Gecelerin sabahları operasyon haberleri ile kovaladığı, zamların ardı arkasının kesilmediği, Kürdün kanının hiç durmadığı, işçilerin cinayet masalarının dahi gündemi olmadığı, kadınların yokluğa ve gençliğin geleceksizliğe sürüklendiği bu anda kaybedilmeyecek tek şey zamandır.
“An Gelir
Görünmez bir mezarlıktır zaman
Saatli bir bombadır patlar”
Ahmet Kaya’nın bu dizelerde dediği gibidir zaman, nasıl geçtiğinin farkına varmazsın ve tik tak sesini son kez duyduğunda herşey için çok geç kalınmış olur.
Kısaca güncelde yaşanana bir göz atacak olursak; Kadın intihar ediyor, işçi-işsiz intihar ediyor, genç intihar ediyor, kürdün kürt olarak varlığı sürekli intihar hali oluyor. Öfkesi birikenin öfkesi içinde kalıyor. Öfkesini kendine kusuyor. Bu öfkeli halde yaşanan durum bir çok siyasal analizin ötesinde toplumsal bir cinnet durumuna dönüşüyor. Yaşanmakta olanın farkındalığı içinde buna gerekli müdaheleyi yapamama hali “alışkanlık” boyutunu aşıyor, “böyle gelmiş böyle gidecek” sözü yoksulların yaşama tutanma felsefesi olarak daha çok öne çıkıyor. Tüm televizyonlarda “Kaşıkçı” polisiye bir gerilim filmi olarak reytinglerde yerini sağlamlaştırırken, zamlar yağmaya, ekonomik kriz halklar için ağırlaşmaya devam ediyor. Pahalılık, yoksulluk artık işçi sınıfı ve ezilenlerin terazisinde daha ağır basıyor. Ülkenin yaşadığı bu durumdan fırsat bulanlar bol kepçeden ceplerini dolduruyor.
Aynı zamanda faşist iktidar ortaya sürekli ısıtıp ısıtıp getirdiği gündemleri koyarak, iç gerilim-dış gerilim, Kürt tehdidi, Fetö tehdidi, milli birlik, Türklük diye diye karın doyurmaya, halkları bir tiyatro sahnesinde yer alırcasına kandırmaya, sömürmeye devam ediyor.
Artık inandırıcılık sınırlarının çok gerisinde kalan AKP-MHP faşizmine karşı yaklaşımın değişmesi, illegal-legal düzeni olmayan bu iktidar karşısında halkların içinde bulunduğu durağan, pasifleşmiş durumu yıkacak eylem gücüne ulaşmak ve eylem gücünün ulaştığı nitelikte faşizme karşı örgütlenmeyi büyütmek gerekiyor.
Tüm toplumu saracak bir eylem gücü için öncelikle halktan bağımsız ele alamayacağımız solun da kendi alışkanlıklarını değiştirmesi ve eylem gücünü farketmesi; bunun için çaba harcaması gerekiyor. K.Marks’ın tüm dünya işçilerine çağrı yaparken “zincirlerinizden başka kaybedecek hiçbir şeyiniz yok” sözü solun toplumdaki kitlesel eylem gücünü yaratabilmesi ve kendi eylemini gerçekleştirebilmesi için bugün ele alınabilir. Hapishanelerde yüzlerce tutsağı, toprağın altında binlerce ölümsüzü ile kapatılan dergileri ve gazeteleri ile yakılan yıkılan parti binaları, yasaklanan eylemleri ile devrimci mücadelenin bu anında zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi kalmamıştır.
10 Ekim’de AKP-IŞİD çetelerinin saldırısı ile sokaktaki etkisi azalan sol şimdi zihinlerde özgürlük gücünü, eylem gücüne dönüştürebilecek, sosyalizmde ısrarın gereğine daha fazla varacak bir şekilde yakalamalı ve faşizmden hesap sormak için yine, yeniden işe koyulmalıdır. İlk eylemde bu durumunun atlatılması için 10 Ekim ve o güne kadar gelişen süreçte yaşananlar ile bir hesaplaşmaya girişilmesi gerekmektedir. Biliyoruz ki Erdoğan 10 Ekim’den sonra faşistleşmedi, 10 Ekim’e giderken faşizmi ilmik ilmik örgütledi. Lenin, iyi niyet taşları ile örülen yolun, “cehenneme giden yol” olduğunu söyler. AKP’nin de kendi kürdünü, kendi alevisini, işçisini, solunu yaratırken yaptığı bu oldu. Sadece onları kendine bağımlı bir şekilde yaratmakla kalmadı,kendisine bağlanmayan solun da basiretini bağlamış oldu. Gelişen tüm zulüm ve haksızlıklar karşısında müdahele ve mücadele gücü zayıflamış, toplumun tüm hücrelerine kök salabilecek bir faaliyet yasalcılık sınırları içerisinde kalmış oldu.
