleşmesi’nin sistematik olarak ihlal edildiği, çok sayıda şirketin derin siyasi bağlantıları ve ekonomik casusluk girişimleri bu belgeler yoluyla açığa çıkartılanlardan bazılarıydı.
Assange’ın ortaya koyduğu belgeler, ‘komplo teorisi’ suçlamalarına yer vermeyecek kadar sahih bir biçimde 11 Eylül’le birlikte dünyada oluşan tabloyu kanıtlarıyla ortaya seriyordu. Gelişkin denetim ve gözetim aygıtları, artan işkenceler ve savaş suçları, “devletin ağır eli” olarak adlandırılan zor aygıtının güçlendirilmesi ve bunun dünya halkları üzerindeki yıkıcı etkisi, bu belgeler yoluyla ayan beyan ortaya dökülüyordu: tevatür yoktu, hepsi gerçekti, nitekim!
Öte yandan Assange’ın iade edilmesine dönük karar solun gündeminde kendine pek fazla bir yer bulamadı. Tıpkı Assange’ın yayınladığı belgelerin büyük bir sessizlikle karşılanmasında olduğu gibi Assange’ın yargılanması da sessizlikle geçiştirildi. Medya organlarında bile bu karara dair bir habere pek rastlanmadı.
Mesele de bu mu yani?
Aslında Assange’a dair derin sessizlik başka konulardaki tutumsuzluğunda anlaşılması bakımından oldukça açıklayıcı. Nitekim, Avustralyalı gazeteci John Pilger, Assange hakkında verilen kararın ardından kaleme aldığı yazısının epigrafında Sartre’ın Yeryüzünün Lanetlileri’ne yazdığı önsözde yer alan şu satırlara yer verdi:
“Cesaretimiz varsa kendimize iyice bir bakalım ve ne hale geldiğimizi görelim!”
Assange’a dönük kayıtsız bir tutum benimseyenler açısından bu belgeler “zaten bilinen şeyleri” anlatmakta, dahası bunların bilinmesi siyaseten bir değer taşımamakta, insanları olup biteni dünyayı yöneten bir avuç kötü ‘adam’ın komplolarıyla açıklamaya yöneltmektedir. “Mesele de bu mudur yani?”
Elbette, ‘bir avuç kötü adamın komploları’ bir dizi sosyal ilişkiye dayanır, aksi Marksizmin abecesine de aykırıdır; bu adamlar bu ilişkilerin taşıyıcısı veya faili olarak iş görürler. Yine de kayıtsız analist bizi gölge oyununda perdenin arkasına çağırmaktadır; “bırakalım bunları, falanca toplumsal ilişkilere bakalım,” sanki oraya bakmak ‘kötü karakter’i -belki de tipleme- temize çıkartacakmış gibi…
Yöntemsel bir açmaz!
Assange konusundaki sessizlik, iki yıla yakın bir süredir pandemi tartışmalarında yaşananlara çok benzemektedir. Uzunca bir zaman ‘komplo teorisi’ olarak yaftalanan analizlerin temeli olan veriler, Assange’ın aracı olduğu belgelerin de katkısıyla ‘zaten bilinen şeyler’e dönüşüverdiler. Belgelerin tüm hakikatine rağmen, Assange konusundaki sessizlik perdesiyse aralanmadı.
Burada yöntemsel bir açmaz ortaya çıkıyor. Gerek 11 Eylül gerek pandemiye dair tartışmalar söz konusu olduğunda, ortaya atılanlar asılsız komplo teorileriyse, önce yüksek sesle reddedip uygun veriler ortaya çıkınca neden ‘zaten bildiğinizi’ iddia ediyorsunuz? İddiaları doğrulayan verileri zaten biliyorsanız, neden bunu sözünüzün-eyleminizin bir parçası yapmıyor, dahası yapanlarla polemiğe tutuşuyorsunuz?
Pandemi süreci bir dizi verinin zaman içinde belirmesini gerektirdi; fakat örneğin Assange hali hazırda yayınlanmış belgelerle ortada duruyor. Yine de çağımızın emperyalizmine yaklaşımda aynı derin sessizlik!
Haydi itiraf edelim; aslında Kozağaçlı’nın ifade ettiği gibi, “Beni ilgilendirmez!” diyorsunuz. Başka sözcüklerle:
“Sizin anlattıklarınızın gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini önemsemiyorum, Irak’ta veya Suriye’deki sivil katliamlarını veya pandemiyle oluşacak distopik senaryoyu, bunun emekçi halkların boynuna dolanan urganı biraz daha sıkacak olmasını pek de mesele etmiyorum; başka bir toplumsal katmanı ve onun değerlerini temsil ediyorum! O yüzden siz birtakım kehanetlerde bulununca, bunların aslı olsa bile gerçekten mesele bu mu?” diyorsunuz.
Sonra bizi gölge oyunu için perdenin arkasına çağırıyorsunuz; “bırakalım bu kötü adamları, salgının ardında ekolojik yıkım var.” Ekolojik yıkımın, elbette, salgında bir payı var; dahası, kötü adamlar çareyi yeni bir ekolojik yıkım dalgasında buldular: Great Reset’in mimarı Dünya Ekonomik Forumu, üç boyutlu yazıcının kullanımına dönük yapay etin de içinde olduğu sayısız alan tanımlıyor. Elektrikli araçların şarj probleminin çözümü için lityum kaynakları pazarlığa açılıyor, hatta bunun için darbeler yapılıyor. “Burnunun ucunu görse şalgam diye ısıracak” analistler sessiz! Çünkü, “mesele bu değil!”
Kozağaçlı’yla bitirelim, “Acaba şu çömeldiğim yerden hem ısırılmamayı hem de bana solcu denmeye devam edilmesini becerebilir miyim?” diyor olabilirsiniz, yine “bir şey yapmadan, bir şey olabilir miyim?” diye sormayı da ihmal etmeyin!
