En Çok Okunanlar

Editörden | Haseke’den İstanbul’a Birleşik Devrim..

Küresel pazarın Donbass’tan, Basra’ya çizebileceğimiz temsili Doğu-Batı sınırı sıcak gündemlere yol açmaya devam ediyor.

Yeni yıla girme eşiğindeyken başlayan Ukrayna krizi az çok fiili bir statükoya otururken geçtiğimiz hafta bu kez eksenin güney ucu, IŞİD çetelerinin Haseke’ye yönelik eylemiyle gündeme geldi.

Yüzlerce kişilik bir çete gücü Haseke’nin Xiwêran bölgesindeki Sinaa hapishanesine saldırı düzenledi. Büyük çatışmalar sonrasında SDG, çetelerin saldırısını yenilgiye uğrattı; süreci ve bölgeyi yeniden kontrolü altına aldı.

Ancak konu elbette artık bölgesel bir tehdit gücü kalmamış çete kalıntılarının salt bir askeri denemesi olarak görülmemelidir. Yazarımız Umut Keçer’in, gelişmelerin hemen arkasından kaleme aldığı değerlendirmelerde geçen zaman içinde ortaya çıkan kanıtlarla artık bir kesinlik kazanmış durumdadır: çeteler, operasyonel başlangıç itibariyle görece büyük bir güçle ve son derece organize bir şekilde hem cezaevindeki militan çetelerin katılımıyla hem de SDG’nin askeri depoları üzerinden elde edecekleri mühimmatla hızla taktik bir ordulaşmaya gitmeyi hesaplamış ve ardından Haseke kentini yeniden egemenlikleri altına almayı planlamışlardı.

Oradaki güçlü SDG yapısını bir kaç bin kişilik bir operasyon gücüyle nihai olarak alt edebilecekleri elbette düşünülemezdi. Konunun burasında operasyonun bölgesel dengeler açısından içerdiği stratejik önem ortaya çıkmaktadır.

Çetelere bu operasyon öncesi hazırlık süreçlerinde olduğu gibi ola ki bir şekilde mevzi tuttukları takdirde askeri destek de açıktır ki TC sömürgeciliği tarafından sağlanacaktı. TC’nin oyun planı buydu: Haseke’ye girmek. Yani konu, sadece ABD çekilmesinden sonra Irak’ta, Suriye’de yeniden kendini göstermeye başlayan IŞİD faaliyetlerinin bir tezahürü olarak ele alınmamalıdır.

TC, bu operasyonun başarılı olması koşullarında Irak ve Suriye demokratik bölgesel yönetimi arasındaki etkileşimi kontrol altına alacağı gibi bölgede psikolojik bir üstünlük de sağlamış olacaktı. Ancak SDG kurmaylarının son derece yerinde belirttikleri üzere, SDG ve onun özgürlükçü Kürt militanlığı, tıpkı Kobane’de olduğu gibi TC sömürgeciliğini ve ona bağlı çeteleri bir kez daha stratejik bir yenilgiye uğratmış oldular.

Elbette TC’ye ve çetelere karşı zaferle sonuçlanan bu mevzi savaşta, Rojava devriminin başından itibaren, bölgede birleşik bir devrimi içkin enternasyonalist perspektifle konumlanan Türkiyeli devrimci örgütler de en ileri düzeyde yer aldılar. Kobane’den Hol’a kadar geniş bir sahada, uzun ve zorlu savaş yılları içinde kanıtlanan iradi kararlılığı ve devrimci ruhuyla Türkiye devrimci örgütlerinin oluşturduğu Birleşik Devrim gerçeği, Haseke çatışmalarında bir kez daha Türkiye devriminin biricik gerçeği olduğunu gözler önüne serdi. Birleşik Devrim örgütlenmesinin, ülke proletaryasına ve emekçi halklarına devrim gündeminin taşınmasında ve devrim yürüyüşünün öncülüğünde en kararlı ve en kalıcı değerimiz olduğunu gösterdi.