Solun bu durumuna, kısmi aşma gayretlerine tanıklık etsek de, yeterli bir mücadele hattını yakalayamadı ve faşizmin manevralarına cevap üretmede eksik kaldı. Solda bu durumun temel sebebi yasal bir örgütlenme zeminine sahip olmak değil, yasal zeminin meşru mücadele kavrayışının yasalcılıkla bir tutulmasından kaynaklanıyor. Bu durum kanunların herkese eşit olmadığı, faşizmin sadece %50’ye faşizm olduğu bir dönem için fazlasıyla liberal bir bakış açısını ve mücadele çizgisini ortaya koyuyor. Boşluktan faydalanan liberaller de sola akıl vermeye, partilerin mücadele aksiyomlarına dair “ kendi için öncülük”, ”sınıf için öncülük” başlıkları ile bir dizi hocalık yapmaya çalışıyor.
Solun yasal zeminde yürüttüğü mücadelede terk etmesi gereken meşru faaliyet alanı değil meşru faaliyetin sınırlarını daraltan yasalcılığa endekslenmiş siyaset yürütüş tarzı olmalıdır. Burada yapılması gerekenler noktasında en basitten en karmaşığa işçi direnişlerinin ve yaklaşan yerel seçimlerin bu minvalde değerlendirilmesi; faşist dönemin karakterine uygun bir mücadele hattının örgütlenebilmesi ve mücadeleyi faşizmin kuşatmasını kırmaya dönüştürecek bir zemine doğru taşımak için önemli bir süreç olacaktır.
Bu süreçte yapılacaklar solun kendi yapılandırmasını kitle örgütlenmesine ve direnişine doğru evriltecek bir hat ile hayat bulabilir. Faşizm tüm ittifak ve zor araçlarını kendi düzenini yıkmak için tehdit gördüğü sol güçlerde kullanırken solda birleşik bir mücadele temel perspektif olmalıdır. Ve bu noktada yeni kadroların örgütlenmesi, var olan kadroların geliştirilmesi dönemin ruhuna uygun bir elzemlik taşımaktadır. Statükocu bir solculuk ile faşizmin yıkılamayacağı, manevraların güçlü yapılamayacağı ortadadır. Yaşadığı toplumda örgütlenmeyi hedefleyen bir sol için yasalcılık zemininden meşru mücadeleninin sınırlarını eylem gücü ile zorlayarak kopmak ve kendi zincirlerini düzenin dayattığı liberal ve reformist bir sol çizgide kalmamak için kırmak, değişim için zorunluluktur.
Bu kopuşun temel aksiyomu genel siyasal gündemin içinde boğulup kalmama, sürekli ve hareketli muhalefet duruşuna sahip olma ve soldaki güç birliği ile oluşabilir. Ekonomik krizden siyasal bir kriz çıkartmak ancak bunu anlatan eylemler sonucu meydana gelebilir. Toplumda biriken öfkenin örgütlenmesi ancak bu öfkeye sahip ve öfkesi ile buna eylem üretebilen bir solda hayat bulabilir. İnternet üzerinden kurulan örgütlenme ve faaliyet yoğunluğunun değil, solun egemenliği ve yoğunluğu sokakta yaratıldığında işçi sınıfı ve ezilenler için dayanışma değil direniş bayrağı yükseltildiğinde, kendi özgürlük gücünün farkına varılacak ve sloganlar faşizmi yıkmak için hep bir ağızdan çıktığında zafer mutlaka kazanılacaktır.
Kaynak: https://www.komungucu1.com/?p=1262 sitesinden alınmıştır.