Rusya’nın Ukrayna üzerinden mevcut dünya dengelerine askeri ve politik zeminde meydan okuması duvarın yıkılmasıyla bir dönem öne çıkan Yeni Dünya Düzeni’nin yeni koşullarda yeniden şekillenmesi olarak görülmelidir. Yeni dünya dengeleri emperyalist sistemin Doğu’ya doğru yayılımına stratejik bir barikatla tanımlanabileceği gibi aynı zamanda küresel pazardaki hegemonya ilişkilerini emperyalist Batı ve bağlantısız Doğu zemininde iki ayrı artele doğru ayrılmakta oluşudur.
Burada farkedilmesi gereken gelişme, bu konjonktürel değişimin Rusya eliyle gerçekleşmesine karşın değişimin ön koşullarının doğrudan emperyalist bunalım tarafından oluşturulduğu ve sürecin de keza özellikle ABD emperyalizmi tarafından yönetildiğidir. Daha önceki dönemde Ukrayna sorunu üzerine geliştirilen Minsk sürecini fiilen devre dışı bırakarak Ukrayna’yı, bu çerçevede askeri olarak silahlandırıp politik olarak cesaretlendiren özellikle anglo Amerikan emperyalist ortaklığı oldu. Bu zorlama Ukrayna’nın Nato üyesi yapılması gündemine kadar ilerletildiği koşullarda Rusya, bundan önceki Balkan, Gürcistan ve Ukrayna krizlerinde olduğu gibi çerçeveyi büyüten bir atılganlıkla sürece müdahale etti ve Ukrayna’yla arasındaki kriz Neo-Nazi yönetimce ırkçı tahakküm altında tutulan Rus etnisitenin ve Donbass’daki halk cumhuriyetinin güvencesi meselesi bağlamında bir bütün olarak Ukrayna’nın, silahsızlandırılması ve Nazizisizleştirilmesi sürecine zorlanırken ek olarak geçen yıl sonunda Amerika’ya verilen ültimatom itibariyle Nato genişlemesinin resmi olarak durdurulmasına kadar ilerletildi.
Rusya, Nato’nun sahip olduğu askeri düzey itibariyle bu meydan okumaya karşı çıkamayacağını bildiği için bu ileri hamlesiyle yeni küresel dengenin kendi kabulleri doğrultusunda oluşturulmasını politik referans haline getirmiş oluyordu. Oldu da.
Genelde Ukrayna krizi üzerine yapılan değerlendirmeler çarpışan tarafların Ukrayna ve Rusya olduğundan ziyade Rusya ve Amerika olduğu konusunda hem fikirler. Bu nedenle bu tür analizler ideolojik, politik konumlara göre, konuyu işgal ya da emperyalist pazar paylaşımı gibi kalıplar içinde görmenin ötesine geçememektedir.
Oysa sorulması gereken soru son derece basit ve çıplaktır: Anglo Amerikan emperyalizmi doğrudan kendisinin giremeyeceği ve Ukrayna’nın zaten kaybedeceği bir savaşı niçin provoke etti? Öyle ya da böyle elinde tutageldiği Ukrayna’yı Rusya’ya yem etmek için mi? Ya da, kışkırtıldığı üzere Rusya’nın askeri meydan okuması karşısında gereken egemenlik tavrını gösteremeyerek dünyada zaten iyice hırpalanmış Amerikan hegemonyasını iyice itibarsızlaştırmak için mi?