Bu gelişme elbette kaçınılmaz bir şekilde Türkiye siyasal gündemine ilişkin tartışmalarda ve taktik arayışlarda bize stratejik olanı da gösterecektir.

Haseke’deki çete ayaklanmasının sadece çetelerle kalmadığı ve TC’nin de bunun içinde olduğu bilindiği koşullarda bu gelişmenin salt bir yerel egemenlikle alakalı olmadığı da ortaya çıkmaktadır, çünkü ne TC, ne de IŞİD gibi çeteler doğrudan emperyalizmin yönlendirmesi ve yönelimlerinin dışında ele alınamayacak kertede uluslararası emperyalizmle organik bir işbirliği içindedir.

MSA’ya ve Kürt devrim önderliğine yönelik TC saldırılarının bir NATO konsepti olarak işlerlik taşıdığını biliyoruz. Haseke’deki IŞİD saldırısı da, tıpkı bu saldırılar gibi bir NATO konsepti içinde değerlendirilmediği takdirde sürecin idraki keza eksik kalacaktır. ABD önderlikli anglosiyonist emperyalizm Alman emperyalizminin ayak sürtmeleri nedeniyle Ukrayna sorununda gerektiğince ilerleme sağlayamamasına karşın Ukrayna’yı bir tür Afganistan gibi Rusya’yı zorlayıcı bir konu haline getirme sürecinin peşini bırakmış değildir ve bırakacağı da düşünülmemelidir.

Keza Ortadoğu’daki yerleşimi itibariyle de konu bu niteliktedir. Amerikan güçlerinin Irak’ta artık tutunamaz olmaları ve Suriye’de de giderek etki ve alan zaiyatına uğramalarına karşın Biden yönetiminin Ortadoğu koordinatörlüğünden sorumlu olan Mc Gurk, Haseke saldırısından on gün kadar önce, Suriye ilişkilerini normalleştirmeyeceğiz diye açıklamada bulunmuştu zaten. ABD emperyalizminin giderek gerileyen yapısı itibariyle Ortadoğu’da daha ileri mevziler tutamasa bile bu ihtimali canlı tutmanın ötesindeki bölge politikası, Ortadoğu’nun da Rusya için bir cehenneme çevrilmesi çerçevesinde, önceki bölge temsilcisi James Jeffrey tarafından ifade edilmişti. IŞİD’in ve özellikle Saray sömürgeciliğinin Suriye’de bu şekilde yer tutması Rusya’nın bölge politikalarında büyük engellemelere yol açacaktı. Astana sürecinin ilerlemesi, SDG’yle daha yakın ilişkilere girme umudu ve Ukrayna, Kafkasya dengeleri TC üzerinden NATO kontrolü altına alınmış olacaktı.

Haseke provokasyonunun yarattığı atmosferde Rusya ve Suriye hükümetinin SDG’yi yetersizlikle suçlamaları şaşırtıcı değildi. Bölgesel egemenlik ve sömürge hakimiyeti açısından bu güçlerin Rojava yönetimini eleştirmelerinin gündelik olmaktan daha öte bir değeri yoktur. Ve bu nedenle de Rusya ve Suriye BM gibi uluslararası platformlara esas olarak bu saldırılardaki ABD rolünü taşıdılar.

Konu bu kapsamda ele alındığında Kazakistan’daki renkli darbe denemesindeki rolu itibariyle TC’nin Haseke’deki rolünün de bir Nato yükümlülüğü olduğu kendiliğinden açığa çıkmaktadır.

Çete ayaklanmasından bir kaç gün sonra gerçekleşen NTV’de ki bir programda, RTE’nin, Türkiye’nin Nato yükümlülüklerini yerine getirmede hiçbir sorunu olmadığı ifadesi, kimi liberallerin arada sırada ileri sürdüğü haliyle AKP’nin Doğu’ya meyletmesi gibi bir argümanın ne denli gerçeklerle alakasız olduğunu açığa çıkarması yanında özellikle son Kazakistan denemesindeki TC misyonu itibariyle ele alındığında TC’nin Doğu-Batı ekseni boyunca, yukarıda Ukrayna üzerinden, aşağıda Suriye, İran gibi Ortadoğu üzerinden uluslararası emperyalizmin tetikçiliğini kanırtarak uygulayacağını bize somutça göstermektedir.

