Türkiye’de ve dünyada emperyalist kapitalist sistem büyük bir kriz içerisinde. Bu krizler dünyayı kadınlar açısından yaşanmaz bir yer kılmaya devam ediyor. Emperyal kapitalizm, içinde bulunduğu bunalımdan çıkış için, ezilenlere yönelik ağır yaptırımlarla kendi varlığını korumaya ve kendini yeniden dizayn etmeye çalışıyor. Siyasal ve ekonomik kriz hali, pandemi süreciyle birlikte iş gücü piyasalarında ve üretim alanlarında hemen kendisini hissettirdi. Kriz neticesinde uygulamaya konulan yaptırımlar sonucu emek sömürüsü dünyanın her yerinde biçim değiştirdi ve artan saldırılarla sömürünün pervasızlığı kendini gösterdi. Yoksulluğun, yaşanan ekonomik kriz dolayımıyla artması, ev içi kadın emeği sömürüsünün derinleşmesi, kamusal hakların geri çekilmesi, savaş, ırkçılık, devlet baskısının yükselmesi ve erkek şiddeti adeta kadınları sarmalayan bir döngü haline geldi. Patriyarkal kapitalist toplumun erkek egemen devlet ideolojisiyle biçimlendirilmiş kadın emeği sömürüsü bu süreçte de farklı yaptırımlarla ve saldırılarla yükseldi.
Küresel krizin beraberinde getirdiği ve ona bağlı gelişen emperyalist sömürünün yoğunlaşması, paylaşım mücadelesinin derinleşmesi ve emperyal güç odakları arasında konumlanmalardan doğan krizin diğer kapital ülkelere yansıması süreçleri devam ediyor. Geçtiğimiz süreç; ABD- AB emperyal bloğunun gerilemesi ve Rusya, Çin ve İran gibi devletlerin bu bloğa karşı hegemonik gelişimi neredeyse tüm dünyada kendini hissetiren gerilimlere neden oldu. ABD’nin yeni süreç için AB ile ilişkilerini yeniden dizayn etme ve Atlantik ittifakını kuvvetlendirme yönelimi, kendi pazar alanını ve krizini yine kendi hegemonyasını kuvvetlendirmek için Çin, Rusya ve İran’a yönelik sınırlandırma hamleleri olarak kendini gösterdi. Bu süreçte Avrupa’dan, Orta Doğu’ya kadar yayılan bir coğrafyada bir dizi girişimler ve gerilimler yaşandı. Ukrayna krizinin yeniden gündeme gelmesi ve krizin savaşla somutlanması dünya siyasetinde yeni bir gerilim perdesi açmış oldu. ABD’nin emperyal tahayyülünün oldukça gerisinde seyreden Orta Doğu hamleleri, NATO’nun Doğu’ya yönelimi, Afganistan’da yaşananlar, Rojava süreci ve son olarak Kazakistan’da meydana gelen eylemler gibi sayacağımız bir dizi gelişim emperyalist kriz ve konumlanma sürecinin de getirileriydi.
Egemen sınıflar her türlü sömürü ilişkisini en acımasız şekilde pratikleştirirken kadınlara yönelik sömürü baskı pratiği yaşamın her alanında kendini daha yoğun hissettirmeye devam etti. Kadının hane içi emek ve beden sömürüsünü yoğunlaştıran patriyarkanın ve neo-liberal muhafazakâr politikalarla kadına aile dışında yaşam alanı bırakmayan, erkek şiddeti faillerini serbest bırakıp koruma altına alan AKP- MHP iktidarının kadınlara yönelik saldırıları arttı.
Neoliberal muhafazakâr ideoloji erkek şiddetinin yükselmesinin ve yaygınlaşmasının da aracı oldu. Erkek şiddetinin erkek yargı ve patriyarkal kurumlar tarafından desteklenmesi neticesinde geçtiğimiz yıl 408, 2021 yılının ilk üç ayında 92 kadın cinayeti işlendi. Yasal verilere göre ise son on yılda 3.247 kadın, erkek şiddetiyle hayatını kaybetti. Kadın cinayetleri pervasızca devam ederken erkek şiddeti karşısında AKP-MHP iktidarının tek yaptığı kadınları eve hapsetmeye çalışmak, boşanmayı zorlaştırmak, kadınları ve LGBTİ+ların haklarını gasp etmek oldu. Gülistan Doku’nun, Nadira Kadirova’nın failleri yasal herhangi bir işleme tabi tutulmazken Musa Orhan, Ümitcan Uygun gibi failler adeta korundu.
AKP- MHP ittifakı, hegemonyasını sarsan önemli öznelerden biri olan feminist harekete saldırılarını da arttırdı. Bu süreçte; İstanbul Sözleşmesi’nin iptali, kadınların daha düşük ücretle çalışmaya zorlanması, Kod-29 ve Kod-49 gibi uygulamalarla kadın işçilerin de haklarının gasp edilmesi, LGBTİ+ düşmanlığının bizzat erkek devlet erkanınca örgütlenmesi, nefret suçlarının artması, mülteci kadınlara sömürü ve şiddetin yoğunlaşması, yoksulluğun en pervasız biçimlerinin yaşatılması, kadın cinayeti, tecavüz, taciz gibi şiddet faili erkeklerin serbest bırakılması, hapishanelerde kadın tutsaklara dönük saldırıların artması, gözaltında ve hapishanelerde cinsel şiddetin sıklıkla gündeme gelmesi, Garibe Gezer’in, Deniz Poyraz’ın katledilmesi, Ayşe Gökkan’a verilen 30 yıla yakın hapis cezası, Aysel Tuğluk’a yaşatılanlar patriyarkal kapitalizmin temsilcisi AKP- MHP ittifakının kadın düşmanı politikalarının yalnızca birkaçını oluşturdu.
