Gündem, Slider, Umut Yazıları

Enkaz taşları ve Saray camları- Birtekin İnce

Kader

Çocukken “kader” benim için başa çıkamayacağım süreçlerde, omuzlarımdaki duygusal yükü bir nebze hafifletmek, bir lokma ekmek yiyebilmek, bir yudum su içebilmek, biraz toparlanıp bir mana bularak yaşama tekrardan tutunma çabasının arkasındaki temel kavramdı. Yaşamda çok küçük yaştan itibaren yakınlarını kaybetmeye başlamış biri olarak söylüyorum bunu. 

Ölümle, bu gerçekle baş etme çabamda bana “kader”in çok yardımcı olduğunu açık yüreklilikle söylemeliyim. 

Çocuk aklınla açıklayamadığın, kabullenemediğin bir yokluğusoyut bir kavramın yardımına sığınarak, çocukça bir oyun döngüsünün parçası olarak algılamanın ne kadar sağlıklı olduğuna dair ise bir fikrim yok açıkçası. Ama bazı kelimelerin bizler için çocukluğumuzdan kalma derin manaları ve çeşitli süreçlerde bizlerle arkadaşlıkları vardır. Bizler büyüdükçe, yaş aldıkça yaşadıklarımız, öğrendiklerimiz, kelimelerimizi ve manalarını, yani bazı dönemlerde bize yardımcı olan “oyun arkadaşlarımızı”değiştirirler. Benim çocukluğumun yardımcısı, sığınağım “kader”benim için ilk değişenlerden oldu sanırım.

Fakat değişmeyen bir şey var coğrafyamızda; ölüm

Her seferinde “kader” paketine sarılarak takdim edilen binlerce ölüm.

Madenciler, işçiler, Kürtler, kadınlar, polis tarafından sokak ortasında Çetinler… öldürülürler ve sonra birileri çıkar, teni dahi soğumamış ölülerimize dair derin üzüntülerini “kader”le paketlenmiş bir şekilde paylaşırlar bizlerle.

Seller, yangınlar, heyelanlar, depremler olur… 

Yine birileri çıkar, sözüm ona “devlet ciddiyetli bir hüzünle(!)”yine alacalı bulacalı bir kader nutuğu çekerler. 

Yaşama düşman asık ve katil suratlarıyla tehditler savurarak “kader”e boyun eğmeyi salık verirler bizlere.

Kader’e dair sorular: Talan ve Yağma

Ama dediğim gibi çocuklar büyür. Kelimeler ve manaları değişir.

Sorular bir çığ gibi büyüyerek çoğalırlar.

Kader dediniz değil mi?

Maraş’ta 2019 Yılında Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP) kapsamında 7,5 şiddetinde bir deprem senaryosuna uygun bir tatbikat İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun bizzat yönetimiyle gerçekleştirilir. Ve tatbikata konu olan deprem senaryosunda şu anda harabeye dönen kentler de hesaba katılır. Maraş bu kapsamda AFAD tarafından pilot şehir seçilir, şehirde yapı denetim ve güçlendirme çalışmalarına başlanacağı iddia edilir. 

Açık bir şekilde bilinen ve şu anki hükümetin bizatihi kendisinin tatbik ettiği bir deprem “kader” değil mi?

AFAD yönetimine yandaşların, alana dair hiçbir yetisi ve uzmanlığı olmayan kimselerin atanması “kader” değil mi?

Mesela Afetlere Müdahale Genel Müdürü olarak atanan İsmail Palakoğlu’nun imam hatip mezunu ve bir ilahiyat fakültesinde tasavvuf üzerine doktora yapmış olması “kader” değil mi?

Türkiye’nin en büyük konteyner fabrikasına sahip olan Kızılay’ın uzun süredir üretim yapamıyor olması ve kaynaklarının iktidar tarafından talan edilmesi “kader” değil mi?

Maraş’ta yıkıntılar arasında ayakta kalan tek binanın sahibi olan TMMOB’un inşaat denetim ve ruhsatlandırma süreçlerinden muhalif olduğu için el çektirilmesi “kader” değil mi?

İktidar tarafından her seçim öncesi çıkarılan imar affıyla bugünekadar 7 milyon binanın ruhsatlandırılması kader değil mi?

İktidarın gurur kaynağı olan dev bütçeli duble yolların, havalimanı pistlerinin, yatırılan milyonlarca liraya rağmen çökmesi, yarılması “kader” değil mi?

Bilcümle devlet kaynaklarının yandaşa peşkeş çekilmesi, yıllardır toplanan deprem vergilerinin göz göre göre iç edilmesi “kader”değil mi?

1100 odalı sarayından çıkarak koruma ordusuyla deprem bölgesine gidip, güvenlik çemberlerinin içinden nutuk atan şahsa tahammül etmek “kader” değil mi?

Değil

Aklın bildiği, gözün gördüğü, bilimin açıkladığı hiçbir şey kader değil.

Çektiğimiz acı, yardım çığlıkları, enkazlar altında donarak ölmek, enkazdan çıkarıldıktan sonra aç biilaç soğukta açıkta kalmak, geçmişimizin yerle bir edilmesi, bugünümüzün karartılması, yarınımızın çalınması, umutsuzluk “kader” değil.

Paramparça olmuş bedenler, sokak kenarlarında toprağına kavuşmayı bekleyen cansız bedenler, bir babanın enkaz altında yaşamını kaybetmiş kızının elini tutarak çaresizce beklemesi “kader” değil.

Kader değil, tesadüf değil hiçbiri.

Ömrümüzün böylesi bir karanlık çağa denk gelmesi, Elif Abla’nın enkazdan çıkarıldıktan sonra çıplak elleriyle biricik Eylem’inienkazdan çıkarmaya çabalaması “kader” değil. 

Kader” olarak sunulan ancak olmayan listesi uzar uzar da bitmez. 

Ama bildiğim bir “kader” var önümüzde.

Bizim “kader”imiz bize bunları yaşatan karanlıkla amansız bir kavga

Üzüntümüzün sarmaladığı kocaman bir öfke büyüyor ve enkazların taşlarıyla Saray’ın camları arasındaki mesafe azalıyor.

Paylaşın