Umut Yazıları

Cemre’den yazılar: Bir gülünç adam: 1 Mayıs bu komediye son versin! (2. Sayı)

Faşist rejimin reisi, son zamanlarda değme sosyalistleri dahi kıskandıracak oldukça halkçı sözler ediyor.

Daha birkaç ay önce “Bir ülkede halk bunalmış ellerini semaya açarak adalet çığlığı atar hale gelmişse oradaki yargı sisteminde bir sorun var demektir” dedi reis. 16 yıldır iktidarda olan ve son 5-6 yıldır da devletin bütün egemen kliklerini kendine tabi kılmayı başarmış bir şef söylüyor bu sözleri.

Ardından, hızını alamayarak ekolojik hassasiyetini de ortaya koydu. “Rant odaklı anlayışla şehir inşası gerçekleştiremeyiz. İnsan öncelikli  inşa anlayışı ile yola devam etmeliyiz. İnsan toprağa yakın yaşamalıdır.” 30 yıldır İstanbul’un yönetiminde olan ve neredeyse bütün varlığı emlak piyasasınınrantı üzerinden kazanmış bir partinin şefi sarf ediyor bu cümleleri.

Son olarak reis, sosyalistlerin yıllardan beri dile getirdiği “Antikapitalizm olmadan antiemperyalizm taslamak olmaz” uyarısını duymuş olacak ki; finans-kapital sistemine de çıkışta bulundu. Devlet bankaları da dâhil olmak üzere bütün bankacılık sektörünü krizden sorumlu tuttu. “Ekonomide her kötülüğün anası faizdir. Faiz zengini daha zengin fakiri daha fakir yapar. Bunun lobisi neresidir? Finans kuruluşlarıdır. Açık söylüyorum devletin bankaları da bu işin içindedir”diyenreis, daha bir hafta önce şeker fabrikalarının devlete yük olduğunu savunmuştu. Çok değil üç ay önce de, OHAL’i patronların güvencesi olarak ilan etmişti.

Aklıselim davranan herkes, tıpta disosiyatif bozukluk altında sınıflandırılan çoklu kişilik bölünmesi vakasıyla karşılaştığını düşünüyor. Kimse birbirine bu kadar zıt sözlerin nasıl olup da aynı kişiden ve yakın zamanlarda çıkabildiğine anlam veremiyor. Benzer bir problemle Karl Marx da karşılaşmıştı ve olayı tıp bilimine havale etmeden kendisi çözmeye çalışmıştı.

1850’li yılların Fransa’sında Louis Bonaparte darbe yoluyla iktidarı ele geçirmişti. Bizlere hiç de yabancı gelmeyecek icraatlara başlamıştı; kâh muhalifleri hapse atmış kâh başka ülkeleri işgal etmeye soyunmuştu. Bazen burjuvaziye akla gelmedik payeler vermiş bazen de lümpenlerin, yoksulların ve halkın tek koruyucusu kılığına girmişti. Marx, 18 Brumaire adlı kitabında bu karmaşık durumun siyaset teorisyenlerini de çelişkiye gark ettiğini fark eder:

“Victor Hugo, hükümet darbesinin sorumlusuna karşı acı ve nükteli sövüp saymalarla yetiniyor. Olayın kendisi, ona, duru bir gökte çakan bir şimşek gibi görünüyor. Olayı, ancak, bir bireyin zora başvurması olarak görüyor. Böyle yapmakla, onu küçülteceği yerde, ona tarihte eşi görülmemiş kişisel bir girişkenlik gücü yükleyerek, büyüttüğünü farketmiyor. Proudhon ise, hükümet darbesini, daha önceki tarihsel bir gelişmenin sonucu gibi sunmaya çalışıyor. Ama hükümet darbesinin tarihsel yapısı, kaleminde, hükümet darbesi kahramanının bir savunmasına dönüşüyor. Böylece, sözde objektif tarihçilerimizin düştükleri yanılgıya düşüyor. Bana gelince, ben, tersine, Fransa’da sınıf savaşımının sıradan ve gülünç bir adamın kahraman gibi görülmesini sağlayacak koşulları ve durumu nasıl yarattığını gösteriyorum.”

Bu paragrafı günümüz Türkiye’sine uyarlamak fazla zor olmayacak. Ülkemizde de hükümet darbesinin sorumlusuna acı ve nükteli sövüp sayan bolca Victor Hugo mevcut. Onlar tarihin Bonaparte’tan da gülünç bu karakterine eşi görülmemiş bir girişkenlik, yüksek mertebede imamlık ve yetenekli hatiplik vasıflarını yüklüyorlar. Reisi eleştireceklerini düşünürken büyütüyorlar.

Ya da bol bol sınıfsal analiz yaparak, kapitalizmin geldiği konumun başkanlık sistemini dayattığını, TC faşizminin Tayyip Erdoğan eliyle zorunlu bir uğrağa girdiğini iddia eden Proudhonlar da eksik değil. Bu bakış açısına göre de hükümet darbesi tarihsel bir yapısallığa dönüşüyor.

Marksist anlamda yalın bir gerçeğin altını çizmek gerekiyor. Türkiye’deki sınıflar dengesi ve tarihsel devlet sınıfları savaşımı, modern tıpta disosiyatif sayılabilecek sıradan ve gülünç bir karakterden kahraman rolü oynayan bir Reis yaratmıştır. Faşist rejimin lideri, kurumsal olarak devraldığı mirası gericilikle harmanlayarak işgale dahi soyunmuş, halkçılık kisvesine bürünerek de proleter sınıflardan rıza kazanmayı başarabilmiştir.

Reis, kapitalist modelin eksiksiz bir uygulayıcı olmasına rağmen; ait olduğu sistemin yan etkilerinden korunmak istemektedir. Dolayısıyla zaman zaman kendisini, AKP’den ve yakın ekibinden dahi ayırmakta, tüm günahlardan uzak durmak istemekte ve bu yolla popülist tarzı ezilen sınıflar nezdinde rızaya dönüştürmektedir. Kendisi etrafında toparlanmış egemen klikleri bu sayede bir arada tutmaya devam ederken; emekçi kesimde de ideolojik hegemonya kurmaktadır.

Yaşananlar, ‘gülünç bir adam’ terimini mizahi dile havale etmeye yetmiştir. Artık gördüklerimiz mizah değil; kan, işgal, ölüm, infaz, hapishane, işsizlik, pahalılık, güvencesizlik, tecavüz ve sonu gelmez bir yozlaşmanın somut halleridir.

1 Mayıs, ezilenlerin taleplerini haykırdığı tarihsel, tutarlı ve kuvvetli bir mesajdır. 1 Mayıs, Anadolu ve Kürdistan topraklarında diplerde mayalanan, biriken ve patlayacak kaçamak bir delik arayan isyan ateşinin kıvılcımı olsun!

1 Mayıs, devrimcilerin ve demokratların mücadelesinin buzkıranı, devrimsel dönemin vesilesi olsun!

Paylaşın