Umut Yazıları

Zindanlarla yoldaşlaşmak  – Kemal Taşyakan

Karşı-devrimin tasfiye saldırıları karşısında birçok sol hareketin “kınamacı” siyasetle yetinmeciliğinin aksine devrimci siyaset, mücadelenin tüm araçlarında küçük-büyük demeden ısrarcı olmuş, ağır saldırı koşullarında dahi düşmana anladığı dilden yanıt verme arayışlarını sürdürmüş,  sokak eylemlerinden, kitle mücadelesine kadar açtığı yolda kararlılığını korumuştur. Devrimci siyaset bu açıdan kabiliyet kazanma, kurmaylaşma yolunda önemli deneyimlere sahiptir. Devrimci önderin “yenilmez savaş örgütü”  fikriyatına uygun gelişim stratejisini önüne koyan öncülük, karşı devrimin son dönemin en gerici saldırılarına karşı da sınıf mücadelesinin imkânlarındaki darlıklar içerisinde savaşmayı da tecrübe etmiş, geçmişte kitle hareketinin öne çıktığı dönemlerde SDP olarak herkesin hafızasına iz bırakan militan bir kitle hareketini de yaratmayı becermiştir. Devrimci siyasetin sınıf mücadelesinin her koşulunda sınanarak,  zafere kadar  “Fransızca” konuşmayı da, “Almanca” konuşmayı da kurmaylığında bütünleştirmesi hedeftir.

Faşizm karşısında “ölü taklidi” yapanların iklimin değiştiğini umarak denize açılma gayretleri, kendilerine kapitalizmin restorasyonu çerçevesinde “muhalefet” rolü biçmeleri sadece örgütsel bünyelerinin değil ideolojik sınırlarının da nereye kadar olduğunu ortaya koymaktadır.  Oysa burjuva devlet aygıtını parçalamayı önüne hedef koymuş bir devrimci siyaset, her iklimde denizde kalma becerisini gösterebilen, örgütsel formunu dalgalara karşı da dalgaları arkasına alarak da, kara kışta da, “yalancı” baharlarda da, hızlanarak- yavaşlayarak ama nihayetinde hedefine yüzme becerisi gösterebilen bir yönelim içerisinde olmak durumundadır. Sınıf mücadelesinde iktidarı devrimle ele geçirmeyi hedefleyen bir partiye hiç kuşku yok ki burjuva devlet aygıtı da her mevsim düşmanca yaklaşacaktır. Burada esası belirleyen soru şudur. Bugün sol/sosyalist hareketlerin bir kısmı devlet tarafından sürekli biçimde hedeflenirken diğer bir kısmına neden günlük faaliyetleriyle sınırlı bir engel çıkarıldığıdır. Son 7 yıldır bir tarafta sokak röportajlarından dahi zindana giren yüzlerce insan varken, diğer tarafta böyle bir faşist kuşatma altında, adında komünist, sosyalist vb. olan partilerin tek bir kadrosunun zindan görmemesi nasıl tariflenebilinir? Kesintisiz karşı-devrimci taarruzun hedefi olan siyasal örgütlerin her kitleselleşme imkanları tek tek hedef alınırken, devrimci öznenin devrimci maddeyle buluşmaması için psikolojik, askeri, tasfiyeci her türlü savaş yöntemleri devreye koyulurken diğer bölüğüne medyalarda alanlar açılmasına engel olunmaması devletin onları engelleyemeyecek güçte olmalarından mıdır? Yoksa bu hareketlerin taktik zenginliği, zindanlara düşen, dağlarda gezen, sürgünlere yollanan, sokakta infaz edilen devrimcilere kıyasla daha mı zekicedir? Herkes kendi meşrebince yanıtlayacaktır bu soruları. Ama bilinsin ki bu sorularla murad edilen devlet yöneliminden hayıflanma değildir. Ve yine bilinsin ki hiçbir “dost gücün” ayağına taş değmesini istemeyiz ancak sınıf mücadelesinin de taşsız bir yol olmadığını belirtmek isteriz. O nedenle bizim altını çizmek istediğimiz iktidar hedefine göre konumlanmış bir örgüte ait kadrosunun kendi stratejisini ve düşman bilincini netleştirmesidir.

