Seçtiklerimiz

Doğru Yolda Yürümenin Ağırlığı – Aynur Ada

Silahını silahıma çat
Yumruğun yumruğumda sıkılı kalsın
Gözümdeki ışıltıyı yolun bil
Edebi rahatlığım zafer umudun olsun.
Meşeden bir yaprak düştü dersin
Alır eline koklarsın
Sızlar kalbin belki
O kadar da olsun be yoldaşım!”
/Komutan Atakan Mahir

I.

Emperyalistler tanımlıyor: Asimetrik savaş. Bizim asimetrik çizelgemizde karşı tarafta olmayan bir “irade tanımı” var. Öyle ki kendi örgütledikleri çeteleri dahi zaptedememelerinin esas sebeplerinden biri, denetlenemeyen bir iradi güç, asabiyet ve bunları örgütleyebilen bir hedefin oluşmasıdır. Asla örgütlenmelerine müsaade etmedikleri halkların ve proletaryanın sömürgelerden, kapitalistlerden kurtuluş mücadelesine kalkışması dünyayı yönetenlerin en büyük korkusudur. ABD’nin Vietnam’da kişi başına harcadığı M16 mermisinin sayısı bu yüzden ortalama 50 olarak veriliyor. Bu, öldürme işine yarayan bir silahın karşısına 49 kişinin ölüp ölüp tekrar dirilmesi anlamına gelir. Dünya üstündeki gerilla hareketlerinin böyle bir “mermi yakma” ortalaması çıkarılsa bu sayının üçte biri bile etmeyeceğini az buçuk savaş gören bütün gerillalar bilir. İşte kapitalizmin “aşağı”, “kimliksiz”, “kirli” “sürüleri” devrimci ordular haline geldiğinde mermilerin değil insanların sesleri başlar, Moskova önlerinde biten cephaneyle siperlerde kollar sıvanır, bıçaklar çekilir; Atina’da kadınlar dişleriyle İngilizlerin yüzlerini parçalar, Afrin’de bir kadın koşarak bir çete sürüsünün içerisine dalar. Bu seslerin ne dediği anlaşılmaz, ama bir su gibi içimizi rahatlatsın ki -ki onlar da biliyor- onların “allahu ekberlerinden” milyonlarca kat korkunçtur.

Hasmımızı, irademizi yerine getirmeye zorlayan sınırsız şiddet hareketi” diye tanımlandığında savaş, şiddetin imkanlarının sınırı kalmayan ama ezenlerle sınırlı olan faşist, sömürgeci, karşı-devrimci orduların karşısına, sonsuz irade ve sınırsız nicelikte insanların devrimci ordusu çıkarmak dışında bize seçenek kalmamaktadır. “Bir gider, bin gelir” sözünün anlamını kavrayamayanlar, bunca yıldır yürütülen, sıfır noktalarından döndürülen direnişlerin, savaşların nasıl yürüdüğünü bilemezler. Şimdi durup bir düşünelim: “Son ne olursa olsun muhteşem olacak!” sözünü içinde hissetmeyenlerin “düştü düşecek” diyenlerden farkı kalır mı? Orhan Yılmazkaya’nın “ölmeye ve öldürmeye bu kadar yakın durmasını, gözünü kırpmadan insanları öldürebilmesini, ölüme bu kadar kararlı şekilde gitmesini ve orada yaşanacak facianın dünyaya ‘kardeşlik’ getireceğine inanmasını” elbette açıklayamaz Ahmet Altan. Orada, burada, dünyanın öbür ucunda, İstanbul’un ortasında, Ankara’nın göbeğinde “yaşanacak faciaların” dünyaya her türlü iyiliği getireceğini savunmayanların hangi süslü cümlesi, yapay teorik tartışması eylemin gücünün önüne geçer? “Ama halk, ama doğru tespit edilmeyen binlerce tali çelişki, ama onların desteği?! Ya onlar ne olacak? Ateşten deniz bu Türkiye doğru basmazsan yanar gidersin” durmayan klişeleri hızla sızarken A. Saydam’ın “Abi’den” alıntıladığı gibi “tutsak düşmüş akıllarca” hangi bulanıklık kavrayabilir bu açıklamayı:

Basına ve Kamuoyuna!
16 Mayıs günü bir birimimiz Trabzon’un Maçka ilçesinde bulunan Sümela Manastırı yakınlarında Türk ordusunun pusulama faaliyeti yürüten bir timine eylem yapmıştır. Yakın mesafeden etkili bir şekilde yapılan vuruşlar sonucunda 4 asker ölürken 1 asker de yaralanmıştır. Timde bulunan diğer askerler de olay yerinden kaçmıştır.Eylemden sonra Türk ordusu sivil ve zırhlı araçlarla ölü ve yaralılarını kaldırdıktan sonra alanda operasyon başlatmıştır. Operasyon halen devam etmektedir. Gerçekleştirilen bu eylem; Dersim’de şehit düşen yoldaşlar ile Şehit Ulaş Bayraktaroğlu anısına gerçekleştirilmiştir.” /HBDH Ortak Komutanlığı, 17 Mayıs 2017

“Ulaş Bayraktaroğlu Anısına gerçekleştirilmiş…Operasyon halen devam etmekteymiş. Halen devam etmekteymiş. Devam etmekteymiş!” diye diye düşünmeyen, çıkış aramayan savaşçıdan ne beklenir? İşte bu yüzden çok saygınlar, çok inceler, çok düşünceliler, çok akıllıların dünyası bize çok kurnazlar, çok korkaklar, çok vicdansızlar olarak görünmeye devam edecek. Bu yüzden bırakın yalnızca yüzde 12’sini görebildiğiniz halkın sıkı sıkıya tutunmaya çalıştığı güzel günlerin tek yaratıcılarının ayağını! Bırakın ve bükmeye zorlamayın amacımızın keskin kılıcını, elleriniz kesilir!