Bu süreç ve konumlanma, emperyalist karar vericileri bir taraftan stratejik ittifak olarak RTE’nin dengesizliğinden şikayetçi kılmaktaysa da diğer taraftan onu tasfiye etmekte oldukça temkinli olmalarına da yol açmaktadır. Ülkede seçim havasının bütün gündemin üzerine çökmesinin belirleyici bir nedeni de bu kararsız süreçtir. RTE, temsil ettiği sınıf ve siyaset açısından emperyalizmin özellikle Kürt sorunu eksenli bölge politikalarına yeterli uyum gösteremediği için tasfiye edilmek istenirken diğer taraftan emperyalistler bölge dengeleri ve Türkiye jeopolitiği açısından bu geçişin sorunlu olmamasına özel olarak dikkat ediyorlar.

Ancak, MSA saldırılarındaki başarısızlık sürecinde Kazakistan’da da işlevsiz kalmasının sonrasında RTE ve MİT’in bu sefer de Haseke’deki başarısızlığı RTE’nin uluslararası burjuvazi açısından tasfiye sürecinin uygun olduğunca derinleştirilmesinin yolunu açık bırakmıştır. Haseke saldırısında çeteler taktik bir mevzi tutabilse ve TC bu mevziyi tahkim etmeyi başarsaydı RTE ve AKP-MHP faşizmi hızla baskın ve baskıcı koşullarda seçime giderek uluslararası dengelere kendilerini yeniden aday olarak sunmaya kalkabileceklerdi. Sömürgeci Saray faşizmi, SDG zaferi karşısında emperyalistlerden somut destek sağlama konusunda umutlanma imkanını bulamadı.

Bu gelişmeyi sonuçları yaşanmadığı için görmek belki zordur ancak Saray faşizminin savaş peşinde koşturmasının kendi bekası için olduğunu gören siyasal idrak bu kurgunun tersinden geçerliğini kolayca kavrayabilmelidir. RTE’yi beka için savaşa zorlayan koşullar, başarısız bir savaşta onun beka zorlanmasına yol açacaktır. Haseke savaşı bu dolayımla Birleşik Devrim’in ülke siyasetine stratejik bir müdahalesi olmuştur, aynı zamanda.

Bu özel durum genel süreçte herhangi bir yenilenmeye yol açmadığı için de RTE, bir yandan ekonomik çöküşü ancak swaplarla örtmeye çalışır ve yakın çevresini düşük faizle peyleyip kendine bağlı tutarken siyasal gündemi ancak Sezen Aksu üzerinden saldırganlıkla belirlemeye mahkum kalmış durumdadır. Dolar yeniden yükseliyor. Uçmakta olan işsizlik, pahalılık, enflasyon, zam girdabını geçtik, artık eczanelerde ilaç, hastahanelerde ameliyat malzemeleri, evlerde ısınmak ve iş yerlerinde üretim için doğalgaz, elektrik bulunmuyor. RTE’nin 85 milyon nüfuslu bir siyasal coğrafyayı teknik olarak kontrol altında tutabilecek devlet ve onun zor mekanizmalarını finanse edecek imkanı da giderek daralmaktadır. Mevcut siyasal zor gücü olarak değerlendireceğimiz polisin, gelişen mücadele yaygınlığı karşısında enerjisinin tükenmekte oluşunun kanıtı olan intiharlar daha da artacaktır. Görülebilir durumda Saray faşizminin bütün yasadışılığına karşın iktidar olma, yönetme meşruiyetini asgari ölçüde taşıyabilmesinin yegane koşulu olarak bir seçime gitme zorunluğu günden güne büyümektedir. RTE-AKP iktidarının eski personelleri olan Davutoğlu ve Babacan’ın her gün siyasal ortama baskın seçim alarmı vermeleri içerden bu duyumu alıyor olmalarıyla açıklanabilir.