ABD emperyalizmi, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan bu yana sürdürdüğü hegemonyasını politik bir güvenceye alabilmek için bu zayiatları göze alarak esa itibariyle Avrupa’yı, özellikle Almanya’yı kendine mahkum edebilmek için Ukrayna sürecini kışkırttı. Ukrayna müdahalesi üzerinden görülmesi gereken birinci konu; Emperyalizmin üçüncü bunalım döneminde, dünya dengelerinin artık yeni bir düzeyde kuralacağı ise, ikinci konu; Gene bu bağlama içkin bir şekilde ABD emperyalizminin, Alman emperyalizmini kendi egemenlik arabasına bağlayabilmek için Alman finans kapitalizminin geleneksel Ostpolitik’inin önünü tıkamasıdır. Alman burjuvazisinin kurucu önderi Bismark, kendisine sorulan bir soruya verdiği cevapla ünlüdür: ”Politikada başarının sırrı mı? Rusya’yla iyi geçineceksin” Alman burjuvazisi bu güzergahtan çıktığı zaman başına neler geldiğini sadece faşist deneyiyle değil, Transatlantik ittifakın serfliğine mahkum olmasıyla da bilmektedir. Ve sürekli bu egemenlikten çıkış arayışındadır. Doğu Avrupa’yı kendisine yeni sömürge kılmasını 1999 yılında Rusların Balkan krizine müdahalesiyle mümkün olduğu için 2012 yılında Rus uçak gemisi Amiral Kuznetsov Tartus limanına yaklaşınca Ruslarla Ukrayna geçişli – Bildiğimiz gibi Berlin’in ve Rusların simgesi ayıdır.- bir ayılar ekseni oluşturmanın trafiğine girişiverdi. Arkası Amerikan senatörleri (McCain) ve diplomatlarının (Nuland) sahada çalışmalarıyla Maidan provokasyonu oldu. Şimdiki Alman Cumhurbaşkanı Steinmeier’in kendi adıyla sunduğu proje havaya uçtu. Keza Ortadoğu karmaşası az çok dinginleştiği, Amerikan finanskapitalizminin iyice çöküntü içinde olduğu bir dönemde, artık ülkemizde de iyi tanınan yazar Pepe Escobar, Rus ve Alman ekonomisinin daha organize bir işbirliğine doğru gideceğine dair derin kaynaklardan aldığı haberini yazıya dökküştü ki Navalny olayı patlak verdi.
Konu çok belirgindir: Bismark Alman politikasının başarı sırrını Ruslarla iyi ilişkilere bağlamışsa, Brzezinsky’de bu sırrı Amerika açısından şöyle teleffuz etmiştir: Almanya ve Rusya’nın yakınlığı ABD’nin ölümüdür!
Amerikan emperyalizminin C19’la falan içinden çıkamadığı bunalımı 30 trilyon borç, 1 katrilyonu aşkın türev piyasa köpüğü içinde Afganistan’da, Ortadoğu’da görüldüğü üzere artık büyük bir tehdit halindedir. Bu koşullarda Biden’la yapılan yeni Transatlantik buluşmaya karşın Almanya, Çin’le ve Rusya’yla kendi yolunu arama derdindedir. Salgın girdabında kendisini borca batıracak kertede Amerikan borsasının ayakta kalmasına gayret ederken kendi reel üretim güvencesi için KA2 doğalgaz hattının inşaasını da tamamlamıştır.
Ama bu kadarı yeterli değildir. ABD önderlikli uluslararası finanskapitalizm kendi egemenliğinin yegane çözümünü: Sermayenin mutlak birliğinde, bildiğimiz tanımıyla süper emperyalizmde görmektedir. Bu nedenle 2008 krizinden itibaren Black Rock gibi, Vanguard gibi sermayesi Almanya, Fransa, Kanada gibi birkaç büyük emperyalist devletin toplamına denk dünya şirketleri kurulmuştur. Bu sistemin biricik güvencesi uluslararası çapta bir sermaye temerküzü ise Almanya’nın, Avrupa’nın kaçak yapmasına göz yumulamaz. Bu nedenle Bismarkçi Alman burjuvazisinin yolu, Ukrayna provokasyonu ile 2014 yılında Amerikan finans kapitalizminin şahmat hamlesiyle kesilmişti. 2022’de olan da budur.
Anglo Amerikan emperyalizmi, bu nedenle Ukrayna’da pazar kazanmak vb. gibi ilkel akılların yönlendirmesiyle değil, Ukrayna’yı kaybettiği koşullarda kazanmış olmanın rahatlığıyla bugün sadece emperyalist anayurtlarda geçerli olabilecek bir “yaptırımlar” politikasını bir tür Kristalnacht Şöleni’yle gündeme getirmektedir.
Kontrol altında tutulması gereken Avrupa küçük burjuvazisi ve proletaryasıdır. Bu nedenle yaptırımların bütün tezahürata karşın pek de yaptıracak gücü olmamasına rağmen, örneğin Kanada’nın Rusya’dan petrol almamasına karşın Trudeau’nun Rusya’nın Kanada’ya petrol ihracını yasaklaması, keza Trudeau’nun söylediği gibi emperyalist anayurt halkları ve proletaryası üzerinde “psikolojik egemenlik” içindir. Emperyalist anayurtlar, bugünkü çalışan kuşakların hayatlarında görmedikleri kertede büyük bir pahalılık, büyük bir enflasyon dalgasi içindedirler. Ne von Meyer, Borback gibi emperyalist sözcüler, ne liberaller, ne Kautsky Solu, tıpkı salgın politikalarında olduğu gibi bu gözle görülür, gündelik yaşanır gerçeği proletaryanın ve halkın gözünden kaçıramazlar.