Böylesi devrimci yönelimin sınıf mücadelesi içerisinde ayrılmaz bir durağı tutsaklıktır. Devrimci siyasetin gereklerini yerine getirenler açısından “ölü taklidi” yapanlara kıyasla bu ön kabulle, bu bilinçle başlar komünar kadronun şekillenişi. Zindanlık, gözaltı, düşman saldırıları bizim için bir mağduriyet şaşkınlığı değil nasıl bir düşmanla karşı karşıya olduğumuzu anlamaya ve onu yok etme mücadelesinde iradeyi nasıl şekillendirmemiz gerekliliğini ortaya koyar. Kuşkusuz tutsak düşmek büyük bir marifet değildir, tutsak düşmeden devrimci görevleri icra edebilecek örgütsel zenginlik yaratmaktır hedefimiz. Burada belirleyen tutsak düşmemek adına devrimci görevlerden imtina edilip edilmemesidir. Meseleyi böyle ele aldığımızda ve bugünkü sınıf mücadelesinin imkanları gözetildiğinde devrimci siyasetin kadrosu her daim “tutuklanma müzekkeresini” bir cebinde taşır. Her gününü yarın bir düşman saldırısıyla karşılaşacakmış gibi kurar. Her gününü olası düşman saldırılarına karşı yapının daha fazla kayıp vermesinin önlemini alarak, yedeklenerek inşa eder. Düşmanı ve kendini tanıyan kadro mücadelenin her evresine hazırlıklı kadrodur. Zindanda bu hazırlığın bir parçasıdır.

Tutsaklık ve sorgu “burjuvazinin yazılı yasalarının, kişi hak ve hürriyetlerinin” en nihayetinde bizzat kendisi tarafından askıya alındığı sınıf savaşımının hiçbir perdeye ihtiyaç duymadığı, açık yürüdüğü yerdir. Örneğin kaçırılarak aylarca bilinmez bir yerde işkence gören bir devrimci için ne “avukat istemek” ne de “yakınlarına haber vermek” bir hak olmaktan çıkar. Orada düşmanın “yasalarından” hiçbir beklentiye girmeden “direnmek” kalır geriye. Tek yasa kalır ortada iki sınıfın temsilcilerinin, temsil ettikleri dünya adına diğerinin iradesini kırma savaşıdır yaşanan. Bunun yanında var olan kazanımlara sahip çıkmak ve bunları kullanmak için zorlayıcı olmakta hangi koşullar altında olunduğuyla ilintilidir. Zindana düşen kadro orada elde edilmiş her türlü hakkın kendisinden önce esir düşenler tarafından bedel ödenerek kazanıldığının bilinciyle davranmak zorundadır. Bugün basit gibi görünen birçok hakkın arkasında büyük direnişler vardır. O nedenle bunları korumak yeni kazanımlar sağlamak zindanları bir direniş mevzisine çevirmek önemlidir. Ancak kadronun unutmaması gereken bir gerçeklikte şudur; bugünkü mücadelenin seyri açısından tutsaklık iradenin teslim alınması için her türlü zorun da devreye koyulduğu yerlerdir. Bu iradeye saldırı öncelikli olarak dışarı ile kurduğu bağı kurutmak, dayatılan tecrit altında dışarıda bulunan yoldaşları “sorgulatmak” “yalnız bırakıldım” algısı yaratmak ve en nihayetinde moral gücünü zayıflatmaktır. Bunu çözümleyen kadro bu oyunları boşa düşüren kadrodur. Düşmanın günlerce avukat engellemesi, mektup-telefonları kullandırmaması, görüşçüleri engellemesi, aileden uzak yerlere sürgün bile dışarıyla kurduğu iletişimin yok edilmesini hedefler. Tutsağa yaşatılmak istenen “yalnızlık duygusu” ile onun örgütüne karşı “güvensiz” bir konuma sürüklenmesi amaçlanır. O nedenle tutsak düşecek komünarın ilk çizgisi milyonların umudunu tek başına kalmış gibi savunmak, düşman karşısında tarihsel bir kavgayı temsil ettiğini unutmamaktır. Devrimci önderin ortaya koyduğu “zafer gücü kadrosu” komünarların çizgisidir. Bu açıdan her komünar kendi moral gücünü üretecek yaratıcıkta ve üretkenlikte olmalıdır.  Moral gücünü yaratan üç şey; stratejide netlik yani parti programının ve onun taktiklerinin zafer yolu olduğunu kavramak (ideolojikleşme), parti öncülüğünün ve yoldaşlarının bunu başarıya taşıyacağına olan güven (zaferi yaşamak) ve ölümsüzlere olan bağlılıktır. Bunu üreten kadro düşman karşısında gerilla gücüne ulaşır. Tıpkı bir özgürlük gücü savaşçısının aylarca dünyadan tek bir haber almadan şikeftte geçirilen kışın ardından baharla yeniden doğmuş gibi savaşa hazır olmasının coşkusunu kuşanır. Tutsak komünarın ikinci görevi beraber tutsak düştüklerinin örgütsel pozisyonuna ve konumuna bakmadan onlarında moral gücünü yükseltmekten sorumlu olmasıdır. Üçüncüsü ise dışarıdakilere güç aktarmasıdır. Dışarıdakiler her zaman içerdekilerin direnişini takip eder, bedel ödeyenlere saygıyla yaklaşır. O nedenle tutsak komünarların dışarıya verecekleri her mesaj moral gücünü üreten nitelikte olmalıdır. Burada heval Sakine Cansız’ın Amed zindanındaki sözleri büyük öğretici değerdir. İşkencede göğsünün kesilmesi karşında “Öyle kutsal bir davanın parçasıydım ki haklı bir davanın militanı olarak düşman karşısında ah demeye utandım” der. Öncüleşen kadronun yaklaşımı budur. Sınıf mücadelesinin zorlukları, devrimci örgütlerin bu aşamada dar imkanlara sahip olması türlü eksikliklere yol açabilir. Ancak kadro “şikayetlenen” değil bunların aşılmasında çözüm gücü olmak zorundadır. Komünar kadro tutsaklığın tüm bu zorluklarını bilince çıkaran ve hazırlanandır.