Halk güzeldi, halk mükemmeldi onun için ölmedikçe. “Sonunu düşünen kahraman olamaz” cümlelerinden “düşündürücü sonlara” doğru gidilirken bir yandan, bir yandan da binlerce savaşçı “daha ne büyük facia olabilir Suruç’ta, tren garının önünde paramparça olmaktan, bodrumlarda yakılmaktan” diyerek binaların, duvarların altlarından, tepelerin üstlerinden koştular.

O yüzden biz kızıl olalım. Keşke beyazla siyahı ayırmak kadar kolay olsaydı bu “sınırsız şiddet hareketinde” renkleri ayırmak. Ama kan, bedel, inancın, devrimin kırmızısı leke değil, çıkmaz, çıkartmaya çalışanın beyazlığı ne’mize yarar!

Bilin ki 9 Mayıs ‘76 günü R.A.F. değil, 30 yıl önce komünistleri, halkları fırınlara koyan Alman devletini unutup da “intihar ettiler” diyen küstahlar bitti.

II.

Yaralananı, şehit düşeni taşıma, geride bırakmama ve bunu ateş altında yapabilme eğitimi bütün savaş örgütlerinin müfredatında vardır. Özellikle “geri dönüş yolları” çok yoğun teknikle kapatılan, sürekli çembere alınmaya çalışılan gerilla için bu güç ve kondisyon yeterliliği aşan bir iradi tutum gerektirir. O an, yarası ne kadar ağır olursa olsun yahut şehit düşmüş olsun biraz önce yanında tüm gücüyle savaşabilen bir insanı, “uğruna can veririz” dediğimiz o yoldaşı sırtlayıp götürebilme anıdır. Kolay değildir. İnsan üstü çaba gerektirir. Altmış kilo cephaneyle, altmış kiloluk bir canı taşımak aynı değildir. İkisi de olmadan savaşılamaz ama biri güç verir, birine sen güç verirsin. Biri düşman eline geçtiğinde TEM masasına konur, diğeri tankın arkasına bağlanır, görüntüleri yayınlanır, işkence edilir.

Arkaya bakmakla geçmişe bakmak arasındaki fark büyüktür. Geçmiş, tarih bir yük gibi zafere yürüyenin üzerine yüklenir. Tarih devrimciye yardım eder. İleri ile süzülür, kiri, çamuru beli bükülsün diye koymaz sırtına. Kahramanlıkları, başarıları, zaferleri, birikimleri koyar. Yalnız arkada kalanlar bağırırlar “dön geriye” diye. Kim “dön” diyorsa savaşçıya işte o arkadadır. Ayak uyduranları da tarih değil “yanlış” diye, hiçbir şekilde yazma zahmeti göstermez. Biz bu yüzden bize ait hiçbir şeyi ve hiç kimseyi geride bırakmayız, bırakamayız. Ama beğenilsin beğenilmesin savaşın objektif koşulları içerisinde, kimi çarpışmalarda başarılı yahut başarısız olunsun doğru stratejide olmayan nihai yenilgiyi tadar. İster uzaktan ister yakından bakın, devrimci savaş dünyanın en haklı, en saygıdeğer savaşıdır, hiçbir savaş örgütünde ödenen bedelin kıyası yapılamaz, her zaman daha büyük bedel ödetmenin hesabını yapanlar yanından mermiler geçerken gözüne konan sinekle uğraşmaz.

Bugün 15’lerin, Rojava’da HBDH’ta yanyana geldiğimiz bütün yoldaşlarımızın, açlıkla sınanan proletaryamızın, katliama uğrayan kadınlarımızın, katledilen halklarımızın, doğamızın, ülkemizin çocuklarının yükü var üzerimizde. Kendi çağımızda “Aslolan örgüttür, aslolan mücadeledir” demenin en zor olduğu zamanı yaşıyoruz. Çünkü tümüyle imhadan kaçmanın değil, er-geç saldırıya geçmenin tek çıkış yolu olduğuna ve bunun hiç de kolay olmadığına kanaat getirmenin yetmediği, acilen, çok acilen bir özgürleşme adresi olabilmek için toparlanmak, ayağa kalkmak, yürümek ve koşmaya başlamanın zorunlu olduğu bir karanlık günün anlamını ne pahasına olursa olsun “gerçek budur” diyerek ortaya koymak zamanıdır.

Şu “karanlık güne” bir daha bakın.

Doğru yoldan yürüdüğümüze eminiz.

Mutlaka kazanacağız!

Kaynak: https://www.komungucu1.com/?p=808

Paylaşın