ABD’nin, Irak işgaline karşı Berlin’de, Londra’da, Paris’te toplanan milyonların yerine devlet örgütlenmesi altında ancak yüzbin kişi toplanabilmişse bu emperyalist anayurtlardaki çalışan sınıfların şimdiden gelişmekte olan sağ duyularının işaretidir. Salgın gibi sağlığa yönelik demagoji ve sahtekarlıkları reddeden Avrupa proletaryası ve küçükburjuvazisinin 1000 metre küpüne 300 eurodan alınacak doğal gaza 2000 euro ödeyerek Amerikaya sermaye transferi yapmaya hiç bir ideolojik ve propagandif aygıtın gücünün yetemeyeceği şimdiden söylenebilir.
Keza Avrupa finanskapitalinin, içine yuvarlanmakta olduğu bu kriz yeni sömürge ülkelerdeki verili krizi daha da şiddetlendirecektir. Latin Amerika’dan Ortadoğu ve Asya’ya kadar emperyalist anayurtlar dışındaki büyük bir dünya nüfusu, emperyalist sözcülerin, liberallerin ve Kautsky Solu’nun işgal ya da emperyalist kapışma demagojilerine daha şimdiden kulaklarını kapatmış durumdadırlar. Ve emperyalizmin kendi iç dengeleri için kendi krizini daha da derinleştirdikçe bu coğrafyaların halkları emperyalist ilişkiler içindeki kendi hükümetlerine karşı daha devrimci tavır alışlara kaçınılmazca gireceklerdir.
Umut Editörya’sının yeri geldikçe değindiği gibi; Dünya krizinin somutlandığı Donbass Basra ekseninin tam ortasındaki Türkiye, konjonktürün bu sert rüzgarlarından en çok etkilenen alanlardan biri olacaktır. Saray faşizmi, ABD ve Rusya arasındaki dengeye oynama imkanını Ukrayna müdahalesi itibariyle yeniden ele geçirmiş varsayılabilir. Soma’da madenciyi tekmeleyen faşist Almanya’nın onayıyla görev başına geldi bile. Yeniden paylaşım konjonktürünün verili evresinde ne ABD, ne de Rusya ülkenin jeostratejik önemi gereği T.C. iktidarıyla didişmeyi göze almayacaktır. Bu durum RTE’yi özellikle Kürt sorunu üzerinden içerde daha baskın bir hale getirirken burjuva muhalefet, uluslararası dengeler itibariyle bir siyasal değişim programını derinleştirme gücünde olamayacaktır.
Bu yönlü bir gelişme, Bakur Kürdistan’ındaki Kürt siyasal etki alanını siyasal çözümü birleşik devrimde görme fikrine daha yakın politikalara doğru bir basınç altına sokabilecektir. Böyle bir yönelimin mantık sonucu birleşik devrimin siyasal şiddeti düşük yoğunluklu bir tarzda öne çıkartması olmalıdır. Ülkenin devrimsel sürecini özellikle Türkiye solu üzerinde de egemen kılmanın yolu, siyasal pratik olarak öncülük hattının hegemonik inşasına koşut olarak burjuva ve küçükburjuva sosyalizmiyle ideolojik mücadeleyi keskinleştirmekten de geçmektedir. Öncünün bu siyasal ve ideolojik yönelimi örgütsel zeminde birleşik güçlerin bir özne olarak varlığını ve eylemini daha belirgin kılacaktır. Nihai belirlemede bugün sahadaki en temel ihtiyacın bu olduğu görülmektedir.
Birleşik devrimin siyasal şiddeti, devrimci önderliğin ideolojik politik ağırlığı ve yoksul yığınların giderek yükseleceak değişim talebi eksenlerinde gerilen devrim yelkeni önümüzdeki eylemcil sezonda; 8 Mart’ta, Birleşik Devrim muhasebesinde, Newroz’da ve 30 Mart’ta mutlaka sağlam ve iddialı bir şekilde açılmalıdır.
Öncü görevlerini doğru algılayıp doğru bir şekilde pratikleştirdiği takdirde konjonktürün devrimsel rüzgarı örgütü ve mücadeleyi zafere ulaştıracaktır..