Tutsaklık karşısında böyle bir yaklaşımı kuşanan kadro karşısında peki dışarıdakiler her türlü çabadan eksik yaklaşımdan muaf olabilirler mi? Elbette hayır. Tutsak komünarlar düşmanın her türlü zorluğu karşısında en nihayetinde tek başına kalmayı göze alarak kendini üretirken ve düşmanın ona oynadığı oyunlar karşısında dışarıyı görmese de bilmese de yoldaşlarının yaptıklarına inanç ve güvenle yaklaşırken dışarıdakilerde her türlü zorlamayı sürdürmek zorundadır. Tecrite karşı “vermiyorlar, engelliyorlar” yaklaşımı egemen olamaz. Tutsak yoldaşlarına bir fısıltı dahi olsa ulaştırmak için iradi yaklaşmak zorundadır. Devrimci siyasetin iki temel değeri,  ölümsüzleri ve direnen tutsaklarıdır.

Bu değerlere sahip çıkmak birkaç öncü yoldaşın sorumluluğunda ele alınamaz. Devrimci siyasetin genel kitlesinden, sempatizanlarından, örgütle yeni tanışmış taraftarlarına kadar bu değerler ana gündemler haline getirilmelidir. Ölümsüzlerin nasıl yaşadıkları, ne için savaştıkları, tutsakların ne uğruna onlarca yılı göze alarak direndikleri öğretici ve örgütleyici faaliyetler kapsamındadır. Bu değerlerin en geniş zeminleri politikleştiren yönü vardır. Ve aynı zamanda tutsaklar üzerindeki tecriti kırmak için birkaç kişinin çabasını aşarak kitlesel bir faaliyeti örgütler. Düşman görüldüğü gibi hapishanelere para gönderen aileleri hedef alarak kriminalize etmeye çalıştı. Devrimci siyasetin buna cevabı onlarca ilden yüzlerce kişi tarafından sembolik miktarlar bile olsa hapishanelere para yatırmak olmalıdır. Mektubun ve iletişimin engellendiği yerde idare bu makbuzları vermek zorunda, onlarca ismi gören tutsak için bu kırılan bir tecrit, dışarıdakiler için ise bir tutum alıştır. Tecriti kırmanın başka bir boyutu ise avukatlık mesleğine sahip, saflarımızda yer alan hukukçu arkadaşlardır. Elbette çok işleri vardır. Ancak bu mesele bir mesleki yaklaşım değil, politik yaklaşımdır. Nasıl ki inşaatta çalışan işçi bir yoldaş zindanlardaki yoldaşlarına mektup yazabilir, ailelerini ziyaret edebilir, ekonomisini paylaşabilirse, hukukçu arkadaşlarda mesleki çalışmalarından azade bunu bir yoldaşlık gereği olarak, politik bir görev olarak ele almalıdır. Açık görüşler öncesi ailelere yapılan ziyaretler, onlarla iletilen bir selam bile tecrit duvarını aşarak içeriye günlerce yetecek yoldaş sıcaklığı yaratır.

Tutsak yoldaşlarımıza her kentten yüzlerce kart atmak, onlarla küçük büyük demeden ekmeğimizi paylaşmak devrimci siyasetin 1 Mayıs hazırlıklarının bir parçası olmalıdır. Hemen arkasından gelen  9 -16 Mayıs Ölümsüzler Haftası ile iki önemli değerimiz bütünleştirilmeli ve devrimci siyaset onların partisinde bütünleşmelidir.

Paylaşın