Bu koşullar altında, artık %30’lara doğru çekilmekte olan bir siyasal destekle AKP-MHP faşizminin ülkeyi herhangi bir zor düzeyinde egemenlik altında tutma imkanı kalmamış görünmektedir. Kabine ve kurum yönetimlerinde ortaya çıkan değişiklikler üzerine siyasal analiz inşa etmeye ihtiyacımız yoktur. 

CHP ve Kılıçdaroğlu, böyle bir iktidara karşı silkeleyici siyasal hamleler yapmıyor olmakla eleştirilerek zaman zaman anketlerde puan kaybına bile uğrayabiliyor. Liberal sol bile sabrının sınırlarında. CHP’nin tutuk tavrının Türkiye’yi siyasal bir kargaşaya sokmaktan özellikle kaçınmak üzere belirlendiğini bundan önceki değerlendirmelerimizde belirtmiştik. CHP, tabandan bir zorlama gelmedikçe bu tavrını sürdürmekte kesin olarak kararlıdır. Devrim ve demokrasi güçlerinin 23 Kasım zorlaması sonrasında hızla yapılan Mersin mitinginin arkası gelmedi, çünkü devrim ve demokrasi güçleri devrimci zorlamayı derinleştireceklerine deyim yerindeyse meleklerin cinsiyetini tartışmaya daldılar.

Oysa psikolojik ve potansiyel üstünlüğün halk güçlerinde olduğunun bir kanıtı, yukarıda söylendiği gibi, Kılıçdaroğlu manevralarıysa bir diğer kanıtı da metal sektörü başta olmak üzere bütün işçi direnişlerinin bütün eleştirel zaafları bir yana işçi sınıfının az çok kabulü dahilinde sonuçlarla tamamlanmasıdır. Bu durum patron sınıfının nasıl bir savunma içinde olduğunu göstermektedir ve haliyle proletarya ve halk sınıflarının nasıl bir saldırı pozisyonuna geçmeleri gerektiğini de göstermektedir.

Artık anketlerde protesto oy, net %10 civarındadır. Bu oy oranı MHP’den fazla, HDP ve İyiP’in oy oranlarına yakındır. Devrimci muhalefetin genişliği en başta burayken devrim ve demokrasi güçleri neyin nasıl ittifak haline getirileceği üzerine tartışmaktadırlar. Türk ve Kürt liberaller, düzen solu, devrimin onlara bıraktığı bu alanı en geniş bir şekilde kullanmaktadırlar.

Birleşik Devrim, Haseke’nin kristalize cephelerinde gösterdiği insiyatif, kararlılık ve mücadele üstünlüğünü ülke devriminin dolambaçlı yollarına düşmüş militanlarına yön vermede gösteremiyor. Stratejik bağlamın taktik koşullar üzerinden yeniden üretiminde kendini gösteren boşluk Birleşik Mücadele Güçleri’nin insiyatifine ve yaygınlaşmasına ket vurmakta, yapıyı tutuk kılmaktadır. Proletarya ve emekçi halkların gündemine “iktidar” olmayı taşıyabilecek öncülüğü yaratma ve buna bağlı olarak yükselen işçi direnişlerini siyasallaştırmadan olası seçim taktiğine kadar kapsamlı bir kurmaylık planı ortada yoktur. Oysa hepimiz biliriz ki politika boşluk tanımaz ve başlangıçtaki boşluk savaşın sonuna kadar sürer.

Birleşik mücadelenin bütün bileşenleri bu boşluğu gidermek konusunda aynı derecede sorumluluk sahibidir. Ve her durumda şu bilgi ve bilinç devrimci komünist kurmayın ve sahadaki militanın yönlendiricisi olmalıdır: Birleşik kuvvet vektörel büyüklüklere bağlıdır, yani bileşenlerin tekil insiyatif büyüklüğü birleşik insiyatifin büyüklüğüne tekabül eder. Bu bağlamda, öncülük, sürecin gereğinin gerisinde kalan birleşik düzeye uyumda değil, birleşik düzeyi öncülük düzeyine uyduran atılım gücünde realize olur.

Paylaşın