AKP-MHP faşizminin adaleti sadece erkeklerden yana işledi; sokağa çıkan, isyan eden tüm kadınlar hedef gösterildi. Kadın düşmanı Erdoğan ve AKP’nin eli kanlı bakanı Soylu başta olmak üzere iktidar sözcülerinin dillerinden düşmeyen cinsiyetçi/heteroseksist ifadelerle bu dönem de kadınlar, LGBTİ+lar açık hedef haline getirildi. Evlerde ‘makbul’, sokakta, direnişte ‘düşman’ kadınlar yaratmak istediler, olmadı! AKP-MHP faşizmi yasalarına, politikalarına, polisine, gazına, silahına rağmen kadınların direnişini bastıramadı. Tıpkı geçtiğimiz 6 Mart günü kadın+lar karşısında kurulan barikatların yıkıldığı gibi feminist hareket önüne çıkan barikatları yıkmaya devam etti. Muhtemelen 8 Mart akşamı Taksim’de toplanan binlerce kadının yeniden yapacağı gibi…
Patriyarkal kapitalizmin tüm baskıcı politikalarına karşı da sayıları binleri on binleri bulan, kent meydanlarını dolduran ve iktidarın siyasal hegemonyasını doğrudan sarsan kadınların mücadelesi ciddi bir dinamizmi ve öfkeyi açığa çıkardı. Yaşanan işçi grevleri, yoksulluğa ve zamlara karşı ayaklanmalar ve büyüyen isyanlar geçtiğimiz süreçte sokağın belirleyeni oldu. Polonya’da bașlayan, İtalya, İspanya, Arjantin, Șili, İran ve ABD’ye sıçrayan feminist grev dalgası, Amazon, Apple, Oppo gibi küresel şirketlerden, Adkotürk, Migros Depo, Farplas gibi kadın işçilerin greve çıktığı yerel direnişlerle bütünleşti.
Feminist hareketin gelişkinliği, AKP-MHP iktidarının ve patriyarkal kapitalizmin tüm baskılarına karşı sinmek, sınırlanmak bir yana daha da kendini geliştirdi. Bu açıdan feminist mücadelenin, kadın+ların özneliğinde yükselen direnişi, kapsamı, sokakta yarattığı dinamizm gereği öğreticidir. Sokağın aktif kullanılması, karşısına dikilen barikatların yıkılması yanı sıra feminist hareket bir bütün olarak yarattığı politik ataklarla, teorik gelişimiyle ve bütünlüğüyle önemli bir zemin sağladı. Bu zemin, sıklıkla liberallikle, devrimci dinamizmden uzaklığıyla, işçi perspektiften yoksunluğuyla hedef alındı. Kadın kurtuluş mücadelesinin, kadın öznelerle, birbirine benzeştirilmeden, sorunları ve talepleri aynılaştırılmadan sağladığı zeminin kapsamı; işçi kadınları, genç kadınları, yoksul ve farklı sınıflardan kadınları, Kürt kadınları ve kadın+ları kapsar niteliktedir. Hepsinin öfkesini bütünleştiren bir yelpaze olarak kadın hareketi, yürütülen gerici tartışmaların çok ilerisinde bir aşamaya geldi.
Tüm bunlarla beraber, kadın kurtuluş mücadelesinin geldiği aşama itibariyle savunmaya sıkışan hareketliliği, anda devrimci yanıtlar üretirken devrimci yanıtın kolektif bir potansiyelle ileri adımlarını örgütlememesi, sürecin ihtiyaçlarına tam manasıyla cevap üreten örgütlülüğün sağlanamamış olması büyük bir eksiklik olarak değerlendirilmelidir. Mevcut kazanımlarını korumanın ötesine geçen bir mevzi kazanma atağının örgütlenmesi mücadeleyi ileri aşamaya taşıyacaktır. Bu ancak sosyalist feminist mücadelenin araç ve yöntemlerinin bütünlüğüyle şekillenecek örgütlülükle inşa edilebilinir. Ayrıştırmadan, var olan kadın mücadelesini bölme çabasına düşmeden kurulacak bir taarruz hattı esas alınmasına bağlı olarak, sosyalist feminist mücadele referanslarıyla yapılacak doğru bir yoğunlaşma ve planlamayla, erkek-devlet şiddetine karşı hamleler militan pratikle geliştirildiği takdirde ciddi kazanımlar sağlanacaktır. Bu nedenle; patriyarkal kapitalizme karşı mücadelede yeniden ve ısrarla “oyunun dışına çıkılmalıdır.”
8 Mart, mücadele açısından tarihsel olduğu kadar güncel olarak da bu anlamda önemli bir mahiyet taşımaktadır. Feminist mücadele var olan cüretini, militan hatla bütünleştirerek sınırları, barikatları, sarayları yıkacaktır!